Dişçi Mehmet Efendi’nin zikri…

Allah dostlarını sevmek ne büyük kazanç, öyle değil mi kardeşlerim. Bu, insana Allah’ın bir lütfu, bir ikramıdır tabii ki… Hem öyle bir ikramdır ki bunu bilenler daima Allah’a şükrederler. Dua edelim de Allah Teâlâ bizlere de Allah dostlarının sevgisini lütfeylesin. Çünkü üzüm üzüme baka baka kararır. Allah dostlarını sevenler de zamanla onlara benzer ve onlar da Allah dostu olurlar Allah’ın izni ile…

Bazı insanların içinde bir duygu vardır, küçük yaşlardan itibaren Allah dostlarını severler ve onların menkıbelerini merak ederler. Evvelce geçen velilerin aşk ile söylediği ilahilerden etkilenirler. Kimisine aşkullah galebe çalar da ağlayıp dururlar. Belki daha on üç- on dört yaşlarında, bir kırda bayırda Yunus Emre’nin ilahilerini ağlamaklı bir şekilde kendi kendilerine terennüm ederler. Hani; “Dağlar ile taşlar ile çağırayım Mevlâm Seni,/ Seherlerde kuşlar ile çağırayım Mevlâm Seni” diyor ya…

Halden hale

İşte böyle bir muhabbet onların gönüllerini halden hale çevir ve onları bir arayışa sevk eder. Onları yaşayan Allah dostlarını aramaya yönlendirir. Bu işler böyle başlar zaten. Sanki bir sevk-i İlâhîdir bu. Tarihte ve günümüzde bunun örneklerini çokça görürüz. Onları arayan gerek ilim ehli, gerek ilmi olmasa da muhabbet ehli her zaman olmuştur. Hatta derler ki ilim ehlinin tasavvufa intisabı daha zor olur. Ama Allah nasip edince o da oluyor.

İlim ehlinden Akşemseddin Hazretleri kuddise sırruhu bir mürşid-i kâmil bulmak için Şam’a kadar gidiyor ama rüyasında boynunda zincirle Hacı Bayram Veli’nin kendisini çağırdığını görünce, gelip teslim oluyor. İşte burada o teslimiyeti de iyi düşünmek gerekir. İlmin verdiği o gururu kırmak kolay mıdır? Hele bir de ilim, makam ve şöhret bir arada ise. Yine aklımıza makam mevkiini bırakıp Bursa sokaklarında ciğer satan Aziz Mahmud Hüdai kudduse sırruhu Hazretleri geliyor.

Bu güzel Allah dostlarının kabirleri bugün ziyaretçilerle dolup taşıyor, öyle değil mi? Neden? Çünkü insanlar orada bir feyiz buluyorlar. Oralarda kendilerine intikal eden güzel bir duygu kaplıyor içlerini. Evet, Allah dostları asırlar ötesinden de etki eder ehil olan kullara. Bu, Allah’ın koyduğu ilahî bir kanundur. Çünkü sevgi ancak aynı şeylerde birleşenlerde hâsıl olur. Onun için asırlar önce de yaşasa gidip o veliyi ziyaret ediyor.  

Lekesiz bir zat

Bugün gönlümüze, soyadı gibi “lekesiz,” Konya’nın âşık velilerinden, Dişçi Mehmet Efendi rahmetullahi aleyh düştü. Vardır bir hikmeti diyerekten bizi yazmaya sevk etti. Zira Allah dostlarını tanımak ve tanıtmak çok hayırlı bir hizmettir. Bu manada gelecek nesillere faydalı olması için, gören ve tabii ki özellikle yakın olanların yazması gerekir. Hayatlarından ibret ve hikmetler almaya vesile olur. Allah’a kulluğunda önemli gelişmeler hâsıl olur feyiz alabilenlerin.

Bu düşüncelerle dilimin döndüğü kadarı ile o güzel insandan bahsedeyim. 1975 yılı idi. Niğde İmam Hatip Lisesi üçüncü sınıfa geçmiştim. Yaz tatilinde Konya’da idim. Allah dostlarını çok seviyordum, bildiklerimi ziyaret ediyordum. Konya Sultan Selim Camii başta olmak üzere, çeşitli camilerde vaaz ve hutbe irad etmeye gayret ediyordum. Neredeyse hiç bir Cuma görevsiz geçmiyordu. Müftülüklerimiz de bu konuda yetişmemiz için bize destek oluyorlardı.  

Bu görevleri çok seviyor iştiyakla bekliyordum. Müftülüklerden uzak durmuyor; “İhtiyaç varsa görev yapabilirim” diyordum. Tabii ki o yıllarda ihtiyaç da çoktu. Bunun bir kazancı da pek çok hocalarımız, âlimlerimiz ve salih kimselerle yakınlaşmama vesile olmasıydı. Bazen vaazımızı dinleyen nur yüzlü bir ihtiyar namazdan sonra gelir musafaha eder, ötekisi “Allah razı olsun” der, bir diğeri gözümün içine sevgiyle bakar… Ne güzel günlerdi o demler.

İşte bizi bu görevlere gönderen müftü yardımcısı hocamız, bizim velilere olan ilgimize muttali olunca hiç görmediğim bir zata götürdü bu fakiri. Ziyaret edip elini öpmeme vesile oldu. Allah celle celaluhu razı olsun kendisinden. Böyle şeylerde vesile olmak da lazım; “Falan yerde bir Allah dostu var ziyaret edelim” demek ne kadar güzel bir ikramdır. Ama asıl ikram Mevla’nın nasip etmesidir.   

Zikir meclisi

Yeni Tellal Pazarı adıyla maruf bir mekândı burası. Ortası açık bir handı. İçeride ve dışarıda dükkânlar vardı. Konyalıydım ama şimdiye kadar içini hiç görmemiştim. Büyük kapıdan girdik ve bir dükkâna yöneldik. Şimdi vefat yılına baktığımda, o zaman 85 yaşlarında olduğunu tahmin ettiğim iri cüsseli, geniş göğüslü bir zât vardı burada. İlk anda heybetinden titredim.

Beni götüren hocam ile çok samimi olarak konuştular. Ama o kadar tatlı ve müşfik idi ki… Hemen sevdim. Hocam da bizi tanıttı ve dua etmesine vesile oldu. Öyle etkilenmiştim ki konuşurken Allah muhabbeti, o kocaman göğsünden fışkırıyordu adeta. Gençlik halimle çok tesir etti bu âcize… Pek sevdim mübareği. Bize rehberlik eden meşhur hocam, Dişçi Mehmet Efendi diye tanıtmıştı onu. Nasıl da hürmet edip elini öpüyordu.

O gün Dişçi Mehmet Efendi’nin kısa bir sohbetini dinledik. Artık bırakmadık. Pek çok ziyaretçisi vardı. Gelenlere sohbet ve nasihat ediyordu ama onun sohbeti hep aşkullah ileydi. Tarif etmem gerçekten zor. Daima Allah ve Resulü’ne olan sevgisini kâl ile değil haliyle ve de gözyaşlarıyla ifade ediyordu. İçten gelen bir “Hû” ile gerçekten yakardı insanı.

Akşam sohbetlerine katılmaya başladım. Aman Allah’ım! O coşku neydi? Sohbetten sonra zikir ki hem de ne zikir? O anlatmaya çalıştığım göğüs kalkıp iniyor ve insan hayretler içerisinde kalıyordu. Sanki kalp dışarda gibiydi. Herkes ağlaşıyor ve adeta muhabbetullahtan yanıyordu. Salikler Allah dedikçe sanki bütün melekler eşlik ediyordu. Hani demişler ya zikirdeki tadı bilseler sultanlar tacı tahtı bırakır diye…

Konya’nın meşhur üç tekerlekli motoru ile beraber gitmiştik bir gün sohbete. O mübarek içine binmiş, bu aciz de arkaya binmişti. Yine muhabbet, yine zikir. Hani derler ya; “Deli olmadan veli olunmaz” diye. “Yarenim” derdi hep karşısındaki küçük büyüğe… İşi, Hak aşısını vurmaktı gönüllere. O nasıl bir sevda idi? Nasıl anlatılsın ki?

Velilerin bendesi

Hicri 1307, miladi 1891 yılında, Konya’nın Hadim kazası Gongul köyünde dünyaya gelmiş mübarek. İlkokulu köyünde tamamlayıp medrese eğitimi almış ve Konya’ya hicret etmişler. Burada da saklı gizli akşamları dini tahsil yapmış, gündüzleri de dişçiliğe devam ederek bu mesleği öğrenmiştir. Bu arada Aksinne Camii’nde fahri imam hatip olarak görev yapmıştır. Kadrolar tahsis edilmeye başlanınca, maaş almamak için dişçilik mesleğine devam etmiştir.

Daha gençlik yıllarında iken Hazreti Pir Es’ad Efendi’ye tabi olmuş, ancak onun şehid edilmesiyle bir süre arayış içerisinde kalmıştır. Bu sıralarda Es’ad Efendi Hazretlerinin mektubatını okurken, Mahmud Sami Ramazanoğlu Efendi Hazretlerini vekil bıraktığını görüp Adana’ya giderek Sami Efendi Hazretlerine intisap etmiştir. O mübarek de kendisine Halifelik görevini vermiştir.

Vefatına iki yıl kala, benim de tanıdığım bir kişiye Hakka vuslatının tarihini vermiş ve o da not almış. Gerçekten de verdiği tarihte vefat etmişti. Tarih 20 Eylül 1981 idi. Çok kalabalık bir cemaatle Kapu Camii’nde kılınan cenaze namazından sonra Hacı Fettah mezarlığına defnedilmişti. Bizler de bu âşık Allah dostunun, o manevî lezzetler dolu cenazesine iştirak etmiştik.

Hanımının da saliha bir annemiz olduğu bilinen, bu ahlâk-ı hamide sahibi insanı, Konya âlim ve salihlerinin çok sevdiğini biliyoruz. Bilhassa Tahir Büyükkörükçü ve Osman Karabulut hocalarımızla olan muhabbetlerine şahidiz. Rabbimiz geniş rahmetine dahil edip şefaatlerine nail eylesin. Âmin!

Muzaffer Dereli/ İrfanDunyamiz.com

İLGİLİ YAZILAR

Gönül Dünyamız ↗

Gönül insanlarına dair bam telinize dokunacak yazılar okumak için tıklayın.

İrfan Mektebi ↗

Sevdirici, müjdeleyici üslupla yazılmış hayata dair yazılar okumak için tıklayın.

Şunlara Gözat

Firavun’un ilahlık iddiası…

Kibirlenmek, büyüklük taslamak, ayetlere karşı aldırışsız davranmak, hakikate kulak tıkamak da fısktır. Kibirlenmek (istikbar); büyüklük gösterisinde …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.