Rabbani alimler kimlerdir?

Peygamber Efendimiz sallellahu aleyhi ve sellem, ümmetinin âlimlerinden olan Abdullah bin Mesud radıyellahu anh’a; “İnsanların en âlimi kimdir” diye sormuş ve edebinden dolayı Efendimize gerekli cevabı vermeyince Resulullah sallellahu aleyhi ve sellem, kendi sorusunu kendisi şöyle cevaplandırmıştır: “İnsanların en âlimi hakkı görendir.” (Heysemi, Zevaid, c.I, s.162)

Bu tanımlama bizlere hakkı görüp tabi olmakla, âlim kavramı arasındaki yakın ilişkiyi ortaya koymaktadır. Hakkı göremeyen ve hakka karşı çıkan insanlara âlim demek tarihi bir yanılgıdır. Hakkı görebilmek için Allah’ın “en-Nur” ve “el-Basir” isimlerinden gerekli payı en üst seviyede almak gerekir. Gönle ve zihne ilkâ edilen bu nur sayesinde insanlar hidayeti bulabilirler.

Asıl ilim

Birçok şeyi bilip okumalarına rağmen hakkı göremeyen ve hidayete eremeyen oryantalistler, Allah Teâlâ’nın bu isminden zerre kadar pay almayan bedbaht kimselerdir. Sadece oryantalistler değil, Müslüman bir toplumda yaşayıp yetişmelerine rağmen İslâm’a onlardan daha çok zarar veren ve bilgiyi firavunların saraylarına taş taşımak amacıyla kullanan yerli oryantalistlerin de bu isimden gerekli payı aldıklarını söylemek mümkün değildir.

Onun için rabbani âlimlerden İmam Malik (ö.h:179) ilimle “nur” arasında bir bağ kurmuş ve şöyle söylemiştir: “İlim çokça rivayette bulunmak değildir. İlim bir nurdur. Yüce Allah, o nuru (layık olan kişinin) kalbine kor.” (Tirmizi, Sünen, c.V, s.48) İlahi nurdan yararlanabilen rabbani âlimler Peygamber Efendimiz’in ifadesiyle; “Peygamberlerin halifeleridirler; varisleridirler.” (Heysemi, a.g.e, c.I, s.126.) Ayrıca; “İnsanlığın önderleridirler.” (Acluni, Keşf’ü-l Hafa, c.II, s.65)

Rabbani âlimlerin en büyüklerinden olan Hazreti Ali radıyellahu anh’ın deyimiyle; “yeryüzünün kandilleridirler” (Acluni, Keşf’ü-l Hafa, c.II, s.65) İnsanlar onların önderliğinde ve rotalarında doğruyu bulurlar ve sebat ederler. Toplumun referansı olan bu kimselerin zalim siyasete karışmalarını ve dünyevileşmelerini; hayatı seküler bir mantıkla yorumlayıp maddi değerlere kapılanmalarını Resulullah hoş görmemiş ve böylelerinin peygamberlerin yoluna ihanet ettiklerini belirtmiştir. Ümmetine de böyle kimselerden uzak durmayı tavsiye etmiştir. (Acluni, Keşf’ü-l Hafa, c.I, s.87.)

Kur’an-ı Kerim, toplumsal önderlik makamında olan âlimlerin daha iyi anlaşılabilmeleri için “rabbanilik” ve “rasihlik” kavramlarını kullanmıştır. Rabbaniliği İslâm bilginleri; “dinde fakih, (Bk. Darimi, Sünen, c.I, s.107), Beyrut, s.135) bildikleriyle amel eden, konuştuğunda hikmetle konuşan ve insanlara samimice öğüt veren, helali ve haramı, emir ve nehyi bilen, ümmetin hangi durumda olduğuna vakıf olan kimselerdir” şeklinde tanımlamışlardır. (Bagavi, Muhammed el- Ferra, Mealim’ü-t Tenzil)

Bu tanımlamaya göre rabbani âlimler toplumlarının sorunlarına çözüm üreten üstün insanlardır. Yukarıda sayılan bütün nitelikleri taşıyan Abdullah İbni Abbas, rabbani âlimlerin en önemlilerinden birisi sayılmıştır. (Hakim, Müstedrek, Hadis No. 6310, c.III, s.626)

Ayetleri satanlar

Diğer taraftan Kur’an-ı Kerim ayetleri satan bir takım kimselerden bahseder. “Ayetleri satmak” ifadesi, belirli bir menfaat karşılığında hakikatten vaz geçmek, hakkı kişilerin konumuna göre ifade etmek, bilgiyi dünyevi çıkarlara dönüştürmek, siyasetin ve gücün karşısında doğruyu söylememek için kullanılan bir deyimdir. Bir takım süfli nedenlerle hakkı batılın seviyesine indirmek veya batılı hakkın seviyesine çıkarmaktır.

Bu ifadeleri Yüce Allah hiçbir ayette Müslümanlar için kullanmamıştır. Ayetleri satmak genel itibarı ile müşriklerin, özelde de Yahudi ve Hristiyan din bilginlerinin karakteridir. Yüce Allah şu ayette, hak olan Tevrat’ı tasdik eden ve onda olmayanları mufassal şekilde açıklayan Kur’an’ı doğrulamalarını emretmesine rağmen onların menfaatleri uğruna ayetleri satabileceklerine; hükümlerini değiştirebileceklerine işaret etmiştir: “Bunun için de, size geçmişte bildirilmiş olan haberleri doğrulayıcı nitelikte indirdiğim bu vahye inanın; onun gerçekliğini inkâr edenlerin öncüsü olmayın; mesajlarımı küçük bir kazanca değişmeyin ve Bana, yalnızca Bana karşı takvalı olun!” (Bakara, 2/41)

Ayetin siyakından da anlaşılacağı üzere Allah celle celaluh, Yahudileri hem uyarmakta hem de hakikat karşısındaki durumlarını teşhir etmektedir. Hatta onlar elleriyle yazıp uydurdukları metinleri bile dayatmışlar ve böylece bir Yahudi resmi ideolojisi ihdas etmişlerdir. Resmi ideolojilerine uymayan şeyleri inkâr ettikleri gibi, yanlış anlayışlarını da din hâline getirmişlerdir.

Uydurma din anlayışı

Gelen ayet onların elleriyle çıkar uğruna yazıp dayattıkları uydurma din anlayışını ortaya koymaktadır: “O halde, yazıklar olsun onlara ki, kendi elleriyle, ilahi kelam(dan olduğunu iddia ettikleri hususlar)ı kaydettikten sonra, az bir kazanç elde etmek için, “Bu Allah’tandır!” derler. (Böyle diyerek) kendi elleriyle kaydettiklerinden ötürü yazıklar olsun onlara! Ve yine bütün o kazandıklarından ötürü yazıklar olsun böylelerine!” (Bakara 2/79; Ayetleri satmakla ilgili bkz: Bakara 2/174; Âl-i İmran3/199; Maide5/44)

Hahamların ve papazların yaptıklarını kınayan Yüce Allah, onların üzerinden bizleri uyarmıştır. Hakikatin pazarlık konusu olmayacak kadar ulvi oluşuna atıflar yapan Kur’an, her hâlükârda hakkın söylenmesini ve üstün tutulmasını istemiştir. Peygamber Efendimiz de hakkı pazarlık konusu yapabilecek kimseyi yanına bile almamıştır. Çevresinde ve davet halkasında onlara önderlik konumu vermemiştir.

Hakkın ve hakikatin pazarlık konusu olması ahlaksız bir davranış olmasına rağmen tarihte varlığını sürdürmüştür. Günümüzde de hakikati satabilen ve maddi değere dönüştüren birçok kimse vardır. İnsanlar ya para karşılığında bu çirkin eylemlerini sürdürmektedir ki medya patronları dünya sistemini zayıflatmayıp takviye edecek bu “Bel’am”lara avuç dolusu paralar vermektedirler.

İnkârcı akademisyenler

İslâm’da olan birçok şeyi inkâra dayanan bu görüşün sahipleri; dinde siyasetin olmadığını, İslâm hukukunun yetersizliğini, medeni(!) dünyaya entegre imanın zorunluluğunu, cihadın dinde olmadığını, olsa bile sadece savunmaya dayandığını, örtünmenin tarihselliğini, İslâm’ın dışındaki dinlerin İslâm ile eşitliğini ve ilahiliğini, batı dünyasının içerisinde yer almanın zorunluluğunu, faizin ribadan ayrılığını, mevcut banka faizlerinin yasallığını, Sünnet’in delil ve bağlayıcılık arz etmediğini ve Kur’an’ın bilgi kaynağı olamayacağını, sorunları çözmede dinin yetersizliğini bir şekilde anlatmaktadırlar.

Medya patronlarının verdiği paralara göre hakikate yörünge belirleyen bu adamların çoğu akademik hayattadır. Bu hayatta hakikat, formasyona katlettirilmiştir. Akademik camiadan din, şeriat, Kur’an, sünnet, tarihsellik, hermenötik, ibadetlerin tarihselliği, İslâm ceza hukukunun geçersizliği, dinin kurumsal alandan çekilmesi vb. konularda o kadar çok şey duyduk ve okuduk ki şaşırmamak elde değil.

Bütün bu konulardaki hakikat dışı söylem bir menfaat karşılığı ise, din bir başka biçimde satılmıştır. Yapılması gereken; dini pazarlık konusu yapan bu şahıslara karşılık, istikamet üzere yaşayan gerçek bilginlerden ayrı bir blok oluşturup hem ümmetin sorunlarına çare bulmak, hem de dini bu ehliyetsiz kimselerin elinden kurtarmaktır. Müslümanlar bu öneriyi acilen hayatlarına geçirmezlerse kafa karışıklıklarından kurtulamazlar ve dini bakımdan sağlıklı bir nesil de yetiştiremezler.

İtikadî sapmalar

Hayatın gerek genişlik gerekse uzunluk alanlarında batılılar gibi düşünmeye ve yaşamaya başlayan modern dönem Müslümanları (!) iman alanlarını yüzdelemektedirler. Bu yüzdelemenin oranı hayatlarını vahiy dışı kurallarla anlamlandırma alanlarıyla doğru orantılıdır.

Daha açık bir ifadeyle, modernitenin etkisinde kalıp hayatlarına vahiy dışı kurallarla anlam veren bu kişiler politeist bir inanç biçimini tercih etmektedirler. Kur’an-ı Kerim bu konuya şu ayetle açıklık getirmiştir: “İnsanların çoğu Allah’a, müşrik oldukları halde inanıyorlar.” (Yusuf, 12/ 106)

Bütün bunlara rağmen halkın yaşadığı itikadi sapmaların nerelerde olduğunu ve buralardan çıkmak için itikadi tecdidin nasıl olmasını hiçbir sivil âlim (!) ve akademisyen ağzına bile almamaktadır. Kurumların da bu bağlamda hiçbir ciddi ve sürekli çalışması yoktur. Kur’an’ın İslâm itikadına temel teşkil eden ayetlerini ve hükümlerini gündeme bile getirmemektedirler. “Isındıralım, soğutmayalım” yaklaşımıyla hakikat gizlenmekte ve politeist hayat tarzı onay almaktadır. Dinin kurucusu Allah olduğuna göre, O’nun adına söz söylemekten kaçınılmalı; fakat hakikatler de gizlenmemelidir.

Yapılan radyo, televizyon ve diğer iletişim araçlarındaki dini içerikli programlara baktığımızda gördüğümüz şey; İslâm itikadının ehliyetli insanlar tarafından yeterince, ilmi bir üslupla, cesaretli biçimde, toplumun tüm kesimlerini kuşatacak hâlde ve cazibeli bir dille ele alınmadığıdır. Bütün bu bilgilendirme eksikliğinin sonunda birçok kimse, Allah’ın varlığını kabul etse bile birlik alanında O’nu hayatlarına karıştırmamaktadırlar. Sadece Allah’ın varlığını kabul edenler kurtulacakmış gibi bir anlayış hâkim kılınmak istenmektedir.

Sekülerizmin maşası

Doğru bilgiyi elde edememenin neticesinde yanlış tercihlerde bulunan bu şahıslar siyasi, sosyal, hukuki, iktisadi, eğitim ve değerler alanlarında Allah’a rağmen başka bir hayatı ve Allah’tan başka tanrıların ulûhiyetini tercih etmektedirler. Kur’an-ı Kerim’i ilahi kitap Peygamberi elçi olarak kabul etiklerini söyleseler bile Kitab’ın ve Peygamber’in yol göstericiliğini pratikte kabul etmemektedirler.

Laik-seküler siyasi yapılanmaya göre hayatın anlamlandırılmasında en aşkın varlık insandır. Hüküm koymanın ve emretmenin merkezinde bu felsefeye göre insan vardır. İnsanın aşkınlığı ile çatışan din anlayışı laisizm tarafından reddedilir. En azından dinin hayata müdahale etmesine karşı çıkılır. Hayatın dinle anlamlandırılmasına ve emir alanında Allah’ın mutlak varlık olmasına karşı çıkan laik anlayışa/ politeist inanç biçimine ve seküler düşünce sahiplerine elbette dinin vereceği bir hüküm vardır.

Din, bu kişileri; kendisi hakkında olumsuz ve cahil beyanatta bulunan kötü niyetli, inkârcı şahısları itikadi bir kimlikle isimlendirir. Din hakkında sabah akşam ahkâm kesip yanlış yargıda bulunanlara dinin gerekli itikadi sıfatı vermesi kadar doğal bir şey yoktur. Bu sıfat hak edilmemiş bir ad değildir. Zira din gereksiz adlandırma yapmaz. Hiçbir Rabbani âlim de bu ismi gereğinde hak edenler için kullanmaktan kaçınmaz.

Dr. Mehmet Sürmeli/ İrfanDunyamiz.com

İstikamet Yazıları ↗

İslam’ın şuur boyutuna vurgu yapan yazıları okumak için tıklayın.

Kaynak Metinler ↗

İlim yolcuları için derlenmiş temel dini metinlere ulaşmak için tıklayın.

Şunlara Gözat

İz bırakan mal müdürü Neşet Özerdem

Bir mal müdürü düşünün, Türkiye’nin çeşitli yerlerinde görev yapmış ve her gittiği yerde iz bırakmış. …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.