Eski radyonun hatırlattıkları…

eski-radyo

“Göz kaptırdığım renkten, kulak verdiğim sesten,

 Affet Sen’den habersiz aldığım her nefesten…”

        Necip Fazıl Kısakürek

Eski kahverengi desenli iki kanepe, eski bir sehpa ve üzerinde tüm asaletiyle duran ahşap kutulu eski büyük bir radyo… Yerdeki muşambalar, perdeler ve sobamız; hepsi de birbiriyle uyumlu.

Sobanın üzerinde güğümle su kaynattığımız, yamacına çamaşır astığımız, bazen üzerine patates veya kestane attığımız, kimi zaman da ekmekleri çıtırdattığımız bir zaman dilimi…

Sobanın kurulması

Sobanın kurulmasının ve kaldırılmasının yeni bir başlangıç hissi yaşattığı, ısınınca keyiflendiğimiz fakat odanın dışına çıkmak istemediğimiz, sobanın aileyi bir arada tuttuğu dönemler…

Renkli televizyonların yeni yeni yaygınlaşmaya başladığı senelere tekabül ediyordu çocukluk yıllarım. Ahşap kutulu Eski Radyo ise henüz gözden düşmemişti.

İlkokul bitene kadar bodrum kattaki bir evde oturmuştuk. Bu evde oturmanın en güzel tarafı anneanneme yani ruhumun maneviyat kucağına yakın olmaktı.

Yalan söylememek ve dürüst olmak gibi ahlaki konuların üzerinde duran annemden farklı olarak anneannem, Allah’tan, Peygamberimizden ve O’nun sağımıza solumuza yerleştirdiği meleklerinden bahsederdi.

İlkokulun son senesindeyken üçüncü katta kiralık bir eve taşınınca, anneannemden de uzaklaşmış olduk. Artık her Cuma günü okul tatile girer girmez anneanneme gitmek benim için vacip olmuştu.

Anneanneme gitmek aynı zamanda mahalleye dönmek anlamına geliyordu. Akrabalarla iç içe ve mahalle ortamında büyüyen her çocuk gibi benim de yüzlerce anılarım birikiyordu.

Bunların içerisinde tabi ki en kıymetli olanları, içinde anne ve baba olanlarıydı. Mesela annemin gece vardiyasına giderken gözümüze bakması ve bir tebessümle hüznünü saklaması, sabah olunca da uykulu gözlerle eve dönmesi unutulur muydu? Yahut babamın bize “hayır” diyememesi ve her istediğimizi almaya çalışması…

Harcanılan emekler, kurulan hayaller, çalışıp didinmeler, yemeyip yedirmeler, giymeyip giydirmeler unutulur muydu? Yaşanılan onca sıkıntılı günlere ve adeta yağmur gibi üzerimize yağan dertlere rağmen hâlâ ayakta durabilmeler unutulur muydu?

Anne baba hakikati

Eski Radyo, bana ilk olarak bunları hatırlatıyordu. Yapılan milyon tane güzel şeyi görmeyip de bir elin parmakları kadar olmayan yanlışları diline dolayan bir nankör olmamam için beni uyarıyordu.

Üstad Bediüzzaman’ın; “Güzel gören güzel düşünür, güzel düşünen hayatından lezzet alır” prensibi gereğince bizi güzellikleri görmeye davet ediyordu. Göl gibi, gül gibi iyiliklerin kapısını aralıyordu.

Eski Radyo bana bu anıları hatırlatmakla, şu hayattaki en mühim hakikatlerden olan anne ve baba hakikatine dair birtakım ipuçları vermiş oluyordu. Yüce Allah’ın hakikatini kavrayanın iman nimetine, Peygamber’in hakikatini kavrayanın şefaat nimetine, anne babanın hakikatini kavrayanın ise saadet nimetine kavuşacağını müjdeliyordu.

Hakikaten de öyle değil miydi? Anne ve baba hakikatine gafil bir kimse hiç sadet-i dareyne ulaşabilir miydi?

Kâinatın Halık’ının ve Sevgililer Sevgilisi’nin birçok beyanları anne ve babanın şu kâinattaki en müstesna varlıklar olduğunu belgeliyordu. Şu durumda onların duasını almanın hayattaki en büyük saadetlerden biri olduğu muhakkaktı. Bunu kavrayamayanlar ise ne yazık ki bedbahttı.

Nice mübarekler annelerinin duasıyla evliyalara karışmıştı. Nice kendini bilmezler de anne ve babalarına söyledikleri kem sözler sebebiyle esfeli safilin derekesine düşmüştü.

Aslında onların anne ve baba hakikatine uzak oluşlarının nedeni, kendi hakikatlerine uzak olmalarından kaynaklanıyordu. Gönül tahtına anne babanın oturmadığı bir dünyanın karanlığını hiçbir ışık aydınlatacak değildi. Ve bu karanlıklar öyle baş gözü ile fark edilemezdi.

Gül olmadan, göl olmadan, gönül olmadan bu ince hakikatler hiç kavranabilir miydi? İşte Eski Radyo kulağıma ilk dini telkinleri fısıldayan anneannemden sonra beni ikinci kez göle doğru böyle çağırıyordu.

Ney gibi

Eski Radyo bana bu çağrışımları çıkardığı seslerle değil daha çok mütevazı duruşu ve lisan-ı haliyle yapıyordu. Onun bugün nasihatçi bir pir-i fani gibi olgun oturmuş hallerinin arkasında nice hatıraları, nice gönül sızıları vardı. O da ney gibi başından türlü türlü işler geçtikten sonra inlemeye başlamıştı. Onun da benim gibi gafil geçen seneleri, pişmanlıkları olmuştu.

Önce maçlar ve dünyevi seslerle terennüm eden Eski Radyo bu dönemde babamın elindeydi. Bu sesler zaman zaman hoşumuza gitse de ruhumuzun açlığını dindirecek türden değildi. Bırakın ruha gıda olmayı gafletimizi arttırmaktan başka bir işe yaramıyordu.

Televizyon kanallarının artmasıyla babam maçları televizyondan takip etmeye başlayınca Eski Radyo da el değiştirdi. Nihayet annemin eline geçen Eski Radyo hidayet bulmuş bir gayrimüslim gibi nurani bir çehreye bürünmüştü. Artık güzel ilahiler, ezgiler, tatlı sohbetler, vaaz ve nasihatler evimize nur olup yağıyordu.

Elbiseler mi katlanıyor, sökükler mi dikiliyor, ütü mü yapılıyor, yerler mi süpürülüyor, temizlik mi yapılıyor; Eski Radyo hep açıktı. Odanın içine modern teknolojinin asla ulaşamayacağı kadar saf ve berrak bir ses yayılıyordu. Ve Eski Radyonun asaleti bir cümleyle anlatılıp geçilecek gibi değildi.

erbakan hoca-zahid kotku

Öze dönüş

Akra Fm yayına başladığı ilk günden itibaren Eski Radyonun ibresi sabitlenmiş oldu. Günün belirli saatlerinde merhum Mehmed Zahid Kotku Efendi’nin ve merhum Esad Coşan Hoca’nın sohbetleri yayınlanıyor, annem de bu sohbetleri ilgiyle takip ediyordu. Bu sohbetler sayesinde epeyce bir şeyler öğreniyor, öğrendiklerini bizimle paylaşıyordu.

Bu sohbetler bizim de kulağımıza çalınmış olmalı ki bu zatlara karşı annemle birlikte bizde de bir sevgi hâsıl oldu. Öyle ki dine bakış açımızın şekillenmesinde bu zatların tavizsiz duruşlarının ciddi katkıları oldu.

Eski Radyo çok şükür kimliğini bulmuş ve görüntüsü ile uyumlu bir hale gelmişti. Altındaki sehpayla dost olduğu gibi bizimle de dost olmuştu. Açıkken veya kapalıyken her daim bize mesaj vermeyi de ihmal etmiyordu.

Onun mesajı saf ve anlaşılırdı, çetrefilli ve karmaşık değildi. Bize gerçek güzelliğin sadelikte olduğunu, masumiyetin lüks ve gösterişle bir arada barınamayacağını, gönlünü dünya malına bağlayanların asla iflah olamayacağını söylüyordu.

Kökboyalı ipliklerle dokunmuş eski bir kilim gibi yahut eski bakır işlemeli bir pilav kâsesi gibi mütevazı bir güzelliği temsil ediyordu. Bizdendi ve bize yukarıdan bakmıyordu. Bir vazo gibi ya da bir televizyon gibi bize yabancı değildi.

Sevgili Okuyucu! Dostlar gibi nesneler de bizi dünyaya veya ötelere çağıranlar olmak üzere ikiye ayrılırlar. Kimi nesneler nefislerimizi kamçılar, gösteriş ve üstün gelme gibi duygularımızı tetiklerler. Kimi nesneler de bize kâinatta ne kadar küçük ve aciz olduğumuzu hatırlatır, bizi kibir ve gurur gibi şeylerden sakındırırlar.

İşte Eski Radyo da benim için baktıkça, tevazulu ve gösterişsiz bir hayat anlayışının erdemini yansıtmaktaydı. Nostaljik bir değeri olduğu için değil, yaptığı bu çağrışımlardan dolayı kıymetliydi.

İlk ayrılış

Eski Radyonun kıymetini fark edişim ise ondan ayrı kaldığım bir dönemde oldu. Zihnimde bunca çağrışımlar yaptıktan sonra yaşadığımız çağın gereği olarak Eski Radyo ile ayrılmak zorunda kaldık. Gerçi birçokları ondan ayrılalı yıllar olmuştu. Her ne kadar biz bunu geciktirmiş olsak da sonuç değişmeyecekti.

Lise yılları bitip Sivas’ta ilahiyat fakültesine başlayınca, hemen o sene bir bilgisayar aldım. Artık Mehmet Zahid Kotku Efendi ve Esad Coşan Hoca’nın bütün sohbetlerini bilgisayarda dinliyordum. Eski Radyoya ise ara sıra şöyle bir göz ucuyla bakıyordum.

Fakülte bittikten sonra Şırnak’ın Uludere ilçesine öğretmen olarak gitmemle birlikte onunla yolumuz iyiden iyiye ayrılmış oldu. Dağlarla çevrili bu küçük ilçede sadece Eski Radyoya değil oralarda pek rastlamadığım tarihi eserlere de hasret kalacaktım.

Evlenip İstanbul’a yerleştiğimde ise hayat telaşesinden olmalı, bir müddet Eski Radyo hiç aklıma gelmedi. Zaten İstanbul’daki bu ilk yıllarım gayet endişeli ve huzursuzdu. İstanbul hayatı annemi de etkilemiş olacak ki her zaman radyo dinleyen annem, artık televizyonun başındaydı.

Televizyon başında dediysem çok şükür annemi bu yaşıma kadar bir defa bile dizileri takip ederken görmemiştim. Nice hayatların televizyon karşısında tükendiği, nice zamanların dizilerin yeni bölümlerini beklerken heba olduğu böyle bir devirde annem televizyonda genellikle hocaların sohbet programlarını ya da haber programlarını izliyordu. Artık Eski Radyo da yaydığı feyizler de ortalıkta görünmüyordu.

İstanbul hayatımın üçüncü senesinde İstanbul’a da biraz alışmamla birlikte odamda bir şeylerin eksikliğini hissettim. Kitaplığımdaki kitapların görüntüsü bir miktar ruhumu tatmin etse de neden masamın üzerinde Eski Radyo olmasındı? Neden yazılarımı yazarken ara sıra ona bakıp da ondan ilham almayaydım?

Bu eksikliği fark etmemle birlikte, Eski Radyonun izini sürmeye başladım. Onun yanı sıra annemin babaannesinden kalma kurmalı saati ve anneannemin köyden getirdiği eski kilimi de aramaya başladım.

Çok şükür bugün üçüne de kavuştum. Bu yazıyı yazarken şuan Eski Radyo ile göz gözeyim. Eski Kilim ve Eski Saat de hemen yanı başımdalar. Bana lisan-ı halleriyle bir şeyler anlatıyorlar. “İçli Ses” gibi tatlı tatlı vaaz-u nasihat ediyorlar.

Aydın Başar/ İrfanDunyamiz.com

İSKENDERPAŞA ÇEVRESİ İRFAN DÜNYAMIZ

İrfan Mektebi ↗

Sevdirici, müjdeleyici üslupla yazılmış hayata dair yazılar okumak için tıklayın.

Gönül Dünyamız ↗

Gönül insanlarına dair bam telinize dokunacak yazılar okumak için tıklayın.

Şunlara Gözat

Halil Atalay hoca yüreklere dokunmuştu…

1959 yılı Ramazan ayının Kadir gecesinde Eskişehir’in Mihalıççık ilçesi Çalkaya köyünde doğdu. İlkokulu Çalkaya Köyü …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.