Hadislerle Ehl-i Kitap gerçeği…

Resûlullah sallellahu aleyhi ve sellem, Yahudi ve Hristiyanlara nasıl bakıyordu? İtikaden onları nereye koymaktaydı? İlimlerine güveniyor muydu? Siyasal ilişkileri nasıldı? Kitap ehlinin uhrevi durumlarıyla ilgili hadislerde neler vardır? Bu soruların cevaplarını Resûlullah’ın hadislerinde arayacağız. Konuyla ilgili onlarca rivayet olmasına rağmen sadece bir iki rivayet bulup onlar üzerinden kitap ehli güzellemesi yapmak ilmilikten uzaktır. Tefsirde Peygamber Efendimiz’in açıklamalarına yer vermemek, kadük bir yorumdur. Zaten bunlar yerine getirilseydi, Yahudilik ve Hristiyanlık için semavi, ilahi ve İbrahimi ifadeleri asla kullanılmazdı. 

Kitap ehli ifadesi Yahudiler ve Hristiyanlar için kullanılmış bir kavramdır. Müslümanlar için kullanılmadığını biliyorduk. Fakat şu rivayet bizleri düşündürmektedir. Resûlullah buyuruyor ki: “Ümmetimden kitap ehli ve süt ehli helak olacaklardır” buyurdu. Bunun üzerine Ukbe bin Âmir; “Kitap ehli kimdir?” diye sorunca Peygamber Efendimiz şu cevabı verdi: “Allah’ın kitabını öğrenip de onunla iman edenlere karşı mücadele edenlerdir” dedi. “Süt ehli kimdir?” diye sorunca da şu cevabı verdi: “Şehvetlerine tabi olup (meralarda hayvanlarını otlatan, kazancını amaç edinen ve) namazlarını geçiren kimselerdir.”[1]

Ehli Kitab kimdir?

Burada Resûlullah, kitap ehli ifadesini Kur’an-ı Kerim’i öğrenip de içindekilerle Müslümanların inanç ve amellerini sarsmaya çalışan, bilgiyi zalimlerin ve kâfirlerin lehine kullanan sözde Müslümanları kast etiği anlaşılıyor. İlim Allah için tahsil edilir ve O’nun rızasına muvafık şekilde davranışa dönüştürülür. Şeytani yolda kullanılan bilgi, küfre hizmet ettiğinden dolayı büyük vebale sebep olur. Bu tip insanlar için Peygamber Efendimiz izafi anlamda veya lügaten kitap ehli ifadesini kullanmıştır. Ders almak ve hadisin takbih alanından çıkmak için üzerinde düşünülmeye değer bir rivayettir.

Kur’an-ı Kerim’deki kitap ehliyle alakalı Resûlullah’ın çok yönlü açıklamaları vardır. Resûlullah sallellahu aleyhi ve sellem, kitap ehlini müşrik olarak görmüştür. Onun bu görüşü Kur’an’a uygundur. Âl-i İmran Suresi 67. ayet, Maide Suresi 72. ayet ve Tevbe Suresi 30-31. ayetler kitap ehlinin müşrik olduğunu belirten sadece birkaç örnektir. Kur’an onları nasıl müşrik sayıyorsa, Resûlullah da vahyin beyanına uyarak Yahudi ve Hristiyanlara müşrik nazarıyla bakmıştır.

Hayır yoktur

Resûlullah Efendimiz, Uhud Savaşı’na çıkarken arkadan Abdullah bin Selam’ın kabilesi olan Beni Kaynuka’dan bir grup yardıma gelmişlerdir. Gelenlerin kim olduklarını Peygamber Efendimiz sallellahu aleyhi ve sellem sorduğunda; “Benî Kaynuka” cevabını vermişlerdir. “Müslüman olarak mı geldiler” diye Resûlullah sorunca, “hayır” demişlerdir. Bunun üzerine Peygamber Efendimiz; “Dönüp gitsinler. Ben, müşriklerin yardımlarını istemem” buyurmuştur.[2]

Kitap ehlini, Resûlullah müşrikler diye anmıştır. Çünkü Yahudiler de Hristiyanlar gibi Allah’a çocuk isnat eden sapık bir güruhtur.[3] Bu çerçevede şu rivayet konuyu daha netleştirmektedir: “İnsanlardan duyduğu sıkıntı verici şeylere karşı hiç kimse Allah’tan daha sabırlı değildir. Kendisine şirk koşanları bile rızıklandırmaktadır.[4] Zatına oğul isnat edenlere afiyet verip üzerlerinden belaları defetmekte ve onları rızıklandırmaktadır.”[5]

Peygamber Efendimiz, Allah Teâlâ’ya çocuk isnat eden güruhu müşrikler içerisinde saymıştır ki Yahudiler de, Hristiyanlar da bu gruba girmektedirler. Hatta bir defasında Hazreti Selman el-Fârisi, Hristiyanlarla ilgili bir soru yönelttiğinde Resûlullah; “Onların kendilerinde de dinlerinde de hayır yoktur cevabını vermiştir.”[6]

Ölçü bellidir

Resûlullah hiçbir zaman Yahudi ve Hristiyanları iman ehlinden saymamıştır. Vali Amr bin Hazm’a gönderdiği mektupta, iman ehlinden olmanın ölçüsünü şöyle belirlemiştir: “Yahudi ve Hristiyanlardan kim ki samimiyetle Müslüman olur ve din olarak İslâm’ı tercih ederse o mü’minlerdendir.”[7] Kitap ehlinin inanç biçimlerini şirk olarak gören Resûlullah; “Her doğan çocuğun fıtrat (dini olan İslâm) üzerine doğduğunu söyleyip ana ve babaların çocuklarını sonradan Yahudileştirdiklerini, Hristiyanlaştırdıklarını veya Mecusileştirdiklerini” beyan etmiştir.[8] Bu önemli rivayet açık bir şekilde Yahudilik ve Hristiyanlığın veya İslâm karşıtı diğer dinlerin fıtrattan sapmak olduğunu beyan etmektedir. Unutulmamalı ki İslâm’ın dışındaki tüm dinler batıldır.[9]

Her iki grup da kendilerine gelen kitaplarını parçalamışlar; kitaplarının bir kısmına iman edip bir kısmını da reddetmişlerdir.[10] İslâm’daki genel kural şudur: her kim ki şeriatın hükümlerinden her hangi bir şeyi inkâr edecek olursa kelime-i tevhidi iptal etmiş olur.[11] Peygamber Efendimiz, Hristiyanlara gönderdiği valilere, şayet onlardan biri Müslüman olmak isterse şöyle demesini istemiştir; “Şehadet ederim ki Allah’tan başka ilah yoktur. O tektir ve asla ortağı olamaz. Yine şehadet ederim ki Muhammed O’nun kulu ve elçisidir. İsa’da Allah’ın kulu ve elçisidir. “Ol” emriyle Meryem’de yarattığı bir ruhtan meydana gelmiştir. Cennet haktır, cehennem de haktır.” Bunu söyleyen bir Hristiyanlarına kimseyi yaptığı ameller (az veya çok da olsa neticede) cennetine kor.”[12]

Peygamber Efendimiz, bu rivayette kitap ehline şehadetin keyfiyetiyle ilgili bir telkinde bulunup onları, Allah Teâlâ’ya çocuk isnat etmek şirkinden kurtarmaya çalışmıştır. Sahabe de Resûlullah’ın yolunda giderek Hristiyanları müşrik görmüşlerdir. Sahabenin büyüklerinden Abdullah bin Ömer’e Yahudilerden ve Hristiyanlardan hanımlarla evlenmenin hükmü sorulduğunda; “Allah, müşriklerle evlenmeyi haram kılmıştır. Allah’ın kullarından bir kul olan İsa’ya rab demekten daha büyük şirk olabilir mi?” demiştir.[13]

Tevhide davet

Kitap ehlinin, peygamberlerini rab edinmemeleri için Hazreti Muhammed sallellahu aleyhi ve sellem, Yemen’e vali olarak gönderdiği Hazreti Muaz’a şu talimatı vermiştir: “Sen, kitap ehli bir kavme gidiyorsun. Onları önce Allah’ın birliğini kabul etmeye davet et.[14] Sonra da onları benim, Allah’ın peygamberi olduğuma imana çağır…”[15] Allah Teâlâ’yı tek ve eşsiz kabul eden bir kimse O’na çocuk isnat etmez. Şirkin her türlüsünden uzak durur. Yahudi veya Hristiyan birisi İslâm’a girmek isterlerse; “Eşhedü enlâilahe illallahü ve enne Muhammeden abduhu ve resuluhu” der, Hristiyanlıktan ve Yahudilikten teberri eder/uzaklaşır.[16] Bu tevbenin içeriğinde her iki dindeki şirkten uzaklaşma da vardır.

Ayetlerde ve hadislerde açıkça anlatıldığı gibi, itikaden şirke saplanan kitap ehlinin Hazreti Muhammed sallellahu aleyhi ve sellem’in risaletiyle de sorunları vardır. Kitap ehlinin risalet anlayışı biraz ırkçı, biraz da inadi küfre dayanmaktadır. İsrailoğullarından peygamber bekleyen Yahudiler, Hazreti Muhammed sallellahu aleyhi ve sellem’e baştan beri düşman olmuşlardır. Aynı geleneğin devamı olan Hristiyanlar da Resûlullah’ı kabul etmemişler ve onun vasıflarını her zaman gizlemeyi tercih etmişlerdir.

Müslümanlar, peygamberler arasında ayırım yapmadıklarını her gün yatsı namazından sonra okudukları Bakara suresinin 285. ayetinde yinelerler. Peygamberler arası ayrım yapmanın kâfirlik olduğunu bilirler.[17] Zira Allah’a iman, ayırım yapmadan bütün peygamberlere iman etmeyi zorunlu kılar.[18] Peygamberlik kurumu Hazreti Âdem aleyhis selam’dan itibaren müteselsilen Hazreti Muhammed sallellahu aleyhi ve sellem’e kadar devam etmiştir. Allah Teâlâ’nın gönderdiği peygamberler arasında iman bakımından ayırım yapılmaz, bir peygamberi inkâr eden bütün peygamberleri reddetmiş sayılır.

Risalete iman

Resûlullah, risalete imanın tevhidin ikinci rüknü olduğunu açıkça beyan etmiştir. Şu hadis bu konuda önemli bir hüccettir: “Kim, Allah’tan başka ilah olmadığına, Muhammed’in O’nun elçisi olduğuna gönülden ve samimiyetle iman eder, sonra da bu iman üzerine ölecek olursa cennete girer.”[19] Peygamber Efendimiz, risalete iman etmeden cennetlik olmanın mümkün olmadığına vurgu yapmıştır.

Konumuzla ilgili şu olay önemlidir: “Kitap ehlinden bir genç Peygamber Efendimiz’e hizmet ederdi. Bir gün hastalandı ve Resûlullah onu ziyaret etti. Durumu ağırlaşınca Peygamberimiz, “Allah’tan başka ilah olmadığına, benim de O’nun elçisi olduğuma şehadet eder misin?” deyince genç, babasına bakmaya başladı. Babası, Resûlullah’ın söylediklerini söylemesini istedi, genç şehadet getirip öldü. Peygamber Efendimiz, “Kardeşinizin cenaze namazını kılınız” buyurdu.[20] Bu rivayetin muhtevasında hem Allah Teâlâ’nın vahdaniyetine iman, hem de Hazreti Muhammed sallellahu aleyhi ve sellem’in peygamberliğini kabul vardır. Tevhidin her iki rüknü de verilmiştir. Kitap ehlinden birisi Resûlullah’ın risaletine iman ederek kurtuluşa ermiştir.

Resûlullah, azat edilmesi gereken bir cariyeye; Allah Teâlâ’ya, kendisinin peygamberliğine ve ahiret gününe iman etmeyi sormuş, olumlu cevaplar alınca azat edilmiştir.[21] Hazreti Muhammed sallellahu aleyhi ve sellem’in peygamberliğine imanın şart oluşuna dair onlarca rivayet vardır.

Onu çok iyi tanırlar

Kur’an-ı Kerim’deki iki ayet de Kitap ehlinin Peygamber Efendimiz’i tanıma keyfiyetlerini bize haber vermektedir. Bunlardan birisi Enam Suresi 20. ayet, diğeri de Bakara Suresi 146. ayettir. Nüzulü diğerinden önce olan şu ayettir: “Kendilerine daha önce Kitap verdiklerimiz, (yani Yahudi ve Hıristiyan bilginleri, Muhammed’in gerçek bir Peygamber olduğunu pekâlâ bilir, hattâ) onu kendi öz evlatlarını tanıdıkları gibi tanırlar. Fakat bile bile kötülüğü tercih ederek kendilerine yazık edenler, (çıkarlarına ters gördükleri için Kur’an’a) inanmazlar.”[22]

Konuyla alakalı diğer ayet şöyledir: “Kendilerine daha önce Kitap verdiklerimiz, (yani Yahudi ve Hıristiyan bilginleri, kıblenin değiştirilmesine yönelik emrin Allah’tan geldiğini ve bu emre muhatap olan Hazreti Muhammed’in hak Peygamber olduğunu pekâlâ bilirler ve) onu kendi öz evlatlarını tanıdıkları gibi tanırlar fakat yine de içlerinden bir kısmı, (kıskançlık ve bencillikleri yüzünden) gerçeği bile bile gizlerler.”[23]

Resûlullah’ı kitaplarında okumasalar ve onunla ilgili bilgileri edinmeselerdi, Yahudiler gelip de onun doğacağı ve hicret yurdu seçeceği topraklarda yurt tutmazlardı. Konuyla ilgili şu rivayet oldukça manidardır: Hazreti Ömer radıyellahu anh, aynı zamanda bir Yahudi âlimi olan Abdullah bin Selam’a; “Gerçekten öz oğlunu tanıdığın gibi Resulullah’ı tanıyor muydun?” deyince Abdullah bin Selam şu cevabı vermiştir. “Öz oğlumdan daha iyi tanırım. Allah Teâlâ, gökteki eminini, yerdeki eminine tüm nitelikleriyle beraber göndermiştir. O nedenle onu görür görmez tanıdım.”[24]

Yine Abdullah bin Selam’dan şöyle bir rivayet vardır: “Resûlullah Medine’ye geldiğinde insanlar onun yanına gidiyorlardı. Ben de onu görmek için yanına gittim. Yüzünü görünce hemen tanıdım. O yüz asla bir yalancının yüzü olamazdı. Ondan ilk işittiğim şey; ‘Ey insanlar! Selamı aranızda yayınız. Yoksulların karınlarını doyurunuz. Akrabalarınızla alakanızı kesmeyiniz. İnsanlar gece uyurlarken kalkın namaz kılın ve selametle cennete giriniz’ sözüdür.[25] Bu rivayetler yukardaki ayetlerin tasdiki mahiyetinde, kitap ehlinin Resûlullah’ı en iyi biçimde tanıdıklarına dair örneklerdir.

Tevrat ve İncil’de

Tevratta Peygamber Efendimiz şöyle tanıtılmıştır: “Muhammed, peygamber olarak seçtiğim bir kulumdur. Kaba ve katı biri asla değildir. Sokaklarda bağırıp çağırarak konuşmaz. Kötülüğe kötülükle cevap vermez. Affeder ve bağışlar…”[26] İncil’de de aynı vasıflarla tanıtılmıştır.[27] Ayrıntılı tanıtımını bildiği için Rahip Bâhira daha onu çocukken tanımıştı.

Yüce Allah’ın Resulullah’ı tüm peygamberlere bildirip ondan bahsettiğine dair şu rivayet önemlidir: “Hazreti Muhammed sallellahu aleyhi ve sellem kırk yaşına geldiğinde Yüce Allah, onu tüm âlemlere rahmet ve müjdeci olarak göndermiştir. Daha önce gönderdiği her peygamberden Allah Teâlâ, ona iman ve tasdik konusunda söz almıştır. Ona muhalefet edenlere karşı yardım edeceklerinin taahhüdünü istemiştir.”[28]

Geçmiş peygamberlerden alınan ahde şu ayet de işaret etmektedir: “Hani Allah, kendilerine kitap verilenlerden, “Bu kitabı (bütün hükümleriyle) insanlığa bildirecek, onu asla gizlemeyeceksiniz! (Özellikle de, geleceği müjdelenen Son Elçi geldiğinde, ona mutlaka iman edeceksiniz!” diye söz almıştı. Ama onlar, antlaşmayı hiçe sayarak onu kaldırıp arkalarına atıverdiler ve (Allah’a verdikleri sözü; servet, makam, şan, şöhret gibi) basit menfaatlerle değiştirdiler. Ne kötü bir alışveriş yapıyorlar!”[29]

Hasan el Basri; “Bu ayetin beyanına göre Allah Teâlâ, kitap ehlinin âlimlerinden Resulullah ve İslâm hakkında gerekli açıklamaları yapmaları, hiçbir şeyi gizlememeleri hususunda söz almıştır. Ayrıca hüküm tüm âlimler için geçerlidir” demiştir.[30] Hazreti Muhammed sallellahu aleyhi ve sellem’in sıfatlarını ve dinini açıklamak ve onun getirdiklerini gizlememek konusunda söz veren Yahudi uleması, bazı geçimlikler uğruna bu sözlerinde durmamışlardır.[31]

Hak katında din

Bu açıklamaları ilk kaynaklardan almamızdaki amaç, kitap ehlinin Resûlullah’ı bilmelerine rağmen onun kendisine ve getirdiklerine inat uğruna karşı çıkışlarını sergilemektir. Kitap ehlinin Hazreti Musa aleyhis selam’ın ve Hazreti İsa aleyhis selam’nın getirdiği hak dinle bir alakaları olsaydı Hazreti Peygamberi tasdik ederler ve ona düşmanlık göstermezlerdi.

Şu hadis Peygamber Efendimiz’in din tanımıyla ilgili önemli ipuçları vermektedir: “İsa bin Meryem’e dünyada ve ahirette en yakınınız benim. Zira peygamberler, babaları bir anneleri ayrı kardeşler gibidirler. Hepsinin dinleri birdir (ama uygulamaları farklıdır). İsa ile benim aramda peygamber yoktur.”[32] Peygamber Efendimiz bu hadisinde Allah Teâlâ’nın gönderdiği Yahudilik ve Hristiyanlık gibi dinlerin olmadığına işaret etmiş ve bütün peygamberleri getirdiği dinlerin adının İslâm oluşuna vurgu yapmıştır.

Daha önce de beyan etiğimiz gibi, günümüz Yahudilik ve Hristiyanlığının ilahi ve semavi bir tarafı yoktur. Tabiin’in büyüklerinden ve Resûlullah dönemine en yakın âlimlerden Hasan el-Basri Kitap ehliyle alakalı şu görüşü serdetmiştir: “Yahudilik ve Hristiyanlık bidattır. İslâm’ın dışındaki dinler batıldır.”[33] Müfessir Taberi’de benzeri kanaattedir. Şu görüş Taberi’ye aittir: “İsrailoğulları, Allah’ın Hazreti İsa aleyhis selam ile gönderdiği hak dinini değiştirdiler ve vahye karşı geldiler. Böylece yahudileştiler ve hristiyanlaştılar.”[34]

Sonradan çıkmış ve kurucuları insanlar olan “bidat dinleri”,  “vahiy tecrübesi” diye nitelemeyi ilmi olmayan, Kur’an’dan kopuk ve köksüz yaklaşımlar olarak görüyoruz. Böyle gördüğümüz için Kur’an bütünlüğünde bir kitap ehli değerlendirmesi yaptık.

Dr. Mehmet Sürmeli/ İrfanDunyamiz.com

1 Hâkim, Müstedrek, Had. No: 3417, c. II.  s. 406.
2 Hâkim, Müstedrek, Had. No: 2564, c. II, s. 133.
3 Bak. Tevbe 9/30
4 Ahmed Müsned(tah: Muhammed Derviş), c. VII, s. 131.
5 Ahmed, a.g.e. c. VII, s. 151.
6 Hâkim, Müstedrek, Had. No: 6543. C. III, s. 697.
7 İbni Hişam, es-Siret’ü-n Nebeviyye, c. IV s. 239.
8 Abdürrezzak, Musannef, had. No: 20087, c. XI, s. 119.
9 Mukatil, Tefsir, c. III, s. 254.
10 Hâkim, Müstedrek, Had. No: 3353, c. II, s. 386, Heysemi, Zevaid, c. VII, s. 46.
11 Serahsi, Ebubekir Muhammed b. Ahmed, Usül, c. I, s. 73.
12 Buhari, 60, Enbiya, 47, c. ıv, s. 139.
13 Buhari, 68, Talak, 18, c. VI, s. 172.
14 Buhari, 97, Tevhid, I,  c. VIII, s. 164; Müslim, 1,İmani 7, Had.no: 29, c. I, s. 50.
15 Ahmed, Müsned, (tah: Mhammed Şakir), Had. No: 2071, c. III, s. 342; Nesai, 23,  Had. No: 1, c. IV, s. 4.
16 Cezerî, Abdurrahman, el-Fıkhü ala mezahib’i-l erbea, c. V. S. 438.
17 Bak: Nisa 4/150-151
18 Hazin, Lübab’ü-t Te’vil, c. I, s. 309.
19 Ahmed, Müsned, c. V, s. 229.
20 Heysemi, Zevaid, c. III, s. 42.
21 Abdürrezzak, Musannef, c. I, s. 175; Heysemi, a.g.e. c. I, s. 23.
22 Enam 6/20
23 Bakara 2/146
24 Nahhas, Ebu Cafer, Meân’i-l Kur’ an, c. II, s. 407.
25 İbni Mace, Zühd, Had. No: 3251, c. II, s. 1083.
26 İbni Sâd, Tabakat, c. II, s. 122.
27 Hâkim, Müstedrek, Had. No: 4224, c. II, s. 671.
28 İbni Hişam, es-Siret’ü-n Nebeviyye, c. I, s. 264.
29 Âl-i imran 3/187
30 Hasan el-Basri, Tefsir, c. I, s. 61.
31 Mukatil b. Süleyman, Tefsir, c. I, s. 208.
32 Ahmed, Müsned, (tah: Muhammed Şakir), c. XVI, s. 107.
33 Hasan el-Basri, Tefsir, c. I, s. 37.
34 Taberi, Câmi’ü-l Beyan, c. XI, s. 690.

İstikamet Yazıları ↗

İslam’ın şuur boyutuna vurgu yapan yazıları okumak için tıklayın.

Kaynak Metinler ↗

İlim yolcuları için derlenmiş temel dini metinlere ulaşmak için tıklayın.

Şunlara Gözat

İz bırakan mal müdürü Neşet Özerdem

Bir mal müdürü düşünün, Türkiye’nin çeşitli yerlerinde görev yapmış ve her gittiği yerde iz bırakmış. …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.