Melek Osman Hoca derlerdi onun adına…

İnsanlar bu fani dünyada sahip oldukları karakterlerine uygun sıfatlarla özdeşleştirilirler daima… Hatta öyle olur ki, insanların zamanla isimleri unutulur ama karakterleri dolayısıyla aldıkları sıfatlar asla unutmaz. İyilik yapanlar iyilikleri ile kötülük yapanlar da kötülükleri ile yâd edilirler.

Her türlü güzel vasıfların zirvesinde olan İki Cihan Güneşi Peygamber Efendimiz sallellahu aleyhi ve sellem’e daha kendisine vahiy gelmeden insanlar arasında “Muhammedü’l Emîn” denilmesi bu yönüyle çok dikkat çekici bir husustur.

Diğer taraftan Ebû Cehil’in esas adını çoğumuz bilmiyoruz ama kötü davranışları neticesinde aldığı “Cehaletin Babası” lakabını muhtemelen birçoğumuz bilmektedir.

Bir güzel insan

İnsan hayatı boyunca çeşitli vasıflarla vasıflandırılan birçok insanla karşılaşıyor. Kimisi bu vasıfları belki hak ediyor, belki hak etmiyor. Ben de sizlere bu yazımda kendisine verilen lakabı hak ettiğini düşündüğüm bir güzel insandan bahsetmek istiyorum.

Allah izin verirse, benim için çok önemli olan, birçok İmam-Hatiplinin de gönlüde gizli bir kahraman olan, en güzel vasıflardan biri olan “Melek” lakabı ile tanınan merhum Melek Osman Çınar Hocamızdan bahsedeceğim.

1990’lı yıllar kalbimizi ve gönlümüzü İmam-Hatipli olmanın heyecanının sardığı, bu imrenilen konumun mesuliyetlerini omuzlarımızda hissettiğimiz yıllardı.

Orta kısmın birinci sınıfına 1990–1991 eğitim-öğretim yılında başlamıştım. Kalbimde, Peygamber sallellahu aleyhi ve sellem ahlâkı ile donanmış nice güzel insandan birçok güzellikler görüp öğrenme arzusu ve heyecanı vardı. Nitekim öyle de oldu. Çünkü Kur’ân ve Sünnet’in ahlâk anlayışını öğretmek ve bu pratik bilgileri hayata aktarmak bizim dönemimizde İmam-Hatiblinin en büyük hayali idi… Bu hayâllerin gerçekleşmesi ise Kur’ân ve Sünnet ahlâkına sahip örnek eğitici ve öğretici kimselerin varlığına bağlıydı.

Gözlerimiz ve kulaklarımız, bu güzel ahlâka sahip hocalarımızı arıyor ve elhamdülillah bu aramalar sonuçsuz kalmıyordu. Onların her hareketi, her sözü, jest ve mimikleri bizim için bir değere sahipti. Esprileri, oturup kalkmaları, gülmeleri kısaca her şeyleri bizim için önemliydi.

Melek diyorlardı

Arkadaşlar arasında, hocalarımıza verilen sıfatlar hakkında konuşurken, “Melek Osman” isminde bir hocamızın ismi zikredilmişti bir defasında. Şaşırmıştım, melekler yemeyen, içmeyen, nefsani istek ve arzulardan uzak kendilerini Yüce Allah’a kulluğa adamış varlıklardır. Neden bu sıfat hocamıza verilmişti ki? Bu yönüyle kimse melek olamazdı ama belki sahip olduğu güzel ahlâkı sayesinde böyle anılıyor olabilirdi. Hemen sordum; “Bu hocamızın soyadı nedir?” diye.

Daha büyük bir şaşkınlık, bu sorunun cevabında beni bekliyormuş da haberim yokmuş. Cevabı alınca hayretler içerisinde kaldım. Çünkü bahsedilen kişi okulumuzun müdür yardımcısı olan, kendisinin yönlendirmesi neticesinde İmam-Hatip camiası ile tanıştığım sevgili amcam Osman Çınar’dan başkası değilmiş. Aslında biliyordum amcamın melek gibi güzel bir ahlâka sahip olduğunu ama bu kadar öğrencisi ve arkadaşları nereden anlamışlardı bunu?  

Biraz sonra şaşkınlığımı atlatıp biraz kendime geldiğimde, kendi kendime şöyle söylendim: “İnsanlar, çevreleri ile çok sıkı ilişkiler kurarlar. Sen neden şaşırıyorsun ki, amcam yıllardır bu topluluğun, bu güzel insanların arasında, elbette onun güzel ahlâkını ortaya çıkaracak birçok olaylar yaşanmıştır. Etrafındaki insanlar da bu vesileler ile ona böyle bir lakap takmışlardır.”

Neticede; “Bakalım, artık bizde hasbel kader bu camianın içerisindeyiz, amcamı bir kez daha tanıma imkânına kavuştum, bazı şeyleri zamana bırakalım, o, bize gerçekleri bir bir gösterir” diye kalbimden geçirdim.

O bir örnekti

Artık amcamın her hâlini, her hareketini, her sözünü daha bir titizlikle ve hayranlıkla izliyordum. Hangi olay karşısında nasıl bir davranış sergiliyordu; merakla takip ediyordum.

Bakıyordum, yumuşak huylu davranıyordu insanlara, kolay kolay sinirlenmiyordu. Kim olursa olsun muhatabını ciddiyetle dinliyor, sorunu olanlara ciddî çözüm önerileri sunuyordu.

Bir gün arkadaşlarının mezuniyet albümüne amcam için şöyle yazdıklarını okumuştum: “Kendini kitaplara veren arkadaşımız bilhassa Arapçaya düşkündür. Samimi olup sınıf yoklamalarında gayet titiz davranır. Her meseleyi ciddiyet açısından değerlendiren arkadaş, arkadaşlar arasında “Hâfız” lakabıyla şöhret bulmuştur.”  Demek ki amcam gençken de böyleymiş, ciddiyete önem verirmiş.

Çileli bir hayat

 Amcamın okul hayatı çok çilelerle geçmişti. Uzaklara dalan nemli gözlerle anlatırdı rahmetli bu acı hatıralarını bana…

İmam-Hatip Lisesi’ni yatılı okuyuşunu,  ailesinden uzakta gurbetle ilk defa tanıştığı bu ıssız sokakları…

Ardından Kayseri Yüksek İslâm Enstitüsüne gidişini, memleketine gelemeden geçirdiği yazların buruk geçen günlerini…

Elbeyli’nin Kahyalı köyündeki mütevazı baba evine geldiğinde yaşadığı heyecanı, herkesin nasıl ekin ve harman telâşı içerisinde olduğunu ve ne kadar güzel yığınlar yığdığını…

Yüksek İslâm Enstitüsü’nün ardından Adıyaman Lisesi’ndeki öğretmenlik günlerini…

Küçük kardeşi, hanımı ve daha kucakta olan biricik kızıyla gurbetin tadının hücrelerinin en ücra köşesine kadar hissedişini…

Sağ-sol kavgaları ile birçok eve ateşlerin düşürüldüğü karışık dönemleri… “Görev mukaddes, sorumluluk ağır” derdi bu dönemler için.

Aradan geçen yılları ve Sivas İmam-Hatip Lisesi’ne öğretmen olarak atanışını…

1979 yılında eğitim-öğretim gördüğü aynı okulunda bu defa öğretmen olarak bulunuşunu…

Çektiği sıkıntıların hepsini gönlünden geçirerek, nemli gözlerle yâd ediyordu amcam.

Hatıralar unutulmuyor

Düşünüyorum da ne de çok hatıralarımız olmuş melek huylu amcamla. Bir gün sınıftan çağırtmıştı bizi amcaoğlumla beraber. Biz “acaba bir problem mi var” diye kafamızdaki soru işaretlerine cevap ararken amcamın; “Şu kalem, defter, elbise ve diğer malzemeleri sınıfınızda ihtiyaç sahibi olan filan filan arkadaşlarınıza iletin” sesiyle irkildik… “Biz verirsek belki gururlarını incitmiş oluruz” diyordu amcam…

Başka bir gün amcamların evine bir iş için gittiğimi hatırlıyorum. Yengem; “Amcanın okulda, işleri varmış” demişti. Ben de okula doğru yola koyuldum ama “Hafta sonu ne işleri var acaba okulda” diye düşünmeden de edemedim. Okula geldiğimdeki amcamın o hâli hiç gitmez gözümün önünden… Bir işçi gibi giyinmiş, okulun duvarlarına alçı çekiyordu büyük bir azim ve büyük bir zevkle.

Sivas Et Balık Kurumu’nun karşında, Kızılırmak kenarında bir yere pikniğe gitmiştik. Aniden bastıran yağmurun altında hepimiz bulduğumuz çalıların altına sığınmak zorunda kalmış, birbirimizin bardaktan boşanırcasına yağan yağmurla ıslanmış hâline gülmekten kendimizi alamamıştık…

Bu güzel insanla yaşadığımız anılardan hangisini paylaşsam diye zorlanıyorum inanın. Çünkü onun her hareketinde bir ders vardı. Bir gün pikniğe giderken; “Bak Fatih! Şu yolda gördüğün uzun çizgiler trafikte bir duvar gibidir. Onları sakın ihlâl etme, sürücüler de zaten bu çizgiyi asla ihlâl etmezler” demişti…

Yine bir Pazar günü akşamüzeri oturmaya gelmişlerdi bize. Ben de Arapça çalışıyordum ertesi günkü Arapça dersine hazırlık olması için. ‘Cuhâ’ başlığını bir türlü sözlükten bulamıyordum. Amcamlar geldiler ve ben büyük bir heyecanla hemen kitabı önüne koydum; “Amcacığım, şu kelimeyi bulamadım sözlükten, parça neyi anlatıyor? Dedim. Gülümsedi… “Cuhâ, Arapçada Nasreddin Hoca için kullanılan bir kavramdır, burada anlatılan hikâyede ‘Kim Müslüman kardeşinin kuyusunu kazarsa bir gün o da oraya mutlaka düşer’ mesajı ile biten bir okuma parçası’ demişti.         

Ayaktakiler soldan: Salih Şahin, Bekir Bostancı, Osman Kılıç, Osman Çınar, Nuri Çakan

Okula çok bağlıydı

Onu yakından tanıyanlar her defasında; “Beni okuldan ancak ölüm ayırır” deyişindeki samimiyet ve sadakate hayran kalıyorlardı. Nitekim söylediği gibi bir sonla hayatı sona erdi. Bir Cuma günü öğrenciler İstiklâl Marşı için sıraya girerken amcam Abdullah Elbay Hocamızın dizinde Kelime-i Şehâdet getirerek okulumuzun hademelerinin odasında bu fani âleme veda etmişti. 27 Mayıs 1995…

Arkadaşlarına; “Azrail’in nefesini bugün ensemde hissediyorum” demiş o gün… En son dersinde de; “Çocuklar içim yandı, bana bir bardak su getirin” cümleleri belki de son sözleriydi… Ve… Vuslat…

Tanıyan, ismini duyan, öğrencisi olan, âmiri, memuru, komşusu, akrabası herkes tarafından sevilen Melek huylu, Melek Osman Hocamız artık sıfatını taşıdığı güzel varlıklar ile Melekler ile beraber olsun diye dua ediyoruz.

Şimdi bize onu rahmet ve minnetle anmak, arkasından hayır dua ve Fatihalar ile yâd etmek kalıyor.

Cenab-ı Allah’tan Melek Osman Amca’ma rahmet diliyor, makamının cennet olmasını talep ediyor ve bizlere de böyle arkamızdan hayırla yâd edilme nimetini vermesini niyaz ediyorum.  

Dr. Fatih Çınar/ İrfanDunyamiz.com

SİVAS ÇEVRESİ İRFAN DÜNYAMIZ

Gönül Dünyamız ↗

Gönül insanlarına dair bam telinize dokunacak yazılar okumak için tıklayın.

İrfan Mektebi ↗

Sevdirici, müjdeleyici üslupla yazılmış hayata dair yazılar okumak için tıklayın.

Şunlara Gözat

Kur’an’da insanın eşeğe benzetildiği üç durum

Bakalım size de ilginç gelecek mi… Kur’an’da bazı insanların durum ve tavırları üç noktada “eşek” …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.