Velilerin ahkâma dair hassasiyetleri…

Cenab-ı Allah Casiye Suresi 18. ayetinde şöyle buyurmuştur: “Sonra seni emrimizden bir şeriat üzere kıldık. Öyleyse sen ona uy, bilmeyenlerin hevalarına uyma.” Bu ayet-i kerimeyi merhum Elmalılı Hamdi Yazır şöyle tefsir etmiştir: “Emir, din işi veya Allah’ın emri demektir. Yani bu Kur’an’da açıklandığı üzere Allah’ın sana vahyettiği emir ve yasaktan bir büyük ve geniş yol, koskoca bir şeriat üzere seni görevlendirdik. Onun için o şeriata uy, kendini ona uydur da bilmeyenlerin hevâ ve heveslerine uyma. Allah’ın hükümlerine ilmi olmayan veya ilmin gereğine uymayan kimseler yalnız kendi zevk ve heveslerinin arkasında koşarlar.”

Bu ayetten anlaşıldığına göre Cenab-ı Allah, Peygamber Efendimiz sallellahu aleyhi ve sellem’in şahsında bütün müminlerden şeriat üzere olmalarını ve bilmeyenlerin hevasına uymamalarını istemektedir. Geniş anlamıyla şeriat, Allah tarafından insanlar için din olarak öngörülen hükümlerin bütünüdür. (Bkz. Kurtubî, Tefsir, XVI, s.163) Ömer Nasuhi Bilmen’in Istılahat-ı Fıkhıyye kamusundaki tanıma göre ise “şeriat”; din lisanında Cenab-ı Hakk’ın kulları için vazetmiş olduğu dini, dünyevi ahkâmın heyet-i mecmuasıdır.

Dört kapı

Tasavvuf büyükleri Allah’a giden yolun Şeriat, Tarikat, Marifet ve Hakikat olmak üzere dört kapısı olduğunu söylemişlerdir. Hacı Bektaşi Veli Hazretleri Makalat adlı kitabında bunları açıklarken her kapı için on ayrı makam sıralamış ve hepsini ayrı ayrı zikretmiştir. Es Seyyid Osman Hulusi Efendi de bir şiirinde bu dört kapıdan şöyle bahsetmiştir:

Şerîat¸ tarîkat resm-i râhımız
Hakîkat mârifet izz ü câhımız.
Tevhîddir hısnımız Hak penâhımız
Sanma bizi yoldan sapanlardanız

Bu tasniften de anlaşılacağı üzere tasavvufta, İslam dininin ahkâmına/ şeriata tabi olmak, bu yolun ilk kapısı yani girişi olarak nitelendirilmiştir. Bu kapının mahiyetini Yunus Emre Hazretleri; “Evvel kapı şerî‘at emr ü nehyi bildirir” diyerek açıklamıştır. Yunus Emre yine bir başka şiirinde; “Hakikat bir denizdir, şeriat onun gemisidir./ Çoklar girdi gemiye, denize dalmadılar” diyerek şeriatı denize, tarîkatı ise gemiye benzetmiştir. Hakikat ise o denizdeki incidir…

Kişinin tarikat yolunda ayağı kaymadan gidebilmesi için bu yola şeriat kapısından girmiş olması gerekir. Şeriatın ahkâmına uyabilmesi için de zarurat-ı diniye denilen bilgileri öğrenmesi icap eder. Bu temel atılmadan bir bina yapılacak olursa bu güçlü bir yapı olmayacaktır. Serüyüs Sekatî Hazretleri gidilecek sağlam yolu şöyle tarif etmiştir: “İnsan önce zühd ile işe başlar sonra hadis ve zahiri ilimleri tahsil ederse ayağı sürçer, hata eder; fakat önce hadisi ve zahiri ilimleri beller, sonra zühde ve tasavvufa intisab ederse işini sağlamlaştırmış olur.” (Süleyman Uludağ’ın yazdığı bölüm bkz. Mustafa Kara, Tekkeler ve Zaviyeler, İstanbul, 1990, s.24)

İlme sarılın

Özellikle dinde zayıflık ve bidatların yayıldığı zamanlarda bu ilimlere sarılmak daha da önem arz etmektedir. Bu konuda merhum Mahmud Sami Ramazanoğlu Efendi şöyle demiştir: “Şeriat asıldır ey birader. Vakit ahir zamandır. Ve dinde zaaf peyda olmuştur. Sünnetler terk edilmiş bidatlar yayılmıştır. Karanlık zamanlarda önemlinin de önemlisi olan ulum ve akaidin tahsiline gayret eylemek maksatların en büyüğüdür. “ (Prof. Dr. Vahit Göktaş, Mahmud Sami Efendi Hayatı ve Tasavvufi Görüşleri, s.91)

İrfan dünyamızda şeriatın çok ince bir çizgisi olduğuna dair bir söylem vardır. Merhum Ali Ulvi Kurucu hatıratında Konya Islah-ı Medaris hocalarından Fahri Efendi’den bu konuda şöyle güzel bir nükte paylaşmıştır: “Çocuklar, size tuhaf gelebilir belki, ama bilin ki, sıratın aynı, dünyada da vardır. Hocam, kıldan ince, kılıçtan keskin bu nasıl olur, diye aklınıza gelebilir. O, şeriattir, çocuklar. Dünyada şeriatin ahkâmını hakkıyla yaşamak, kıldan ince kılıçtan keskin bir iştir. Şeriatte, nefse değil, hakka teslim olmak vardır. Hayatta en zor şey, benliğini, şehvetini, arzu ve isteklerini hakka teslim edebilmek; her işini hakka uygun işlemektir… Peygamberler bunun için gelmiş, kitaplar, şeriatler bunun için inmiştir. Şeriat, hakka teslim olmak demektir. İnsanı, insan eden şeriattir…” (Ali Ulvi Kurucu, Hatıralar, 1, s. 89)

Bütün Allah dostları şeriatın ahkâmına uymaya büyük özen gösterdikleri gibi dervişlerine de şeriattan kıl kadar bile ayrılmamalarını öğütlemişlerdir. İmam Rabbani Hazretleri bu konuda şeyle söylemiştir: “Akıllı olan kimseye o düşer ki şeri hadlere tutuna ve kıl kadar olsa dahi onun ötesine aşmaya.” (Mektubat, Tercüme: Abdulkadir Akçiçek, c.2, s. 1205) İbni Arabi Hazretleri; “Muttaki o kimsedir ki şeriatı kendisine bir sığınak ve kalkan yapıp, onunla insan ve cin şeytanlarının hücumlarından korunur.” (Fütuhat-ı Mekkiye’den Öğütler Pınarı, Tercüme: Adem Ergül, s.103) diyerek ins ve cin şeytanlarından korunmanın yolunun şeriata bağlılık olduğunu ifade etmiştir.

Şeriata arz et

Malumdur ki manevi yolda yürüyen kişiler zaman zaman çeşitli ilhamlara mazhar olurlar. Bazen gönüllerine çeşit çeşit ilhamlar düşer. Ancak bu ilhamları belli bir süzgece tabi tutmadan benimsemek de doğru değildir. Çünkü araya şeytanın vesvesesinin girme ihtimali bütün ameller için ihtimalden vareste değildir. Hem büyük bir alim hem de bir veli olan İmam Birgivi Hazretleri böyle bir durumla karşılaşan kişiye şu iki öğüdü verir: “Birincisi, kişi, aklına bir düşünce geldiğinde, bunu şeriata arz etmelidir. Şeriatta onun türünden bir şey varsa doğrudur, yoksa yanlıştır. İkincisi, -şayet bulabilirse- düşüncesini âhiret âlimlerinden ve mürşid-i kâmillerden olan birisine arz etmesidir.” (Bkz. Birgivî, et-Tarîkatu’l-Muhammediye, s.197)

Tasavvuf büyüklerinin birçok beyanları ile sabittir ki müteşerri yani ayağı şerîatte sabit olmayan kimselerin velayetten nasibi yoktur. Gönül sultanları şeriata bağlılıktaki lakaytlığı hiçbir zaman hoş karşılamamışlardır. İbrahim Desuki; “Şeriat ve hakikata lakayıt davranan sülbümden de olsa benim evladım değildir. Şeriat, tarikat ve hakikate bağlanıp zühde sarılan ise en uzak diyarlarda olsa dahi benim öz oğlumdur.” (Mustafa Kara, Tekkeler ve Zaviyeler, İstanbul, 1990, s. 371) diyerek bu konudaki hassasiyetini ifade etmiştir.

Veliler tasavvuf yolunda terakki edebilmenin yegâne yolunun şeriata bağlılık olduğunu söylemişlerdir. Bu konuda İmam Rabbani Hazretleri şöyle demiştir: “Meşayih tarikatlarından hangisinde şeriat hükümlerine riayet fazla ise nefisle muhalefetin çokluğundan ötürü Sübhan Allah’a ulaştıran yolların en yakınıdır.” (Mektubat, Tercüme: Abdulkadir Akçiçek, c.2, s.1288) Salikin tasavvuf yolundaki samimiyetinin göstergesi de yine o kimsenin şeriate bağlılıktaki hassasiyetidir. Bazı sufilerin muhabbet kavramını Allah’ın emirlerine uymakla açıklamaları manidardır. Sehl bin Abdullah el Tusteri şöyle demiştir: “Muhabbet, mahbubun emirlerine taatle kucak açmak ve muhalefet etmekten uzaklaşmaktır.” (Aziz Mahmud Hüdayi, Habbet-ül Muhabbe, Tercüme: Necdet Yılmaz, İstanbul, 2002, s.7)

Şeriatın hudutları

Tasavvuf büyükleri şeriat hususunda gerekli itinayı göstermeyen mutasavvıf görünümlü kişilere karşı insanları uyarmayı da ihmal etmemişlerdir. İslam’ın ne ahlaki boyutuyla ne de ahkâmıyla ilgilenmeyip varsa yoksa hurefe ve bidatlarla meşgul olan tiplerden uzak durmayı tembihlemişlerdir. Ebu’l Hasan Nuri bu konuda şöyle nasihat etmiştir: “Bir kimse manevi hal sahibi olduğunu iddia eder ve bu hal de onu şeriatın hudutları haricine çıkarılırsa sakın öylesine yaklaşma.” (Süleyman Uludağ’ın yazdığı bölüm bkz. Mustafa Kara, Tekkeler ve Zaviyeler, İstanbul, 1990, s.25)

Merhum İsmail Hakkı Toprak Efendi’nin bu konuda ihvanına nasihatleri şöyledir: “Şerîatı gözetiniz¸ şerîatı olmayanın tarîkatı olmaz. Bizim yolumuzun evveli şerîat¸ ortası tarîkat¸ âhiri yine şerîattir. Bakarsınız bazı kişiler tarîkata giriyorlar. Çok geçmeden acâibden¸ garâibden bahsetmeye kalkışıyorlar. Kendilerinin bir adam olduklarını zannediyorlar. Fakat büyük kim¸ küçük kim¸ o sonra belli olur. Gardaşlarım! Bizim tarîkatımız ne kadar büyürse büyüsün¸ ne kadar incelirse incelsin¸ şerîattan kıl kadar ayrılmasına imkân yoktur. Şerîatta kıl kadar noksanı olanın¸ havada uçtuğunu görürseniz¸ vurup kanadını kırın! İstidractan başka bir şey değildir! Şerîat¸ bir dervişin başının tacı¸ sırtında abası ve elinde asası gibidir.” (Prof. Dr. Ali Akpınar, Sivas’ta Bir Kur’an Adamı İhramcızade, Somuncubaba Dergisi, 118. Sayı)

Endülüs âlimlerinden İbn Hazm’ın güzel bir öğüdü vardır. O İslam şeriatının hükümlerini küçümseyen, helaller ve haramları hafife alan kimselere güvenmemek gerektiğini söyler. Hatta başka dinlerden güvenilir insanlar olabileceğini, fakat dini hafife alan kimselere ise asla güvenilemeyeceğini söyler. Der ki; “Din ehline güven, velevki onun dini senin dininden ayrı olsun. Dini hafife alana da güvenme, velevki kendisi de senin dininden olduğunu söylesin. Allah’ın haram kıldığı şeyleri hafife alana güvenme, kıymet verdiğin herhangi bir şeyini ona teslim etme!” (İbn Hazm, Nefislerin Tedavisi, Tercüme: Selahaddin Kip, s.27)

Ceneb-ı Hak cümlemize hakkı hak bilip, şeriatin mucibince, sünnet-i seniye üzere amel etmeyi nasip eylesin.

Aydın Başar/ Somuncu Baba Dergisi

Şahsiyet Gelişimi↗

Müslümanca hassasiyetlerle yazılmış kişisel gelişim yazıları okumak için tıklayın.

Adab-ı Muaşeret↗

Sosyal hayattaki edep ve görgü kurallarına dair yazıları okumak için tıklayın.

Şunlara Gözat

Makama gelince beni tanımadı…

Ankara’da öğrencilik yıllarımda kaldığım bir vakıf evinde, bir yıl, İlahiyat ve Siyasal Bilgiler fakültesi öğrencilerinden …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.