Müminler boş işlerden yüz çevirir…

Allah Teâlâ mü’minlerin vasıflarından bir kısmını Mü’minun Suresi ilk on ayette vermiştir. Bu nitelikler evrenseldir. Hazreti Âdem’den kıyamete kadar tüm insanların uyması gereken kurallardır. Bu özelliğinden dolayı, Yüce Allah bu konulara riayet ederek imamete liyakat kazanma hususunda Hazrerti İbrahim’den bile ahit almıştır.[1] Mü’minun suresinin ilk on ayetiyle ahlaklanmak çok önemlidir. Bundan dolayı Peygamber Efendimiz sallellahu aleyhi ve sellem, “On ayet indirildi ki bunları hakkıyla yerine getiren kimse cennete girecektir” buyurmuştur.[2] Bu ayetler grubu içerisinde bizleri dilin afetlerinden ve davranış bozukluklarından koruyacak olan biri de şu ayet-i kerimedir:

“Mü’minler, boş ve yararsız (anlamsız) her şeyden yüz çevirirler.”[3] Allah Teâlâ, anlamsız ve faydasız söz ve davranışları “lağv” kelimesiyle ifade buyurmuştur. Lağv kelimesi Kur’an-ı Kerim’de farklı kullanımlarıyla beraber 11 defa geçmektedir. Kelimenin geçtiği tüm ayetlerde lağvın Müslümanlara yakışmayan bir davranış olduğuna vurgu yapılmıştır. Mü’minun Suresi’nin başında, namazda huşunun ardından “lağvı terk etmekten” bahsedilmesi, huşulu kılınan namazın arındırıcı özelliğine dikkat çekmek içindir.

Müslümana yakışmaz

Yüce Allah’ın Müslümanlara yakıştırmadığı “lağv” kavramı, değişik anlamlara gelmektedir. Bu kavram anlam zenginliği içerisinde ne kadar kapsamlı tanınacak olunursa, o denli lağvın şerrinden korunmak mümkün olur. Lağv, kuşların ve serçelerin çıkardığı seslerden istiare yollu alınmış bir kelimedir. Her çirkin ve ayıp söz için kullanılır. Yalan anlamı da vardır.[4] Üzerine her hangi bir akit ve teklif terettüp etmeyen yemin için de lağv kelimesi kullanılır.[5] İnsana faydası olmayan söz ve davranışlar lağvdır. Bu söz ve davranışlar mürüvvete aykırı oyun ve eğlenceleri de kapsar.[6]

Müslümana düşen görev, kendisine yararı olmayan şeylerden uzak durmaktır. Peygamber Efendimiz sallellahu aleyhi ve sellem’in şu uyarısı lağvın kalpten bile atılmasını teşvik bağlamında çok önemlidir: “Kul, gönlüne/ vicdanına yatışmayan şeyleri bırakmadıkça takvanın hakikatine eremez.”[7] Zira selim fıtratın kabul etmediği şeyler günahlardır. Ayette ifade edilen, “lağvdan yüz çevirmekten” kasıt, onu terk etmek ve terk de devamlı olmaktır. Lağva meyil duymak, sebep olmak, meclislerinde hazır bulunmak ve bizzat lağva dalmak ayette yasaklanmıştır.[8]

Bu kavrama verilen ilk anlamlar bile lağvın kaçınılması gereken ahlaki bir düşüklük olduğunu göstermektedir. İlk müfessirlerden Hasan el-Basrî (ö. 110/728), her türlü batıl söz ve davranışları, Allah Teâlâ’ya yapılan isyanları lağv olarak ele almıştır.[9] Kullanılan kelimelerin içerik olarak zenginliği düşünülecek olursa lağvın içeriği de daha doğru kavranmış olur. Müfessirlerin verdikleri ortak anlamları tekrarlamak yerine farklı olanlarını paylaşarak kavramın alanının genişliğini göstermek istiyoruz. Bu bağlamda Mukatil bin Süleyman (ö. 150/767) lağvı; kınama, sövme, eziyet ve sıkıntı vermek diye anlamlandırmıştır.[10] Bu değerlendirme ile Peygamber Efendimiz sallellahu aleyhi ve sellem’in Mekke dönemindeki çalışmalarına müşriklerin sataşmaları ve hakaretleri ele alınmıştır.

Bilinçli protesto

Müşrikler, Müslümanlara hakaret yağdırırlarken, onlar bu seviyesiz hareketlere aynıyla mukabelede bulunmamışlardır. Çünkü Allah Teâlâ onları ayette şöyle yönlendirmiştir “Onlar ki (yakın dost ve akrabalarının cezalandırılması söz konusu olsa bile, asla hem) yalana şahit olmazlar (hem de yalancı şahitlik yapmazlar), boş ve yararsız işlerle (uğraşan kimselerle) karşılaştıklarında, (onları yararlı işlere yönlendirmeye çalışırlar; bunu yapamadıkları takdirde, Müslümana yakışan) edepli ve onurlu bir tavırla oradan uzaklaşırlar.”[11] Ayette hem küfür meclislerine uğramamak tavsiye edilmekte, hem de zorunlu bir uğrayış olduğunda, orada ayetlere karşı istihza veya hakaret varsa bilinçli şekilde protesto etmek tavsiye edilmektedir. Mukatelenin henüz emredilmediği bir dönemde yapılacak olanlar bunlardır.

Batılın her türlüsü ve yalan yere yemin lağvdan sayılmıştır.[12] Tâberî (ö. 310/ 923), batılı lağvdan sayarken çok şümullü bir tanım yapmayı ihmal etmemiştir. Bu tanıma göre lağv; kul tercih edip dilediğinde Allah Teâlâ’nın yaratmayı istemediği şeydir.[13] Amellerin karşılık bulması için “dilemek kuldan yaratmak Allah’tandır.” Allah Teâlâ, kulun istediği şey meşru bir istek olmazsa onu razı olmadan yaratır. Anlaşılan o ki Rabbimizin rızasına muvafık olmayan söz ve davranışlar lağvdır. Bu şümullü ifade hayatın itikadi ve ameli cephelerini kuşatır. Bu çerçevede Yahya b. Sellam (ö. 200/815), lağvı “şirk” olarak tefsir etmiştir.[14] Bu önemli tanım sahabeden İbni Abbas’tan  (ö. 68/687-88) gelmiştir.[15]

Dahhak (ö. 180/797) da Mü’minun Suresi’ndeki lağvın şirk olduğu kanaatindedir.[16] Böyle bir tarifi esas alacak olursak şirkin her türlüsüne karşı teyakkuz hâlinde olmamız gerektiği gibi, şirkin kurumsal ve örgütlü şekli olan siyasal şirke karşı da uyanık olmamız gerekir. Hem şirkten uzak durmak hem de Müslümanları şirkten koruma gayretinde olmak bu ayetin yüklediği en önemli tekliftir. Yüklenen teklife göre aile kurumundan okullara kadar Müslümanlar hayata duyarlı olmalı ve çocuklarını şirke teslim etmemelidirler.

Şirkin felsefi yönlerine; pozitivizm, ampirizm, rasyonalizm, ateizm, deizm, Siyonizm, sekülerizm, sosyalizm, kapitalizm ve diğerlerine karşı Müslümanlar reddiyeci olmak zorundadırlar. Günümüzde şirk, resmi ideoloji formunda Müslümanlara dayatılmaktadır. Bu dayatmayı sağ ve sol siyaset meşrulaştırmaya çalışırken Müslümanlar da akıbetlerini düşünmeden sunulan oyunun içerisinde figüran olmaktadırlar. Kimse siyasi tercihlerin velayet tercihi olduğunun farkında bile değil. Unutulmamalı ki Kur’an ve sünnet, gerçek anlamda Müslüman olanlardan başkasının yönetim makamına getirilmesini yasaklamaktadır. Bu konuda yüzlerce ayet vardır. Bundan dolayı ayeti, verdiğimiz farklı anlamlar çerçevesinde tekrar tekrar okumaları ve gereği ile amel etmeleri gerekir.

Belki de tüm bu fasit düşünceleri ve dünya görüşlerini kapsadığı için İmam Maturîdî (ö. 333/944), lağvı; her türlü batıldır diye tefsir etmiştir.[17] İster söz, isterse davranış olsun lağv, batılın hepsini içermektedir.[18] Küfür başta olmak üzere batılın her türlüsünden yüz çevirmekten kasıt, onları daimi şekilde terk etmektir.[19]

Orayı terk et!

Zaten bir yerde Kur’an-ı Kerim ve Sünnet aleyhine konuşuluyor, dini hükümlerle alay ediliyor, toplumların resmî ideolojileri vahye baskın kılınmak için propaganda yapılıyor; inanç ve hayat tarzı bakımından ideolojilerin üstünlüğü savunuluyorsa takınılması gereken tavrı Allah Teâlâ şu ayette belirlemiştir: “Ayetlerimiz hakkında (çirkin ve alaycı ifadelerle konuşmaya) dalan kimselerle karşılaştığın zaman, onlar başka bir konuya geçinceye kadar, (mecbur kalmadığın sürece) onların yanında durma! Eğer şeytan (yapman gerekeni ve koyman gereken tavrı) sana unutturacak olursa, (bu uyarıyı) hatırlar hatırlamaz, o zalim topluluk ile birlikte oturma! (Onların meclisini derhâl terk et!)”[20]

Enam Suresi’nin bu ayetiyle ilgili yorumlar aynı zamanda lağva karşı alınması gereken teklifleri de içermektedir. Bu cümleden olmak üzere; “Din karşıtı söylemlerin olduğu meclisleri terk etmenin illeti, Allah’ın ayetleri hakkında ileri geri konuşmaya dalmaktır. Dinle alay etmektir. Ayet-i kerimeye göre büyük günah işleyen kimselerle (kebire ehli) oturmak helal değildir. İster Müslüman ister kâfir olsun, ayetlerle ilgili bilgisizce batıla dalanların olduğu yerler terk edilir. (Allah’ın ayetleri hiçe sayıldığı ve dinin emirleri uygulanmadığı için M.S.) Düşman yurduna da keyfi olarak gidilmez. Kâfirlerin kiliselerine ve havralarına da girmek doğru değildir. Küfür ve bidat ehli kimselerle (mecbur olmadıkça) beraber olunmaz. Onlara karşı bir sevgi oluşmaması için sözlerine ve münazaralarına kulak verilmez. Bu anlayıştan dolayı bidat ehlinin tek kelimesini bile dinlemeyen âlimler olmuştur.

Konuyla ilgili Fudayl bin İyaz (ö. 187/803) şu hükmü vermiştir: “Kim ki bidat ehli birini sevecek olursa[21] Allah Teâlâ onun amellerini boşa çıkarır ve İslâm’ın nurunu kalbinden söker alır. Kızını bidat sahibi biriyle evlendiren rahmi koparıp atmış olur. Böyle bir kimse ile oturana asla hikmet verilmez. Bidat sahibi birine en azından buğzeden birini Yüce Allah’ın bağışlamasını umarım.”

Konuyla alakalı Hazreti Aişe de şu önemli uyarıyı yapmıştır: “Bidat ehli birine saygı duyan dinin yıkılmasına/ yok edilmesine yardım etmiş olur.”[22] Bu açıklamalar ağır gelse de kaynaklarımızda yerini almıştır. Bunlar Peygamber varisi ulemanın görüşleridir. Modern hayatla ve düşünce ile çatıştığı için bunları nakletmenin bile ağır eleştiriler alacağını biliyoruz. En azından Müslümanlar olarak, kâfirlere ve bidat ehline sempati duymamayı,[23] onları veli edinmemeyi, ortak pakt oluşturmamayı, ideolojilerini/ dinlerini din edinmemeyi bu ayetten almamız ve hayatımıza katmamız gerekmez mi? Çünkü ayetin hitabı tüm ümmetedir.

Karanlık gece gibi fitneler

Lağvı toplumu sarmalayan itikadi sapmalar; gulat bidatler ve şirk olarak düşünürsek, bunun getireceği sonuçları iyi düşünmemiz gerekir. Bu vahim durumu Peygamberimiz şöyle açıklamıştır: “Kıyamet öncesi karanlık geceler gibi fitneler olacaktır. Fitneler sis gibi ortalığı kaplayacaktır. Kişinin bedeninin öldüğü gibi o günde kalbi de ölecektir. Adam mü’min olarak sabahlayıp akşama kâfir olarak ulaşacak; mü’min olarak akşamlayıp sabaha kâfir çıkacaktır. İnsanlar dinlerini ve şahsiyetlerini az bir geçimlik uğruna satacaklardır.[24] “Öyle ki insanlar dine kitleler hâlinde girdikleri gibi bölük bölük dinden çıkacaklardır.”[25]

Lağvın itikadi ve ideolojik taraflarını kesin terk edememenin getirdiği sonuç nebevî ifadeyle böyle sunulmuştur. Toplumun içerisine girip sorguladığımız zaman bu uyarı ve ihbarın ne kadar yerinde olduğunu görüyoruz. Hayatın içerisinde Müslümanlara sunulan şeylerin çoğu; müstehcen şarkılar, kaderi ve Yaratıcıyı suçlayan arabesk güfteler, dinle hesaplaşmayı amaçlayan diziler, sinemalar, tiyatrolar, karmaşık eğlence hayatı şu ayette ifade edildiği üzere insanları dinden uzaklaştırma üzerine bina edilmiştir:

“Ama insanlardan öyleleri de vardır ki, hiçbir geçerli ve doğru bilgiye dayanmaksızın, insanları (Kur’an’dan uzaklaştırıp) Allah yolundan çevirmek ve (İslâm’ı) alay konusu edinip halkın gözünden düşürmek için (insanın merak, heyecan, şiddet ve şehvet duygularını okşayan) aldatıcı sözleri satın alır (ve bunlarla halkı oyalayıp Kur’an’la ilgilerini koparmaya çalışır)lar. İşte onlar için, (Allah katında onur kırıcı ve) küçük düşürücü bir azap vardır!”[26]

Ayetin nüzul ortamında, Mekkeli Müslümanlara ayet dinletmek istemeyen Nadr bin Haris’in, İran’dan Rüstem ve İsfendiyar hikâyeleri getirip halka dinletmesi, bu sayede insanların Kur’an’dan yüz çevirmelerini sağlama gayreti vardır.[27] Nüzul ortamı üzerinden hareket edersek, Allah’ın kelamını dinlemeyi ve öğrenmeyi engellemeye çalışan tüm faaliyetleri lağv kavramı içerisinde ele alabiliriz. Bu tür icraatlar modern zamanlarda sanat adı altında yapılmaktadır ve halkı Müslüman ülkelerin çoğunda benzeri çalışmalar din karşıtıdır. Batılılaşmayı etkin kılmayı amaçlamaktadırlar. Ülkemizin Tanzimat dönemi tiyatro faaliyetlerine bakılacak olursa ne demek istediğimiz daha iyi anlaşılır.

Yıkıcı faaliyetler

Müslümanların dine karşı yıkıcı faaliyetler gösteren tüm eylemlere karşı nefislerini ve nesillerini uyanık tutmaları şarttır. Aksi hâlde kendileri de, nesilleri de kaybolabilir. İbni Mesud (ö. 32/652-53) gibi bazı sahabiler, ayetteki “insanları Allah yolundan alıkoyan işin”, çalgı aletleri eşliğinde söylenen şarkılar olduğunu söylemişlerdir.[28] Buradaki yasağı doğuran davranışın sebebi, yapılan işin insanların Kur’an dinlemelerini engellemektir. Elbette günümüzde bu yasağın içinde; şehveti tahrik eden, kadın erkek ihtilatını körükleyen, cinselliği önceleyen, sektöre dönüştürülen, hayat tarzlarıyla insanlara model olup onların sırat-ı müstakimden kopmalarına neden olan müzik ve icracıları da vardır. Bu kişiler tercih ettikleri hayat tarzlarıyla topluma batılılaşmayı tek yol olarak sunmaktalar ve uydurma bir dinin gönüllü misyonerliğini yapmaktadırlar. 

Çalışmamız içerisinde ideolojilerin inanç yönünden tehlikesi üzerinde durduk. İdeolojiler İslâm’a karşı din olma iddiasında insanlara sunulan uydurma dinlerdir. İlahi olana aykırı olan bir hayat tarzıdır. Bu anlamda ideolojiler mutlak lağvdır. Sünnette temsili olmadıkları için aşırı (gulat) bidat ekollerdir. Peygamber Efendimiz sallellahu aleyhi ve sellem lağvın bu türüne karşı da ümmetini uyarmıştır. Özellikle şu uyarısı oldukça manidardır: “Allah Teâlâ, bidat sahibinin namazını, sadakasını (zekâtını), haccını, umresini, cihadını, (hayır yolunda) harcamasını ve fidyesini kabul etmez. Böyle kimseler kılın hamurdan (kolayca) çıktığı gibi İslâm’dan çıkarlar.”[29]

İnsanın salih amellerinin kabulüne mani olan suç, inancın özüne dokunduğundan dolayı bu nebevî uyarı yapılmıştır. Tüm bu inanç suçları lağvın içinde mütalaa edilir. Rabbani âlimlerin bu konuda ümmeti aydınlatmaları kendilerine tevdi edilen ilahi bir görevdir.[30] İtikadi suçlar dâhil olmak üzere Müslümanların birbirlerinin üzerlerindeki velâyet hukukuna bağlı olarak karşılıklı uyarılmaları elzemdir.

Lağvın her türlüsüne karşı şu ayet Müslümanlara gerekli teklifi yüklemektedir: “(Hangi çağda ve hangi toplumda olursa olsun) erkek de olsa, kadın da olsa bütün inananlar, birbirlerinin (yardımcıları, koruyucuları, idarecileri ve) velisidirler. (Münafıkların tam tersine) onlar iyilikleri emreder, kötülükleri engellemeye çalışırlar; namazlarını kılar, zekâtlarını verirler; Allah’a ve Elçisine her konuda içtenlikle itaat ederler. Allah’ın rahmetiyle kuşatacağı kimseler, işte bunlardır. Hiç kuşkusuz Allah, sonsuz kudret ve hikmet sahibidir.”[31]

Marufu emretmek

Farz oluşunun derecesi farklı olan marufu emretme ve münkeri yasaklama işinin veya ibadetinin kurumsal hâle getirilmesi çok önemlidir. Esefle belirtelim ki ülkemizde bu yapılmadı. İnsanların veya seküler siyasetin insafına bırakıldı. Marufu emretme ve münkeri yasaklama emri, resmi ideolojinin müsaade ettiği kadar hayatta karşılık buldu. Resmi ideoloji ise hiçbir zaman kendini mutlak münker olarak görmedi. Tüm bunların sonunda lağvın itikadi ve ameli boyutları Müslümanları sarmaladı. Günahların sarmal hâle geldiği bir ortamda işin vahametini Peygamber Efendimiz şöyle ifade buyurmuştur: “(Fitnenin/küfrün) hâkim olduğu zor dönemlerde imanı muhafaza etmek avuçta kor ateş tutmak gibidir.”[32] Müslümanlar yeryüzü velayetini ve özelde de ulus devletlerle beraber, yaşadıkları ülkelerdeki velayetlerini kaybettikten sonra; batılı ideolojik siyasete teslimiyetin akabinde imanlarını koruyamaz hâle geldiler. Çünkü İslâmî siyasetin koruyucu özelliğinden mahrum kaldılar. Sonuç malum.

Müslümanların birbirlerini hayırlara yönlendirmelerine karşın bir de kendilerini Müslüman gibi gösterip küfrün; mutlak lağvın propagandasını yapan, insanları günahın, ahlaksızlığın her türlüsüne çağıran münafıkların bozguncu çalışmaları vardır. Kur’an bu durumu beyan etmiştir: “(Hangi çağda ve hangi toplumda olursa olsun) erkek de olsa, kadın da olsa bütün münafıklar, bir birlerindendirler. (Velileri; dostları, yardımcıları ve koruyucularıdır): Kötülükleri emrederler, iyilikleri yasaklarlar ve (gösteriş yapma durumu hariç) olabildiğince cimridirler. (Hayatlarında Kur’an’a yer vermeyerek) Allah’ı unuttular, bu yüzden Allah da (rahmetinden uzaklaştırarak) onları kendi hâllerine ter etti. Gerçekten de bu münafıklar (kötülük ve ahlâksızlığı hayat tarzı edinmiş) gerçek fasıklardırlar.”[33]

Ayette beyan edildiği gibi, münafıklar her dönemde birbirlerine benzerler. Fıtraten hayra, faydalı işlere karşı temkinlidirler. Topluma münkeri yaymaya çalışırlar. Münkerin kapsam alanına selim aklın ve dinin beğenmediği her türlü davranışlar ve sözler girmektedir. Mutlak anlamda münker ise küfür ve türleridir. İslâm’ın yasakladığı her şey münkerdir ve aynı zamanda lağvdır. Münafıklar münkere davetiye çıkarırlarken dillerinden bazı dini içerikli kelimeleri eksik etmezler. “Maşallah, inşallah” diyerek kendilerini dindar gibi halka arz ederler. Bu kelimelerin şemsiyesi altında fesat çıkarırlar.

Nefse tabi olmamalı

İslâm âlimleri lağv kavramına çok geniş bir perspektiften bakmışlardır. Buna göre her türlü menhiyat lağvın kapsam alanına girmektedir. Boş konuşmak, yalan, gıybet, dedikodu, söz taşımak, alay etmek, kınamak, sövmek ve yalan yere yemin etmek ve şahitlikte bulunmak da lağıvdır. Bu sayıyı söz ve amel olarak çoğaltmak mümkündür. Tüm bunlarla beraber tasavvufi tefsirler lağv konusuna daha farklı yerlerden bakmışlardır. İbni Ata diye bilinen, Ebü’l-Abbâs Ahmed bin Muhammed bin Sehl bin Atâ‘ el-Edemî (ö. 309/922), lağvı şöyle tanımlamıştır: “Allah Teâlâ’nın dışındaki her şey (mâsivâ) lağıvdır.” Bazıları ise bu hikmetli sözü tefsir mahiyetinde şöyle tarif etmişlerdir: Nefsin hevaya ve onun isteklerine tabi olmasıdır.”[34]

Hevaya tabi olup ilahi olanı bırakmak, ayette de beyan edildiği üzere, hevayı ilahlaştırmaktır. Şu ayet bu konuda çok manidardır: “Kendi arzu ve heveslerini (hayatın biricik gayesi hâline getirerek ihtiraslarını) ilah edinen ve Allah’ın da, (sapıklığı hak ettiğini) bildiği için kulağını ve kalbini mühürleyip gözlerinin üzerine perde çekerek hidayetten mahrum bıraktığı (kişinin acıklı) hâlini bir düşünsene! (Söyler misiniz;) Allah’tan başka, artık kim onu doğru yola iletebilir? Öyleyse, (ey insanlar, bunları) düşünüp öğüt almayacak mısınız?”[35]

Yukarda, İbni Ata’nın masivayı lağv olarak nitelemesi, Yüce Allah’ın dışındaki her şeyin izafi ve sonlu oluşunu göstermek içindir. Bu bağlamda Müslümanlardan, geçici olanlara değil de sadece Allah Teâlâ’ya bağlanmalarını ve onun rızasını aramalarını istemektedir. Bu önemli açıklamanın bir benzeri de İbni Â’rabî diye meşhur olan Muhyiddîn Muhammed bin Alî bin Muhammed el-Arabî et-Tâî el-Hâtimî (ö. 638/1240) vasıtasıyla yapılmıştır. İbni Â’rabi’ye göre lağv; yüce Allah ile meşgul olup bu meşguliyete engel olan tüm fuzuli şeyleri terk etmektir.[36]

İbni Â’rabi’nin tanımındaki, insanı Allah Teâlâ’dan alıkoyan “fuzuli işler” o kadar geniş bir alanı kapsamaktadır ki hakkında kitap yazılsa yeridir. Sözde, davranışta, yemek ve içmekte, tüketimde fuzuli işlerin; işe yaramayan fazlalıkların terk edilmesi nebevî bir hayatı tercih edip içselleştirmekle mümkündür. Sadece şu hususu vurgulayarak konuyu hitam buldurmak istiyoruz. Müslümanlar ihtiyaç fazlası mallarını (fuzuli tüketim eşyalarını ve paralarını) yoksullarla paylaşacak olsalar hem bunların yüklerinden kurtulurlar, hem de yoksulluk sorununu mutlak anlamda çözüme kavuştururlar.

Boş işlerden yüz çevir!

Peygamber Efendimiz sallellahu aleyhi ve sellem’in ve sahabesinin hayatını dikkatle incelersek görürüz ki asr-ı saadet, fuzuli olanın olmadığı bir yaşayış şeklidir. Bu hikmetli söz Müslümanların hayatında çok yönlü makes bulabilirse, mü’minler ahlaken de insanlığın öncüsü olabilirler. Bu üstün ahlak da ancak lağıvdan tüm türleriyle yüz çevirmeye bağlıdır. Fuzuli şeylerin Müslümanlar tarafından terk edilmesi ve dağıtılması aynı zamanda Müslümanların anını emen kapitalizmin çökmesidir. Tasavvufla iştigal ettiklerini iddia edenler keşke bu inceliği fark edebilseler.

Lağv kavramına yeni açılım getiren müfessirlerden biri de İsmail Hakkı Bursevî’dir. (ö. 1137/1725). Ruh’u-l Beyan da şu açıklamayı yapmıştır: Lağv; Allah Teâlâ için olmayan her fiil ve davranış, Allah Teâlâ’dan gelmeyen (vahye müstenit olmayan) her söz, Allah Teâlâ’nın yüceliğini görmeyen her bakış ve seni Allah Teâlâ’dan (zikirden, fikirden, itaat ve ibadetten) meşgul eden her şey lağıvdır.[37] Bu şümullü tanım hayatın tüm boyutlarını ihata etmektedir.

İnsan; kalp/niyet, söz ve davranışlarını her türlü batıldan koruyacak olursa ayetin başındaki kurtuluş müjdesine erebilir. Bunun için de namazda huşu ile elde edilen lağıvdan yüz çevirme eyleminin hayatın tüm ayrıntılarına sirayet etmesi gerekir. Ayrıca dini konularda hiçbir gevşekliğin olmaması da ayetin anlam alanına girmektedir. Unutmamak gerekir ki Müslümanın kalbi asla lağv ile meşgul olmaz. Müslüman, Allah Teâlâ’yı zikirden; O’nun celalini, afaki ve enfüsi ayetlerini düşünmekten alıkoyan şeylere iltifat etmez.[38]

Hatırlatma: Müslümanların yeryüzü emanetine layık olmaları ve beşeriyetten insaniyete terakki edebilmeleri bazı niteliklerle donanmaya bağlıdır. Bunların bir kısmı Mü’minun Suresi’nin ilk on ayetinde verilmiştir. Bu ayetleri karşımıza alıp hayatımıza ilahi iradenin isteklerine göre anlam vermemiz esastır. Bu ayetleri kendi üzerimizde bir hayat tarzı hâline getirebilirsek, Kur’an ahlakıyla ahlaklanmış oluruz. Neticede, kazandığımız liyakatle Yüce Allah bizlere lütuflarını yağdıracaktır. Görünmez ordularıyla bizleri destekleyecektir. Bu sayede bilmediğimiz bir anda yeniden yeryüzünün önderleri olabiliriz.  

Dr. Mehmet Sürmeli/ İrfanDunyamiz.com

DİPNOTLAR
1 Bak: Taberî, Câmi’u-l Beyan, c. I, s. 572.
2 Vâhidî, Ebu’l Hasan Ali b. Ahmed, Esbab’u-n nüzul, s. 239.
3 Mü’minun 23/3.
4 Havva, Said, el-Esas fit Tefsir, c. VII, s. 3615; Sâbûnî, Muhammed Ali, Safvet’ü-t tefasir, c. II, s. 303.
5 İsfahânî, Rağıp, el-Müfredât, s. 742-743; Âlûsî, Ruh’u-l meânî, c. IX, s. 208.
6 Zemahşerî, Keşşaf, c. III, s. 171; İbni Kesir, Ebu’l Fida İsmail, Tefsir’ü-l Kur’an’i-l azim, c. III, s. 231; Ebussuud, İrşadu’l akl’ı-s selîm, c. VI, s. 57.
7 Buhari, 2, had. no: 1, s.15.
8 Bak: Ebu’s Suud, İrşad’u-l aklıs selim, c. VI, s. 57.
9 Hasan el-Basrî, Tefsir, c. II, s. 77.
10 Mukatil, Tefsir, c. II, s. 392.
11 Furkan 25/72.
12 İbni Vehb, el-Vâdıh, c. II, s. 49.
13 Taberî, Câmi’u-l Beyan, c. IX, s. 198.
14 Yahya b. Sellam, Tefsir, Dar’u-l kütübi-l ilmiyye, Beyrut, 204, c. I, s. 393; İbni Kesir, Ebu’l Fida İsmail, Tefsir’ü-l Kur’an’i-l azim, c. III, s. 231; Havva, Said, el-Esas fit Tefsir, c. VII, s. 3615
15 Hazin, Lübab’u-t te’vil, c. III, s. 333; Bagavî, Mealim’ü-t tenzil, (Muhtasar), s. 630.
16 Şevkânî, Feth’u-l Kadir, s. 1219.
17 Mâturîdî, Te’vilât, c. VII, s. 452.
18 Hazin, Lübab’u-t te’vil, c. III, s. 333.
19 Âlûsî, Ruh’u-l meânî, c. IX, s. 208.
20 Enam 6/68; Aynı ayetin  bir benzeri de Nisa Suresinin 140. Ayetidir. Bu demektir ki Allah (c.c.), din düşmanlarına karşı konulması gereken tavrı hem Mekke, hem de Medine dönemlerinde tekraren vurgulamıştır.
21 Bidat ehli kavramını tarihsel anlamak hatadır. Tarih içerisinde bidat ekollerin olduğu malumdur. Fakat bu kavramı sadece bu ekollerle mutlaklaştıracak olursak maksadı anlayamayız. Bidatler her dönemde yenilenmektedirler. Konuyla ilgilenen herkes şunu kafasına iyice nakşetmeli ki bidat; İslâm’a karşı olan tüm dinler, ideolojiler ve hayat tarzlarının ortak adıdır. Buna göre; Yahudilik, Hristiyanlık, Mecusilik, Budizm, Hinduizm, Şintoizm, Taoizm, Konfiçyanizm, Yahova Şahitleri, Kabbalizm, Nusayrilik, Durzilik, Bahailik, Yezidîlik, Kapitalizm, Sosyalizm/Kominizm, Nasyonal Sosyalizm (ırkçılık), Sekülerizm, Ateizim, Deizim, Ampirizim, Pozitivizm, Hümanizm, Darwinizm, Freudizm, Materyalizm, Dehrîlik, Masonluk, Roteryanlık, Lionsluk, Maharişizm, Moonizm, Siyonizm, Jedizm ve her türlü putperestlik gulat bidattir. Tüm bu fikir akımlarına karşı yapılması gereken; İslâm’ın bütünlüğünü kavramak ve Müslümanlığın herhangi bir düşünce akımı ile senteze girmeyeceğinin farkında olmaktır.
22 Kurtubî, el-Câmî li ahkâm’i-l Kur’an, c. V, s. 12-13; Havva, Said, El-Esas fi’t tefsir, c. III, s. 1273-1276.
23 Bak: Hud 11/113.
24 Ahmed, Müsned, c. III, s. 452.
25 Heysemî, Zevaid, c. VII, s. 281.
26 Lokman 31/6
27 Mukâtil, Tefsir, c. III, s. 18; Vâhıdî, Esbab’u-n nüzul, s. 265.
28 İbni Kesir, Ebu’l Fida İsmail, Tefsir’ü-l Kur’an’i-l azim, c. III, s. 426.
29 İbni Mace, Bab’ü içtnab’ı-l bid’a, had. no: 49, c. I, s. 19.
30 Bak: Maide 5/63.
31 Tevbe 9/71.
32 Ahmed, Müsned (tah: Muhammed Şakir, had. no: 9061), c. XVII, s. 129.
33 Tevbe 9/67.
34 Sülemî, Hakaik’u-t tenzil, c. II, s. 31.
35 Casiye 45/23
36 İbni Â’rabi, Muhyiddîn Muhammed b. Alî b. Muhammed, Tefsir, c. II, s. 60.
37 Bursevî, İsmail Hakkı, Ruh’u-l Beyan, c. VI, s. 67.
38 Kutup, Seyyid, Fi Zilal’i-l Kur’an, c. IV, s. 2454.

İstikamet Yazıları ↗

İslam’ın şuur boyutuna vurgu yapan yazıları okumak için tıklayın.

Kaynak Metinler ↗

İlim yolcuları için derlenmiş temel dini metinlere ulaşmak için tıklayın.

Şunlara Gözat

Halil Atalay hoca yüreklere dokunmuştu…

1959 yılı Ramazan ayının Kadir gecesinde Eskişehir’in Mihalıççık ilçesi Çalkaya köyünde doğdu. İlkokulu Çalkaya Köyü …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.