Beni görünce çil cücüğü gibi dağıldılar…

Eskiden köylerimizde bazı kötü adetler olurdu. Mesela yaygın bir şekilde kumar oynanırdı. Belki sizler de duymuştursunuz, eskiden köylerde nasıl kumar oynandığına dair anlatılanları. Bir yılın hasadını kumar masasında bırakıp da evine çulsuz dönenlerin acınacak hallerini çok dinlemişimdir. Şimdilerde köylerimizde belki hala da kumar oynanan yerler vardır ama yine de eskiye nazaran biraz daha iyi gibi.

İlk defa imam olarak bir köye atandığımda, malesef bu kötülüğün o köyde çok yaygın olduğuna şahit oldum. Her evde bir top iskambil kağıdı var, dört kişi bir araya gelince köy sofralarında al papazı ver kızı kağıt oynuyorlar. Kim yenilirse bir horoz kesip ziyafet veriyor…

Osman Gülşen

Eğlence zannediyorlar

Onlar için bu sanki bir eğlence gibi kabul edildiği için bunda bir sakınca görmüyorlardı. Bu oyunun kumar olduğunu ve kumarın da haram haram olduğunu kırmadan dökmeden onlara anlatmaya çalışıyordum. Mesela onlara; “Müslümansan papazın elinde ne işi var, Hıristiyansan niçin papazı yere çarpıyorsun” diyerek, yarı şaka yarı ciddi onları bu işten sakındırmaya çalışıyordum.

Karşı çıkanlar olmadı değil. Bana da “Bir eğlencemiz bu var, bunu da elimizden alıyorsun” gibi sitemler edenler çıkıyordu ara sıra. Yarı tatlı yarı ciddi onları uyarmaktan vazgeçmedim. Belki de üzerlerinde ciddi bir psikolojik baskı kurduğum söylenebilir. Köyün görmüş geçirmişlerini de yanıma çekince biraz daha işim kolaylaştı. Zaman zaman ciddi dirençlerle karşılaştık ama hamdolsun bu işi yavaş yavaş evlerden kaldırmayı başardık.

Bir imam olarak elbette ki kötülüklerle mücadele etmek bizim birinci görevimiz olduğundan, bu işte gevşek davranmaya hakkımız yoktu. Dilimiz döndüğünce, gücümüz yettiğince kardeşlerimizi elbette ki uyarmalıydık. Etliye sütlüye karışmadan imamlık vazifesini yapmak kolaydır ama Rabbimize bunun hesabını vermek kolay değildir.

Memur aşmış

Vazifeli olduğum köydeki iskambil kağıtları ile olan mücadelem esnasında bir seferinde şöyle bir olay olmuştu: 1980 Anayasa oylaması için sandık başına ilçeden bir memur göndermişlerdi. O adamı konaklaması için köyümüzden birisinin evine götürdüm. Giderken biraz sohbet ettik, baktım ki maneviyatı çok zayıf bir kardeşimiz… Neyse onu ev sahibine teslim edip namaza gittim.

Yatsı namazını kıldırdıktan sonra, cemaatimden bazı kimselerle birlikte şu memurun kaldığı eve doğru bir gidelim bakalım dedik. Yanımdakilere önden gitmelerini söyledim. Belki uygunsuz bir durum varsa ben gelene kadar düzeltirler diye yürüyüşümü biraz ağırdan aldım.

Yavaş adımlarla merdiveni çıkıp evin kapısına vardığımda bir de ne göreyim! Sofra ortada, dört kişinin elinde iskambil kağıdı, oyun oynuyorlar… Oynayanlardan birisi de bizim misafir gelen memur… Beni kapıda görünce iskambil oynayanlar ellerindeki kağıtları fırlatıp, çil cücüğü gibi sağa sola dağıldılar. Sanki suç üstü baskın yapmışız gibi bir durum oldu.

Tek başına kala kaldı

Bizim memur elindeki kağıtlarla ortada tek başına suçlu gibi kala kaldı. Bir bana bakıyor, bir oyun arkadaşlarına bakıyor; hayretler içerisinde… Ben de doğrusu ne olduğunu şaşırdım, böyle kaçışacaklarını beklemiyordum… Tabii oradakiler benim bu işe ne kadar tepkili olduğumu çok iyi biliyorlar. Moralim bozuldu ve orayı hemen terk etmek için daha odaya adımımı atmadan dışarı yöneldim.

“Arkadaşlar kusura bakmayın, rahatsız ettim sizi” deyip merdivenlerden inmeye başladım… Ev sahibi koşarak yanıma geldi ve koluma girdi. “Hocam buradan evime girmeden gitmen ne demek biliyor musun? Bir daha bu evde böyle bir şey görmeyeceksin. Sana söz veriyorum. Şayet bir daha görürsen o zaman ne yaparsan kabulümdür. Ama şimdi lütfen eve buyurun.”

Ev sahibi bu şekilde ısrar edince tabi onu kırmamak için geri döndüm. İçeriye girip bir köşeye oturdum. Evde biraz önceki aldıkları soğuk duşun etkisi devam ediyordu. Ben havayı biraz yumuşatmak için espri yaparak sohbet açmak istedim. İçimden de ev sahibinden bu evde bir daha kumar oynanmayacağına dair sözünü duyduğum için seviniyordum. Bunu bir başarı gibi görüyordum…

Kimseye karışamazmışım!

Meğerse bizim misafir memur bana çok kırılmış ve bu durumdan hiç hoşnut olmamış. Birden bire paldır küldür lafa daldı. İnsanlar özgürmüş de insanların özgür iradelerine karışıyormuşum da buna hakkım yokmuş da… Falan filan… Bir torba lafı peş peşe sıraladı. Misafir olduğu için çok yüklenmek istemesek de kendisi bu şekilde kaşınınca haliyle bir münakaşa başladı.

Vay efendim bir imam köylü üzerinde nasıl bu kadar etkili olurmuş? Bir insana bu kadar bağlı olmak doğru değilmiş. İmamın hiç kimseye karışmaya hakkı yokmuş…. Konuştu da konuştu; sanki memur değil laf ebesi. Her ne kadar makul ölçüler içerisinde bu bu işin günah olduğunu anlatmaya çalıştıysam da adam bir türlü ikna olmadı. Karşılıklı oynandığında kumar olacağını, karşılıksız oynandığında ise zaman israfı olacağını, Allah in vaktimizi nerelerde harcadığımızı soracağını izah etmeye çalıştıysam da Nuh dedi Peygamber demedi.

Üstelik bir de utanmadan; “Ben de yirmi tane hatim yaptım, benim de kalbim temiz, dedem ninem hacıydı” gibi laflar etmez mi? Oradakiler de bu sözleri duyunca iyice çileden çıktılar. En sonunda bir hacım dayanamayıp; “Allah’tan kork be kardeşim, ayet ve hadisleri inkar ediyorsun” dedi. Zaten saat epey geç olduğu için daha fazla ilerletmeden bu münakaşayı bitirdik.

Bu yaşadıklarım gösterdi ki kötülüklerle mücadele eden kimseleri yolundan döndürmek isteyenler çok olur. Bize düşen onlara aldırmadan doğru bildiğimiz yolda devam etmektir. Eğer köyünüzdeki, mahallenizdeki, şehrinizdeki yanlış giden şeyleri bir imam olarak dile getiremiyorsanız, etliye sütlüye karışmadan, kim ne yaparsa yapsın diyorsanız bilin ki mahşer gününde sadece kendi cemaatiniz değil, o mihrap, o minber ve o vaaz kürsüsü sizden davacı olacaktır.

 Osman Gülşen/ İrfandunyamiz.com

Şunlara Gözat

Halil Atalay hoca yüreklere dokunmuştu…

1959 yılı Ramazan ayının Kadir gecesinde Eskişehir’in Mihalıççık ilçesi Çalkaya köyünde doğdu. İlkokulu Çalkaya Köyü …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.