O gün bir kanlı şafak, gökten üflenen ateş; Birden, dağın sırtında atlılar belirecek. Atlılar put şehrine gediklerden girecek; Bir şehir ki, orada insan ayak üstü leş.
Yalnız iman ve fikir; ne sevgili ne kardeş; Bir akıl gelecek ki, akıllar delirecek. Ve bir devrim, evvela devrimi devirecek. Her şey birbirine denk, her şey birbirine eş.
Fertle toplum arası kalkacak artık güreş; Herkes tek tek sırtına toplumu bindirecek. Gökler iki şakkolmuş haberi bildirecek. Müjdeler olsun size; doğdu batmayan güneş!
İmam-ı Şafii Hazretlerinin günahlardan pişmanlığı konu alan bu güzel münacaatını, ülkemizin önde gelen Arapça üstadlarından muhterem Prof. Dr. Mehmet Yalar Hocamız tercüme etti. İRFANDUNYAMİZ olarak kendisine teşekkürlerimizi arz ediyoruz.
Katılaşınca kalbim ve daralınca yollarım,
Affının merdiveni kıldım umudumu…
Büyük gördüm günahımı ancak karşılaştırınca onu;
Affınla Rabbim! Daha büyüktü affın…
Hep bağışlayan oldun günahı ve hala;
Bağışlamaya devam ediyorsun lutuf ve kereminle…
Sen olmasaydın eğer direnemezdi İblis’e hiçbir abid,
Nasıl dirensin ki, yanıltmışken o, seçkin kulun Adem’i…
Helal olsun asil abide ki o;
Akıtmakta kanlı göz yaşını derin coşkudan,
Yas tutar o, gece karanlığını yayınca;
Üstüne, şiddetli korkudan,
Fasihtir zikrederken Rabbini,
Dilsiz kesilir oysa masiva ile olunca…
Ve hatırlar gençliğinde geçen günleri,
Ve o günlerde bilmeden işlediği günahları,
Böylece kederlenir gün boyunca,
Uykusuz ve sırdaş kalır gece karardığında;
Ve şöyle der: Sevgilim Sensin dileğim ve arzum.
Dileyenler için yetersin Sen, dilek ve kazanç olarak…
Sen değil misin beni besleyen ve hidayete erdiren,
Bize bir nazar oldu Cumamız Pazar oldu Ne olduysa hep bize azar, azar oldu
Ne şöhretten hastayız, ne de candan hastayız Ne ruhça ne vücutça ne de kandan hastayız Avrupa’ya bir değil iki pencere açtık Uzun yıllardan beri cereyandan hastayız Batı, batı diyerek eyvah hep batıyoruz
Yaklaştıkça her sene öz yurdumda yılbaşı Yapılır milletime Frenkçe sahte aşı Buna ağlar ağacı hem toprağı, taşı Batı, batı diyerek eyvah hep batıyoruz
Sen Hıristiyan mısın? Diye sorsan darılır Yılbaşında hindi kaz yemesine bayılır Çam deviren hindi ki nasıl mümin sayılır Bilmiyoruz çoğumuz ne edip yapıyoruz Batı, batı diyerek eyvah hep batıyoruz
Bilemedim kisveni, ne şarktan ne de garptan. Görürüm habersizsin sünnetten ve kitaptan.
Sıkma baş, dar pantolon, dudaklarda ruj elbet. Daha da cüretkârı; nâmahremle hoşsohbet.
Pabuçlar yüksek topuk, fütursuzca gülüşler. Kem nazar kamçılayan tahrikkâr süzülüşler.
Hoş koku, aksesuar, teşhirdeki ziynetler. Ayartan türlü işve, kışkırtmalık tıynetler.
Ne bıraktın bak kızım, iffetinden geriye. Nâmahrem çoktan girmiş hanenden içeriye.
Söyle kızım bu ne hâl; görse ne derdi ninen. Demez miydi a kuzum, ettiğin günah dinen.
Hımâr, cilbâb ve hicâb; inandığın dindendir. Herbiri bir farz iken, teberrücün nedendir?
Nedenin nedir söyle; aramak mı kısmetin… Yoksa heves peşinde kirletmek mi ismetin.
Edebinle giyinsen, kuşansan libasını. Lutfetmez mi Yaradan kısmetlerin hasını.
Heva, heves nefisten; o ırzına musallat. Şehvetle boğar seni, neyine lazım cellat.
Giyinmişken çıplaksın, dilinde Peygamberin. Konu tesettür iken, o değil mi rehberin.
Bir bak nasıl giyinmiş Peygamberin eşleri. Hem bak sâdır olmuş mu, iffet dışı işleri.
Yahut kızlarına bak, örneğin Fâtıma’ya… Gör tesettür neyimiş, neyimiş edep, hayâ.
Nedamet yürek dağlar, acıtır sızım sızım. Geç kalma Âişe ol, Fâtıma ol be kızım.
Derviş Makas
İrfanDunyamiz.com
Hımâr: Omuzlara kadar salıverilerek örtülen baş örtüsü (Nur Sûresi, 24/51) Cilbâb: Kadının baştan ayağa bedenini ve bütün elbiselerini örten dış giysi (Ahzâb Sûresi, 33/59) Hicâb: Perde, iki nesne arasına konan engel, kapalı mekanlarda haremlik-selamlık (Ahzâb Sûresi, 33/53) Teberrüc: Dikkat çekmek, kendini göstermek, açılıp saçılmak, teşhircilik(Ahzâb Sûresi, 33/33)