Etmek için gönlü rahmetten cüda Ummana uzanan eller kırılsın! Vermişiz veririz binlerce feda, Reyhana uzanan eller kırılsın!
Garibdir bu dinin gülleri Ya Rab, Kahreyle şu kara yelleri Ya Rab, Sanki Ebu Leheb’in elleri ya Rab, İmana uzanan eller kırılsın!
Nura nefret kusan Ebu Cehiller, Zulümde Nemrud’dan daha ehiller, Ya Rab, bunlar hiç insaflı değiller; Kur’an’a uzanan eller kırılsın!
Gönül kâbemizi yıkmaya gelen, Mel’un Ebrehe’nin üstüne gökten, Sal Ebabil kuşlarını yeniden Burhana uzanan eller kırılsın!
Bizi haramiye kervan eyleme, Şu yerde ismini kurban eyleme, Yedi kat gökleri zindan eyleme, Ezana uzanan eller kırılsın!
Tuzaklar bülbülü boğmadan daha, Gülü kurban için eğmeden daha, Kirli parmakları değmeden daha, Vicdana uzanan eller kırılsın!
Önüne serilmiş onca ibreti, Görmez helak olan bunca milleti. Şu kör başlar haketmiştir zilleti Yârân’a uzanan eller kırılsın!
Koru Kur’an’ını, yaşasın İslam, Safası, şifası eylesin devam, Hasta can çıkmadan yalvarır, Mevla’m Dermana uzanan eller kırılsın!..
Hazret-i Nuh gibi avaz eyleriz, Ve “enni mağlubun fentasir” deriz. Ver nusrat elini tutsun elimiz Sübhana uzanan eller kırılsın!
Sukutî der, budur bir tek silahım, Dûamızı kabul eyle Allah’ım. Bir müjdeyle doğsun artık sabahım İrfana uzanan eller kırılsın! Nankörlere hürmet için şeytanca Furkan’a uzanan eller kırılsın!
Not: Bu şiir Altınoluk Dergisi’nin Ekim 1997 tarihli sayısından iktibas edilmiştir.
Derin dereler geçtim, karlı dağları aştım, Bazen çevremde döndüm, bazen düz yolda şaştım… Bir avuç sevgi diye kapı kapı dolaştım, Verenler dediler ki: “Sevgi semâdan gelir.”
Deryâ, denizler, göller, rahmet bekliyor çöller, Son sonbahar iklimi, hasretle eser yeller… Uykuyu uyutup da birlikte gonca güller, Derenler dediler ki: “Sevgi semâdan gelir.”
Yûnus «bezm-i elest»te içmiş aşk bâdesini, Severek, sevilerek doldurmuş vâdesini… Seherde secde için sevgi seccadesini, Serenler dediler ki: “Sevgi semâdan gelir.”
Sevgisiz bir dünyada insan yaşamaz diye, Sevgi, Vedûd Mevlâ’dan kullarına hediye… Nübüvvet gülzârında rû be rû sevgiliye, Soranlar dediler ki: “Sevgi semâdan gelir.”
Gözde nur, dilde duâ, sevgi kuşta kanattır, Sevilmek ayrı huzur, sevmek ayrı sanattır… Rabbim gerçek sevgiyi n’olur bize de tattır! Yârenler dediler ki: “Sevgi semâdan gelir.”
Artarak gönlümün aydınlığı her saniyede Bir mehâbetli sabah oldu Süleymâniye`de Kendi gök kubbemiz altında bu bayram saati, Dokuz asrında bütün halkı, bütün memleketi Yer yer aksettiriyor mavileşen manzaradan, Kalkıyor tozlu zaman perdesi her an aradan. Gecenin bitmeye yüz tuttuğu andan beridir, Duyulan gökte kanat, yerde ayak sesleridir. Bir geliş var!.. Ne mübârek, ne garîb âlem bu!.. Hava boydan boya binlerce hayâletle dolu… Her ufuktan bu geliş eski seferlerdendir; O seferlerle açılmış nice yerlerdendir. Bu sükûnette karıştıkça karanlıkla ışık Yürüyor, durmadan, insan ve hayâlet karışık; Kimi gökten, kimi yerden üşüşüp her kapıya, Giriyor, birbiri ardınca, ilâhî yapıya. Tanrının mâbedi her bir tarafından doluyor, Bu saatlerde Süleymâniye târih oluyor.
Ordu-milletlerin en çok döğüşen, en sarpı Adamış sevdiği Allah`ına bir böyle yapı. En güzel mâbedi olsun diye en son dînin Budur öz şekli hayâl ettiği mîmârînin. Görebilsin diye sonsuzluğu her yerden iyi, Seçmiş İstanbul`un ufkunda bu kudsî tepeyi; Taşımış harcını gâzîleri, serdârıyle, Taşı yenmiş nice bin işçisi, mîmâriyle. Hür ve engin vatanın hem gece, hem gündüzüne, Uhrevî bir kapı açmış buradan gökyüzüne, Taa ki geçsin ezelî rahmete ruh orduları.. Bir neferdir, bu zafer mâbedinin mîmârı.
Ulu mâbed! Seni ancak bu sabah anlıyorum; Ben de bir vârisin olmakla bugün mağrûrum; Bir zaman hendeseden âbide zannettimdi; Kubben altında bu cumhûra bakarken şimdi, Senelerden beri rüyâda görüp özlediğim Cedlerin mağfiret iklîmine girmiş gibiyim. Dili bir, gönlü bir, îmânî bir insan yığını Görüyor varlığının bir yere toplandığını; Büyük Allah`ı anarken bir ağızdan herkes Nice bin dalgalı Tekbîr oluyor tek bir ses; Yükselen bir nakaratın büyüyen velvelesi, Nice tuğlarla karışmış nice bin at yelesi!
Gördüm ön safta oturmuş nefer esvaplı biri Dinliyor vecd ile tekrar alınan Tekbîr`i Ne kadar saf idi sîmâsı bu mü`min neferin! Kimdi? Bânisi mi, mîmârı mı ulvî eserin? Taa Malazgirt ovasından yürüyen Türkoğlu Bu nefer miydi? Derin gözleri yaşlarla dolu, Yüzü dünyâda yiğit yüzlerinin en güzeli, Çok büyük bir iş görmekle yorulmuş belli; Hem büyük yurdu kuran hem koruyan kudretimiz Her zaman varlığımız, hem kanımız hem etimiz; Vatanın hem yaşayan vârisi hem sâhibi o, Görünür halka bu günlerde teselli gibi o, Hem bu toprakta bugün, bizde kalan her yerde, Hem de çoktan beri kaybettiğimiz yerlerde.
Karşı dağlarda tutuşmuş gibi gül bahçeleri, Koyu bir kırmızılık gökten ayırmakta yeri. Gökte top sesleri var, belli, derinden derine; Belki yüzlerce şehir sesleniyor birbirine. Çok yakından mı bu sesler, çok uzaklardan mı? Üsküdar`dan mı? Hisar`dan mı? Kavaklar`dan mı? Bursa`dan, Konya`dan, İzmir`den, uzaktan uzağa, Çarpıyor birbiri ardınca o dağdan bu dağa; Şimdi her merhaleden, taa Bâyezîd`den, Van`dan, Aynı top sesleri birbir geliyor her yandan. Ne kadar duygulu, engin ve mübârek bu seher! Kadın erkek ve çocuk, gönlü dolanlar, yer yer, Dinliyor hepsi büyük hâtırâlar rüzgârını, Çaldıran topları ardınca Mohaç toplarını.
Gökte top sesleri, bir bir, nerelerden geliyor? Mutlaka her biri bir başka zaferden geliyor: Kosova`dan, Niğbolu`dan, Varna`dan, İstanbul`dan.. Anıyor her biri bir vak`ayı heybetle bu an; Belgrad`dan mı? Budin, Eğri ve Uyvar`dan mı? Son hudutlarda yücelmiş sıra dağlardan mı?
Deniz ufkunda bu top sesleri nerden geliyor? Barbaros, belki, donanmayla seferden geliyor!.. Adalar`dan mı? Tunus`dan m, Cezayir`den mi? Hür ufuklarda donanmış iki yüz pâre gemi Yeni doğmus aya baktıkları yerden geliyor; O mübârek gemiler hangi seherden geliyor?
Ulu mâbedde karıştım vatanın birliğine. Çok şükür Allaha, gördüm, bu saatlerde yine Yaşayanlarla beraber bulunan ervâhı.