Rahmetli Asım Gültekin Abi gittiği bir misafirlikte veya herhangi bir yerde bir kitaplık ya da kütüphane bulursa mutlaka orayı karıştırırdı. Kitap okumanın zevkini almıştı; isterdi ki herkes bir şeyler okusun, bir şeyler yazsın. Beraber Fatih’te bir yayınevine uğradığımızda da çok mutluydu.
Onun dünyasında dergilerin olduğu gibi kitapların da yeri büyüktü. Kitapları karıştırırken muhtemelen bir tek kitabı arıyordu. Kitapseverler bilirler ki güzel kitabın nerede ne zaman karşınıza çıkacağı bilinmez. Hiç ummadığınız bir yerde, hazine değerinde bir kitapla karşılaşabilirsiniz.
Kitap medeniyeti
Kitapların insanlar üzerindeki tesirleri çok fazladır. Bundan dolayı birçok arif, âlim ve faziletli kimseler mesajını insanlara ulaştırmak için kitap yazmayı tercih etmiştir. Bu aynı zamanda kâinattaki Sünnetullah’a da uygun bir davranıştır. Zira Cenab-ı Allah mesajını kitapla göndermeyi uygun görmüştür. Kitabı öğretmesi için de Peygamber göndermiştir.
Ayet-i Kerime’de şöyle buyurulur: “Nitekim size içinizden ayetlerimizi okuyan, sizi arındıran ve size Kitab’ı ve hikmeti öğreten, daha önceden bilmediğiniz şeyleri bildiren, sizden bir Peygamber gönderdik.” (Bakara, 151)
Peki, insan kitapla eğitilebilir mi? İlla bir hocanın olması mı lazım? Öğretmenin, hocanın, mürşidin, kitabın; her birisinin yeri başka başkadır. Allah kimisini bir kitapla hidayete erdirir, kimisini bir sohbetle, kimisini bir dersle… Kimisi de yaşadığı bir olaydan etkilenerek hidayet bulur. Veya hidayet ehliyse imanını arttırır. Allah’ın bizi hangi vesile ile yetiştireceğini bizim tam olarak kestirmemiz mümkün değildir.
İnsan bazen öyle olur ki bir kitaba rastlar ve o zamana kadar göremediği bir kusurunu fark eder ve kendisini düzeltmeye çalışır. Veya bir kitap sayesinde anlayışını, kavrayışını arttırır da derecesini yükseltir. Bir kitap okur, paranın, şöhretin, siyasetin şatafatına arkasını dönüp irfanın peşine düşer. Önünden dünyevi yaşantıyı benimsemiş insan yığınları bir nehir gibi akarken, hikmeti görünce heyecanlanan bir güzel insan olup çıkar. Bunun tersi de mümkündür. Bazen de kitaplar insanı kapar ve onun derekesini düşürür. Bir kitap okursunuz, marksçı, evrimci, satanist vs. olursunuz.
Hikmet ve irfan
Geçenlerde çalıştığım ortaokulun kütüphanesine şöyle yarım saat kadar bir göz attım. Hiç ummadığım harika kitaplarla karşılaştım. Seçtiğim kitapların içinden bazılarını okumak üzere kendime ayırdım. Neredeyse her cümlesinin altını çizmek istediğim kitaplardı bunlar. Birisi Yusuf Has Hacib’in “Kutadgu Bilig”i, diğeri Muhasibi’nin “Farzet ki Öldün” adlı kitabı, bir diğeri de İbn Hazm’ın “Nefislerin Tedavisi” adı ile çevrilen “Müdavatün Nüfus”adlı kitabıydı.
Kütüphanede yalnız başımaydım. Her bir kitaptan beşer onar dakika okudum. Kitaplardan birini okuyorum, içimden; “Off ne müthiş” diyorum. Bir diğerini okuyorum; “Ooo bu da çok güzelmiş” diyorum. Keşke o sırada birisi kütüphaneye girseydi de bu heyecanımı onunla paylaşabilseydim. Gözüme kestirdiğim herhangi birisine bu kitaplarla ilgili bir şeyler anlatmaya hazırdım. Çok güzel bir yemek yiyorsunuz ama yalnızsınız, işte böyle bir duyguydu.
Kitapları eve götürüp okuyunca adeta hikmete ve irfana doydum. Özellikle yazarlarının bin küsur yıl önce yaşamış olmaları benim ilgimi daha da çok çekti. Muhasibi bin iki yüz yıl önce Basra’da yaşamış. İbn Hazm takriben bin yıl kadar önce Avrupa’da, Yusuf Has Hacip ise yine bin yıl kadar önce Orta Asya’da yaşamış. Üçü de tanımamız gereken çok önemli şahsiyetler.
Bu yazıda sizlere İbn Hazm ve adı geçen eserinden bahsetmek istiyorum. Daha önce onun “Güvercin Gerdanlığı” adlı kitabını okumuş ama pek haz etmemiştim. Fakat yine de bu kitap ona olan merakımı arttırmıştı. “Nefislerin Tedavisi” adlı kitabına gelince ona bayıldım. Bu eserinde hayatın şifrelerine dair çok önemli ipuçlarını açıklıyor, bir nevi “hayat bilgisi” diyebileceğimiz türden yaşamın inceliklerini anlatıyordu. Hani biraz latife de katarak söyleyecek olursam İbn Hazm için zamanının Kemal Sayar’ı diyebilirim. “Şu hayatın zorlukları çok üstüme geliyor. Hangi zamanlarda hangi davranışı tercih etmeliyim” gibi soruları olanlar, bilhassa da gençler bu kitaptan istifade edebilirler.
Kısaca İbn Hazm
İbn Hazm hakkında kaynaklarda şu bilgilere rastladım: 7 Kasım 994 tarihinde Endülüs’ün Kurtuba şehrinde zengin bir ailede dünyaya gelmiş. İki kez vezirlik/ bakanlık görevi yapmış. Hadis, Fıkıh ve Siyer ilimlerinde ileri düzeye ulaşmış. Birçok âlimle ilmi münakaşa ve tartışmalara girmiş. Geçmişte yaşayan âlimleri eleştirmiş, dilini zaman zaman kılıç gibi kullanmış. Bazı dönemlerde dışlandığı, hapse atıldığı, hatta işkence gördüğü olmuş. Meydanlarda kitaplarının yakıldığı dönemler de olmuş. Son dönemlerinde atalarının memleketi Leble’ye gitmiş ve oradaki inziva döneminin ardından 1064 yılının Ağustos ayında vefat etmiş.
Benim anlayabildiğim kadarıyla İbn Hazm özgüveni yüksek ve özgür düşünen bir beyin. İnanılmaz derecede renkli ve özgün bir kişilik. Gençlerin tabiriyle söyleyecek olursam cins bir kafa. Keskin zekâsını bilhassa fıkıh ilminde konuşturmuş ve fıkhın en ince konularına kadar fikir beyan etmiş. Fıkhın temellerine yani usulüne dair görüşler serdetmiş. H. Yunus Apaydın’ın yazdığı İslam Ansiklopedisi maddesi bu konuda kapsamlı bilgi vermektedir.
İbn Hazım’ın benim açımdan en dikkat çeken yönü ise hikmete değer veren ve hikmetli konuşan bir şahsiyet olmasıdır. Onun özellikle bu eseriyle tanıştıktan sonra artık kendisi benim için önemli birisi oldu. Çünkü benim daha önce fark edemediğim bir şeyi fark etmeme sebep oldu. Bundan dolayı ona minnet borçluyum.
“Nedir o” diyecek olursanız şöyle izah edeyim: İnsanları yüzlerine karşı övme hususunda bazen iltifat mı yoksa övgü mü yaptığımı tam olarak kestiremiyordum. İbn Hazm kitabında fazilet ehli kimselerin insanları yüzlerine karşı fazla övmediklerini söylüyordu. Ve bunun yanlış bir şey olduğunu ikna edici bir şekilde izah ediyordu.
Bu bahsi okuduktan sonra şöyle bir müddet düşündüm. İlgili hadis-i şerifleri de hatırladım. Yüze övgü yapan insanın biraz ezildiğini, izzetinden, ciddiyetinden, oturaklı halinden bir şeyler kaybettiğini fark ettim. İnsan âlemin göz bebeği kıymetli bir varlıktır; tamam kibirli olmasın ama niye ezik olsun? Güçlü karakterli insanlar bundan sakınmalı diye düşündüm. Artık kendi çocuklarıma verebileceğim yeni bir öğüdüm vardı: “İnsanları yüzlerine karşı övmeyin, ağırlığınız kalmaz.”
İbn Hazm kitabında bir iki yerde bu övme işinden sakındırıyordu. Bu konudaki sözlerini okurken; “Acaba ben hangi kategorideyim” diye düşünmüş ve biraz da gülümsemiştim. Çünkü pasajın sonunda iyi mi kötü mü bir şey söyleyeceğini ilk başta kestirememiştim. Kendinizi test edip hangi gruptan olduğunuzu tespit etmeniz için bahsettiğim bu bölümü sizlerle de paylaşmak istiyorum.
Şöyle diyor İbn Hazm: “İnsanlar bazı ahlaklarında yedi mertebeye ayrılır. Bunlardan bir kısmı, insanı yüzüne metheder, arkadan kötüler. Bunlar münafıktır, halk arasında kusur arayan dedikoduculardır ki insanların çoğu böyledir. Bir kısmı, methi de, kötülemeyi de yüzünü yapar. Bunlar da, kendilerini beğenmiş, diğerlerinin kusurunu araştıran ve onlara tepeden bakan kimselerdir. Bir kısmı da insanı yüzünden de arkasından da methederler, bunlar da bir takım dalkavuklardır, herkesten bir şeyler beklerler. Bir kısmı da, insanı yüzüne kötüler, arkasından metheder, bunlar da seviyesiz ahmaklardır. Fazilet ehli kimseler, insanı yüzüne karşı ne metheder, ne de zemmeder, iyilikleriyle arkadan metheder, kötülükleri hakkında susarlar.”(Nefislerin Tedavisi, Tercüme: Selahaddin Kip, s.46)
Biz en iyisi ne kimseyi yüzüne karşı övelim, ne de insanlara kendimizi övelim. Karakterimizi geliştirmek için öğrenmeye devam edelim.
Aydın Başar/ Genç Dergi
İslam Alimleri ↗
Kıymetli İslam alimlerini tanıtan birbirinden güzel yazılar okumak için tıklayın.
Abide Şahsiyetler ↗
İslam’ın çilesini çekmiş öncü şahsiyetlere dair yazılar okumak için tıklayın.