28 Şubat içimde bir yaradır…

28 Şubat 1997. Karabulutların kabus gibi çöktüğü, kara günlerin başlangıç günü. Unutulmaz acı hatıraların yaşandığı gün. O günlerden payımıza düşen bazı hatıraları acı tebessümlerle hatırlıyoruz. Günlerin yıl, yılların asır gibi uzadığı çile, ıstırap ve gözyaşının sel olduğu demler…

Görev yaptığım Fatsa İmam Hatip Lisesi‘nin müdürü beni odasına çağırdı. Tüm öğretmenlerin hazır olacağı bir toplantıda Şeriat’ın ne kadar zararlı bir tehlike olduğunu anlatma görevini tebliğ etti. Sözün özü, inandığım değerlere küfretmem isteniyordu. Bu Bilal-i Habeşi Hazretlerine yapılan “inkar et” baskısından farklı değildi.

Beklenen gün

Beklenen gün geldi. Öğretmenler, idareciler geniş bir salonda hazır vaziyetteler. Belki içlerinde batı çalışma gurubunda görevli kimseler de vardı. Konumuz belli, haşa Şeriat’ın ne kadar tehlikeli olduğu… ”Arkadaşlar tehlikeye girmeden Şeriat’ın ne olduğuna bakalım” diye söze girdim. Kelime olarak; “kanun. gidilen yol” demektir. Terim olarak ise İslam hukuku anlamına gelir. Şeriatın temeli Kur’an ve Sünnet’e dayanır…” Bu girizgâhı duyan müdür; “Yeter hocam anladık” dedi, mesele kapatılmış oldu.

O günlerden birinde kız öğrencilerimden birisi derste; “Hocam ne yapalım, başımızı açalım mı?” diye sormuştu. Vereceğim cevap bir yerlere rapor olarak gidecek belli. “Kalbine danış, o ne diyorsa ona göre hareket et” cevabını verince; “Güvendiğimiz dağlara kar yağdı” serzenişine muhatap oldum. “Kızım!” dedim: “Ben hiçbir zaman sizlere dağa güvenin demedim. Dağın sahibine güvenin. Nuh aleyhis selam’ın oğlu da dağa güvendi suda boğulup gitti.”

Kaderin işleri

Günlerden Cumartesi sahilde el ele tutuşup başörtüsü baskısını protesto ediyoruz. Yüzlerce insan var ama polis benim koluma girip oradan çıkarıyor. Birkaç gün sonra açığa alındığım haberi geliyor. Oysa ne bir cam kırdık ne de Molotof attık. Haber bana akşam gelmişti. Evdekiler üzülmesin diye haber vermedim. Öbür gün okula gittiğimde her an dersten çağrılmayı bekliyorum. İkinci derse girmiştim ki beklenen haber geldi. İdareye çağrılıyordum.

Bazı dostlar devreye girmiş kaymakam açığa almayı soruşturmaya çevirmişti. İlçe Milli Eğitim’e gittiğimde kaderin garip bir cilvesi üniversitede ev arkadaşım beni sorguya çekecekti. Konya’da ilk senemiz, toprak sıvalı toprak damlı, kuvvetli yağmurların içine geçtiği evimiz aklıma geldi. Talebelik günlerinde çektiğimiz sıkıntılar gözümün önünden geçti.

Bir sabah kahvaltı yapmadan okula gitmiştik. Çünkü hiç birimizde değil kahvaltılık, ekmek alacak para yoktu. Yüksek İslam Enstitüsü’nde ilk yılım sınıf başkanı olduğum için müdür yardımcımız Ali Rıza Bey o sabah ilk derste odasına çağırmış, para yardımı için on beş- yirmi kişinin adını istiyordu. Ev arkadaşlarım benim sınıfta olmadığı için hiç birini yazamadığım gibi kendi adımı da yazamamıştım.

On sekiz sınıf arkadaşımın adını yazıp verdim. Odadan tam çıkarken arkamdan hocam; “Senin de ihtiyacın var mı?“ diye seslendi. Olduğum yerde sessiz başım öne eğik donakaldım. Ne var diyebildim, ne de yok… O zaman gel gel deyip bir miktar para uzattı. Ev arkadaşlarımla o öğlen bayram ettik.

Evet şimdi o ev arkadaşımın makam odasındaydım. Uzun bir sessizlikten sonra; “Neden el ele tutuşma eylemine gittin?” sorusuyla irkildim. Nasıl ve ne cevap verebilirdim? Soruya soruyla cevap verdim: “Biz iki yılda iki asır yaşadık. Senin haberin var mı?” Gerçekten de o yıl saçlarım birden bire ağarmıştı. Başka bir soru sormadı eski ev arkadaşım. Sağ olsun eyleme katılmadığıma dair bir rapor tutmuş ceza almadan kurtulduk.

Aleyhte yayınlar

Karanlık şubatın üzerinden tam iki yıl geçmiş okulumuzun muhasarası bütün şiddetiyle devam ediyordu. Bir zamanlar 2250 öğrencisi olan Fatsa İmam Hatip Lisesi, öğrencilerinin yüzde yetmişini kaybetmişti. Oysa o günlerde ilçedeki tüm liselerden daha fazla öğrencimiz vardı. Geçen iki yılda hiçbir öğrenci kaydı yapılmadığından tek bir yeni sınıf açılmamıştı. Bu yüzden kız binamız elden gitmiş ana binanın da elden gitmesi an meselesi olmuştu.

İlçede yayın yapan bir yerel televizyon gizlice çektiklerini aleyhte haber yapıp sınıfları boş gösteriyordu. İhtiyacı olan okullardan bahisle okul binamızın gerekli yerlere devrinin vakti geldiğini haykırır olmuştu. Okul aile birliğiyle birlikte Tv sahibiyle görüşüp bu yayınlardan vazgeçmesini, lehimize yayın yaparsa reklam ücreti adı altında para bile verebileceğimizi teklif etmiştik.

Adam teklifi kabul edip Ankara’ya giderken kaza geçirdi. Ciddi bir yaralanma oldu ki bizim için yapılacak program gündemden düştü. Böylece biz para vermekten kurtulduk onlar da bir daha aleyhte yayın yapmadılar.

Okul boşaldı

Okul gittikçe boşalıyor bizler kara kara düşünmeye başlamıştık. 1999 yılında Kayseri de meslek dersleri öğretmenlerinin hizmet içi seminerine katıldığımda gördüğüm manzara beni iyice üzdü. Çünkü katılımcıların yüzde sekseni ümitlerini yitirmiş, artık bu iş bitmiştir noktasına gelmişlerdi. Öyle ya çok yakın tanıdık dostlar bile çocuklarını bu okullardan alıp götürmüşlerdi.

O yaz Tokat Erbaa’ya yolum düştü. İmam Hatip Lisesi’ni ziyaret ettim. Baktım broşür hazırlamışlar köylere gidip ev ev öğrenci aramaya başlamışlar. Bizim de 250 öğrencilik erkek öğrenci yurdumuz var, bir de kız yurdu ayarladık mı bu iş oldu demektir kararına vardım. İlk yıllarda selefimiz gibi demir asa demir çarık yollara düşmek gerekiyordu.

Okul müdürüne gelip planı anlattım; “Biz bu sene 150 öğrenci kayıt yaptıracağız“ dedim. Müdür bu uçuk hayale pek inanamasa da destek sözü verdi. Broşürler Konya’da hazırlandı. Radyo reklamı hazır hale geldi. Fatsa İmam Hatip mezunu Kemal Koç dostum çok güzel bir seslendirmeyle;“Kur’an’ınız mahzun olmasın, seccadeniz garip kalmasın” diye hazırlanan reklamı yayınlamaya başladı. Bu tanıtım çevremizde bayağı ses getirdi.

Halktan o çağrıyı dinlerken ağlayanlar olmuş. Yerel bir gazetecinin, işgüzarlığı sayesinde ulusal gazetelerden birinde bölücülük yaptığımız haberi çıktı. İlçemiz camilerinden derdimizi anlatmak istesek de kürsüler bize kapalıydı. Ama civar ilçe ve köylere gittik vaaz ve sohbetlerle durumu anlattık. Halk bizi gözyaşlarıyla dinleyip sahiplendi.

Gemiyi terk edemeyiz

Bir gün Termeli Küçük Hafiz Abi’nin sahra sohbeti diye bir organizesine gittik. Yalvar yakar beş dakika konuşma müsaadesi alınca mikrofonu ele alıp derdimizi dökmeye başladık. Hafız Abi biraz dinleyince; “İstediği kadar konuşsun” haberi göndermişti. Kendisi de bizi destekleyen güzel bir konuşma yaptı.

Onun dervişlerinden biri torununa; “Yavrum İmam Hatip Okulu kapanıyormuş. Oraya öğrenci lazımmış. Sen mi gidersin yoksa ben mi?“ diye serzenişte bulunmuş. Özellikle Cuma günleri ve bu sahra sohbetleri işimizi hayli  kolaylaştırdı. Fakir fukaraya, kız- erkek fark etmez çocuklarını bedava okutma sözü vermiştik. “Bu din, garip olarak başladı, tekrar garip olarak gelecektir. Ne mutlu gariplere!” diyen Peygamberimiz önümüzde, sesi kulağımızdaydı.

Yol aynı olunca çile de aynıydı… O sene Ferhat Yılmaz Bey’le duyup da gitmediğimiz köy ve kasabaları tabir caizse karış karış dolaştık. Öğrencileri topluyorduk ama kendi evimizden farklı sesler geliyordu. Bir yandan kendi oğlum; ”Baba arkadaşlarım gitti. bana yazık etme. Beni başka bir okula kayıt ettir” diye ağlayıp yalvarıyordu.

“Oğlum!” dedim; “Gemiyi ilk fareler terk edermiş, biz bu gemiyi terk edemeyiz. Kendi oğlumu alır götürürsem başkalarının çocuklarını nasıl isterim? Allah seni zayi etmeyecek Ona güven oğlum.” Elimden geldiğince onu teselli etmeye çalıştım. Hatta bu zor dönemde diğer oğlumu da İmam Hatip Lisesi’ne kayıt ettirdim.

O yıl Allah’a şükürler olsun tam yüz elli öğrenci kaydını yaptırdı. Bu Anadolu kısmına üç, düz kısmına üç, toplam altı tane yeni sınıf demekti. Bu müdürün bile inanamadığı ama sevinçten gözlerini yaşartan bir lütf-u ilahi olmuştu. İkinci yıl kayıtlarımız iki yüz elli olunca artık şükür secdesi makamındaydık. Bu Türkiye ölçeğinde bir başarı hikayesi olmuştu.

Yer lazım

Atmış tane kız öğrenci için yatacak yer temini gerekiyordu. Bu yeni durum için çareler ararken kapanan Kur’an kurslarının sünger yatakları bize ümit oldu. Bu eski yataklar tamir edilip yeni kız yurdumuz hazırlanacaktı. Fatsa’da yardım için esnaf ziyaretlerine başladık.

Acı bir hatıra olarak kaydetmem lazım ki bir dükkan ziyaretinde adamlar; ”Sakın içeri adım atmayın, biz oraların kapanması için çalışıyoruz, siz yardım istiyorsunuz” diye bizi paylayıp kovdular. Tabi her yolun yolcusu oluyor. Hakka sahip çıkıp bize moral verenler de vardı. Rahmetli Rekabi Sade abimiz bizi hoş karşılayıp ne kadar yatak yüzü ihtiyacımız varsa verdi. Eksik olmasın Fatsa esnafı ellerinden gelen yardımı esirgemedi.

Ancak; “Kim olursan ol gel gel” diyerek kayıt yaptığımız öğrencilerin bir kısmı çok zor gençlerdi. Bir kısmı kötü alışkanlıklar edinmiş, disiplin ve çalışma problemi olan öğrencilerdi. Yurt müdürü Yunus Karakullukçu, çok babacan, sabırlı bir arkadaşımızdı. Bir öğrenci onun bile sabrını taşırmış olmalı ki yurttan atılmıştı.

O öğrenci o gece inşaatta yatmış. Tabi soğuk yüzünü gözünü morartmıştı. Sordum durumu anlattı. Kırdığı cevizler kırkı geçmişti. Yunus Bey’in yanına gittim. “O öğrenci kredisini bitirdi” cevabını verdi. “Hocam bu sefer benim krediden harcayalım“ deyince dayanamayıp geri kabul etti.

O yavrumuz da okulu bitirip Bir Kur’an kursunda hocalığa başlamıştı. Öğrencilerini dere kenarına pikniğe götürmüş. Çocuklardan biri göle düşünce kurtarmak için koşup öğrencisini kurtarıp kendisi boğulmuş. Rabbim ona ve vefat eden bütün öğrencilerimize rahmet eylesin!

Karanlık günler

O dönem çok güzel öğrencilerimiz oldu. Memleketin dört bir yanında göreve başladılar. Kendi oğullarım bile önemli makamlarda görev yaptılar. Bize düşen rıza makamından ayrılmayıp bir ömür şükür secdesinde olmaktır. Rabbim bu milletin çocuklarını imanlı, Kur’anlı, Peygamber sevdalısı, hayırlı evlatlar eylesin. İslam düşmanlarına karşı muzaffer ve muvaffak eylesin. Yavrularımıza yar ve yardımcı olsun!…

Netice o günler karanlık ve kara günlerdi. Bir demdi geldi geçti. Bizim anlayışımıza göre hayat iman ve cihaddan ibarettir. Allah kullarını değişik şartlarda imtihan eder. Bakara Suresi 155.ayette Rabbimiz şöyle buyuruyor: “Andolsun sizi biraz korku, biraz açlık ile ve mallardancanlardan, ürünlerden eksiltmeyle imtihan edeceğim. O hâlde, sabredenleri müjdele!”

İlâhî yasalara göre, insan bu dünya hayatında bazen korku, bazen açlık ve yoksullukla, kimi zaman da servetinden, sağlığından ve sahip olduğu diğer nimetlerden bir kısmını veya tamamını kaybederek imtihan edilecektir. Zorluk ve sıkıntılar karşısında sabırla direnerek imtihanı başarıyla tamamlayanlar, ebedî saadet ve kurtuluşu hak edeceklerdir. 

Rahmet olsun

Bu vesile ile ümmete ve millete uyanış ve hizmet yoluna kendini adamış büyük dava ve devlet adamı Necmettin Erbakan Hocamızı rahmet ve minnetle anıyoruz. Ruhu şad makamı cennet olsun. Ektiği tohumlar yeşerdi, diktiği fidanlar meyveye durdu. Ne mutlu sonsuzluk kervanında yerini alanlara! Ne güzel söylemiş Üstad Necip Fazıl Kısakürek:

Sonsuzluk Kervanı, peşinizde ben…
Üç ayakla seken topal köpeğim!
Bastığınız yeri taş taş öpeyim.
Bir kırıntı yeter kereminizden!
Sonsuzluk Kervanı, peşinizde ben…

Sonsuzluk Kervanı, istemem azat!
Köleniz olmakmış gerçek hürriyet.
Ölmezi bulmaksa biricik niyet;
Bastığınız yerde ebedi hasat.
Sonsuzluk Kervanı, istemem azat.

Rabbim bizleri o kutlu kervandan ayırmasın!..

Recep Uzun/ İrfanDunyamiz.com

İrfan Mektebi ↗

Sevdirici, müjdeleyici üslupla yazılmış hayata dair yazılar okumak için tıklayın.

Gönül Dünyamız ↗

Gönül insanlarına dair bam telinize dokunacak yazılar okumak için tıklayın.

Şunlara Gözat

Selât-ü selam hassasiyeti…

Yüce Allah, Hazreti Muhammed sallellahu aleyhi ve sellem’in kendi katındaki değerinden dolayı ona salat-ü selam …

3 Yorumlar

  1. Muzaffer Dereli

    Maşaallah. Allah razı olsunn hocam. İşte mücadele ve başarı. İşte Hakka teslim olunduğu zaman Allâh’ın mide kapışır açtığınız örnekleri. Rabbimiz yolunda daim eylesin.

  2. Muzaffer Dereli

    Maşaallah. Allah razı olsun hocam. İşte mücadele ve başarı. İşte Hakk’a teslim olunduğu zaman Allâh’ın kapılar açtığına dair örnekler. Rabbimiz yolunda daim eylesin.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.