Şirk ve Hevâ Dini Deizm

Günümüzde adeta bir mantar gibi yaygınlaşan “deizm” toplumda kendiliğinden oluşan türden bir mantar değildir. Sekülerizm ile paralel olarak ortaya çıkan liberal, demokratik ve laik ortamda türeme zemini bulan bir çeşit kültür mantarıdır. Onun üretimini yapmak isteyen yerli ve yabancı yatırımcılar ise gerek medyası gerekse eğitim sistemi ile onun yetişmesi için en ideal ortamı hazırlamışlardır. Derin bir dinsizleştirme çabasının sonucunda, emekleri boşa gitmemiş, bilinçli bir projeyle deizm Batıdan sonra Müslüman topraklarında da yayılmaya başlamıştır.

En başından şunu ifade edelim ki deizm birilerinin ifade ettiği gibi akılcılıktan uzaklaşıldığı veya hurafelerin yayıldığı için toplumda güçlenmemiştir. Bu söylem sünneti hafife alan ve hurafe olarak gören kimselerin “buradan bir şey çıkar mı” mantığıyla ürettikleri bir söylemdir. Eğer onların dediği gibi olsaydı deizm en çok hurafelerin yaygın olduğu cahil halk kitleleri arasında yaygınlaşırdı. Üniversite mezunları arasında değil de mahallede kahve falı bakan kadınlar ya da ağaçlara çaput bağlayan hurafeciler arasında yaygınlaşırdı. Fakat öyle olmamıştır. Deizmin yaygınlaşması, laik ve demokratik ortamda, seküler eğitim sistemi neticesinde kaçınılmaz bir sonuç olarak ortaya çıkmıştır.

Toplumda yaygınlaşa deizm olgusunu, İslam’ı anlatan hocaların üslubu ile alakalandırmak ve hocaların üslup ve söylem hatalarından dolayı deizmin yaygınlaştığını iddia etmek de bir çeşit kolaycılıktır. Doğrusu gençlerin öyle deizme sebep olarak gösterilen hocaefendileri dinlediği falan da yoktur. Gençlerin kimleri takip ettiği, kimlerin kitaplarını okuduğu, internette nerelere takıldıkları dikkatli irdelenirse, hocaların üslup hatalarının sebepler arasında belki de en geride kaldığı görülecektir.

Erken teşhis

Bütün bu yüzeysel çıkarımlar bir tarafa, deizmin asıl sebebinin sekülerizm olduğu tesbiti son derece doğru ve isabetli bir tespittir. Fakat insanları dolambaçlı yollara sevk etmeye ve meseleyi zorlaştırmaya da hakkımız yoktur. Sekülerizm havada uçuşan tek başına zihnimizde bir yere oturtmakta zorlandığımız bir kavramdır. Eğer düşüncenin bir namusu varsa, sekülerizmin ete kemiğe bürünmüş halinin laiklik ve demokrasi olduğu gerçeği insanlardan gizlenmemelidir. (Bu konuda yazdığımız Sekülerizm Tehlikesi ve Tarihselcilik Fitnesi başlıklı yazımıza bakılabilir)

Evet, münevverlerimiz demokrasi ve laikliğin sonunun ilk aşamada “ılımlı İslam” sonrasında ise deizm ve ateizm olduğunu çok daha önceden görebilmeliydiler. Hiç olmazsa batıdaki gidişata baksalardı, deizmin nasıl bir kültürel ortamda yayılma zemini bulduğunu tespit edebilirlerdi. Ne yazık ki çok azı müstesna münevverlerimiz bu tehlikeyi sezemediler. Sezebilenler de sesini duyuramadı. Meydan, devrine ve iktidarına göre pozisyon alabilen, her türlü moda akıma kapılma potansiyeli bulunan, yeri geldiğinde demokrat, yeri geldiğinde laik, şimdilerde ise kemalist olmayı tercih eden omurgasız tiplemelere kaldı.

Kimileri de iyi niyetlerinin kurbanı olarak demokrasi ve laiklik gibi celladımızın bize armağan ettiği kavramları benimsemekte bir sakınca görmediler. Belki de egemen güçlerle, kapitallerle, sermaye sahipleri ile yüzleşmeyi göze alamadılar. Fakat bunu yaparken de hem sekülerizme karşı olmak hem de sekülerizmin rahminde gelişen demokrasi ve laiklik gibi kavramlara sahip çıkmak gibi bir çelişkiye düştüler. Bu esnada Hacı Dedem entelektüel veya münevver de olmadığı halde laikliğin dinsizlik demek olduğunu söylemişti. Birileri laiklik dinsizlik midir değil midir diye tartışırlarken, seküler laik düzende insanlarımız ateizm ve deizmin pençesine düşmekten kendilerini kurtaramadılar.

Deist karakteri

Deizm günümüzde her ne kadar seküler kültür ortamında serpilmiş olsa da inanç yönünden bakıldığında yeni bir durum değildir. Kur’an-ı Kerim’de bahsedilen müşrik karakteri ile deist karakterin arasında neredeyse hiçbir fark yoktur. (Bunu yazımızın ilerleyen bölümlerinde ispat etmeye çalışacağız.) Küfür ve şirk psikolojisi her devirde aynı olmuştur. Çünkü insandaki nankörlük karakteri ve insanın zaafları çağların değişmesiyle değişebilen özellikler değillerdir. Her devirde putlara tapan ya da kendilerini ilah yerine koyan insanlar mutlaka olmaya devam edecektir.

Kur’an-ı Kerim detayların istisnai olarak zikredildiği, genel itibari ile ana meseleler üzerinde duran bir kitaptır. Ana meseleler ise toplumdan topluma ya da çağdan çağa göre değişebilen meseleler değildir. Dolayısıyla “Kur’an-ı Kerim günümüz insanına ne söylüyor?” şeklindeki yaklaşım, ana meseleler için geçerli olamaz. Temel meselelerde Kur’an-ı Kerim dünün insanına ne söylemişse bugünün insanına da aynı şeyi söylemektedir. Yarının insanına da yine aynı şeyi söyleyecektir.

Temel meselelerde bile bu sorunun soruması daha çok sosyoloji ve diğer bazı disiplinlerin etkisi ile meseleye yaklaşmaktan kaynaklanmaktadır. Modern bilimlerin sünnet-i seniyyeye aykırı parçacı yaklaşımları, her şeyi süreçlere ayırmak ya da coğrafyalara göre farklı değerlendirmek gibi alışkanlıklara sebep olmaktadır. Buna bir de detayları tartışmaktan ana meselelere gelemeyen akademik mantığı eklediğinizde bütün meseleler neredeyse çözümsüz hale gelmektedir.

Temel mesaj aynı

Diğer taraftan modern bilimlerin vazgeçemedikleri bir takım ezberleri vardır. Mesela çocukların çok hassas olduğu varsayımından yola çıkan pedagoglar neredeyse saksıda çocuk yetiştirmeyi önerirler. Bunun gibi farklı zamanlarda farklı insan topluluklarına farklı mesajlar verilmesi gerektiği gibi bazı ezberlerden yola çıkanlar, belki Kur’an’ın her çağa ve her insan topluluğuna aynı temel mesajı vermesini garipseyeceklerdir. Bunu söylerken din anlatımında zamana ve mekana göre farklı usul, üslup ve yöntemler geliştirmenin yanlış bir şey olduğunu söylemek istemiyoruz.

Burada ifade etmek istediğimiz şey şudur: Bütün çağlar ve bütün coğrafyalar inanç yönünden ancak belli başlı kategorilerde incelenebilirler. Yeni bir ilahi kitap gelmeyeceğine göre, yeryüzünde ne kadar inanç varsa, ancak Kur’an’daki belli başlı ıstılahlar çerçevesinde değerlendirilebilir. Kur’an’da tanımlanmamış bir inanç grubunun olması söz konusu olamaz. Örneğin belki satanizmi yeni olarak görebilirsiniz ancak onu da ele aldığımızda mutlaka onun da Kur’an’da bir karşılığının olduğunu görürüz. (Bkz. Yasin, 60) Hangi zamanda ve yeryüzünün neresinde olursa olsun, hiçbir insan veya insan grubu inanç yönünden mümin, kâfir, münafık ve fasık gibi ıstılahların dışında değerlendirilemez.

Ateisti veya deisti de Kur’an ıstılahlarının dışında değerlendiremeyiz. Onlar için ayrı bir ıstılah da açamayız. En fazla müşrik kâfirlerden midir, sadece kâfirlerden midir bunu tartışabiliriz. Ama mutlaka onları bir ıstılaha sokmamız icap eder. Bunun pratik faydası nedir diye soracak olursanız, bu fayda, hangi inançla nasıl mücadele edeceğimiz hususunda hangi ayet ve hadislerden yararlanacağımızı bilmemiz noktasında olacaktır. İnançsızlığı bir hastalık olarak görecek olursak, faraza deistin Kur’an’da hangi kategoride ele alındığını bilmemiz, ona göre bir tedavi uygulamamızı kolaylaştıracaktır. Mesela deistlerin ne olduğunu tespit etmemizin, deizmle mücadele ederken kelamî anlamda mutlaka pratik bir faydası olacaktır.

Deistler sevimli gösterilmemeli

Şimdi dilerseniz bu girişten sonra deistler müşrik midir, değil midir? Bu soruya cevap arayalım. Öncelikle şunu ifade edelim ki Kur’an-ı Kerim’in en çok üzerinde durduğu hususların başında “şirk” konusu yer alır. Her çağa ve her topluma hitap eden Kur’an-ı Kerim’in insanları en çok sakındırdığı ve uyardığı husus şirktir. Peki, Kur’an-ı Kerim’in birçok ayetinde uzun uzadıya bahsedilen müşrikler yani Allah’a ortak koşanlar sadece o devirde mi kalmışlardır? Veyahut ta müşrikler sadece uzak doğuda heykellere tapan bir takım insanlar mıdır? Mesela günümüzde Allah’a inandığını söyleyen ancak hiçbir dine inanmayan deistler günümüzün müşrikleri olamazlar mı? Kur’an-ı Kerim her çağın güncel kitabı olduğuna göre müşriklerin yakınımızda bir yerlerde olmaları daha mantıklı değil midir?

Bunu anlayabilmek için öncelikle cahiliyye dönemindeki müşrik profilini net bir şekilde ortaya koyabilmemiz gerekir. Müşrik profilini ortaya koyduktan sonra günümüzdeki deistlerin fotoğrafıyla onu karşılaştırdığımızda pekâlâ bir sonucu varmamız mümkün olacaktır. Bunun için ilk önce cahiliyye dönemine veya daha da öncesindeki peygamber kavimlerine doğru bir yolculuk yapmamız ve oradaki şirk unsurlarını tespit etmemiz gerekecektir. Daha sonra da özellikle Ehl-i Kitabın dahi nasıl şirk içinde olduğunu ortaya koymamız uygun olacaktır. Bütün bunlar, Kur’an’a göre en ciddi inanç problemi olan şirkin hayatımızın neresinde olduğunu tespit edebilmemizi sağlayacaktır.

Cahiliyye müşrikleri

Kur’an-ı Kerim’in müşrik olarak tanımladığı putperestlerin inançlarına baktığımızda, tıpkı deistler gibi onların da tamamının Allah’a inandıklarını görüyoruz. Müşriklerin inanç esaslarını anlatan ayetleri okuduğumuzda sanki günümüz deistlerinden bahsedildiğini zannediyoruz. Hatta deistlerin inanç esasları ile müşriklerin inanç esasları arasında sadece ufak tefek farklılıklar bulabiliyoruz. Şirkle ilgili diğer ayet ve hadisleri de dikkate aldığımızda deistlerin günümüzün müşrikleri olduğu konusunda herhangi bir tereddütlümüz kalmıyor. Müşriklerin inanç esaslarını okuduğunuzda sizler de bunu net bir şekilde göreceksiniz.

Kur’an-ı Kerim’de bildirildiği kadarıyla müşriklerin inanç esasları şunlardır: Allah’a inanırlar ve O’nun gökleri ve yeri yarattığını kabul ederler. (Bkz; Zümer, 38; Lokman, 25) Yeryüzünün ve onun içinde olanların Allah’a ait olduğunu kabul ederler. (Bkz. Müminun, 84, 85) Güneşin ve ayın kontrolünün Allah’ın elinde olduğuna inanırlar. (Bkz. Ankebut, 61) Allah’ın göklerden ve yerden kendilerine rızık verdiğine inanırlar. Gözlerin ve kulakların malikinin Allah olduğuna inanırlar. Allah’ın ölüden diriyi, diriden de ölüyü çıkarttığına inanırlar. Her işi evirip çevirenin Allah olduğunu kabul ederler. (Bkz. Yunus, 31) Allah’ı yedi kat göklerin ve arşın Rabbi olarak kabul ederler. (Bkz. Müminun, 86, 87)

Deistlerin putları

Görüldüğü gibi müşriklerin ayetlerde bildirilen bu vasıfları aynen deistler için de geçerlidir. Bu da küfür ve şirk psikolojisinin her devirde ve her yerde aynı olduğunu ortaya koymaktadır. Müşrikler neye inanmaktaysa bugünkü deistler de ona inanmaktadır. Neye inanmıyorlarsa bugünkü deistler de ona inanmamaktadır. Arada sadece ufak bir fark vardır; o da müşriklerin putları tahtadan, demirden ve taştan yapılmış iken deistlerin putları ise bizatihi kendileridir.

Belki deistler müşrik olmadıklarını, Allah’a ortak koşmadıklarını sadece herhangi bir dine inanmadıklarını iddia edebilirler ama onların inançlarının şirk merkezli olduğunu ispat etmek için uzun boylu bir izahata ihtiyaç bulunmamaktadır. En basitinden, Cenab-ı Hakk’ın içerisinde ahlak, hukuk ve ibadet alanlarına dair esasları ve hükümleri olan dinini beğenmeyip, kendilerini ilahlık makamına koyarak, kendi nefislerine uygun kolay bir din uydurdukları için Kur’an-ı Kerim’deki “hevasını ilah edinenler” ifadesi bağlamında müşrik olmuşlardır. (Bkz. Furkan, 43; Casiye, 23) Diğer taraftan deizmin bir din olmadığı iddiası da geçerli değildir, çünkü deizm “leküm dînüküm’ yani “sizin dininiz size” (Bkz. Kafirun, 6) ayeti çerçevesinde değerlendirebileceğimiz bir çeşit dinsizlik dinidir.

Deistlerin diğer putları

Malum olduğu üzere deistler yaratmaya ve evrendeki düzene dair güç, kuvvet ve otoritenin Allah’a ait olduğunu inkâr etmemektedirler. Tıpkı müşrikler gibi günümüz deistleri de Allah’ı sadece bir yaratıcı olarak görmekte, O’nun yaratıcılığı, yüceliği ve üstünlüğü hususunda herhangi bir şüpheleri bulunmamaktadır. Sıkıştıkları zaman Allah’a sığınmakta, O’na dua etmekte fakat O’nun dünyevî otoritesini kabul etmemektedirler. Bunu açık olarak ifade ettikleri için deist/müşrik olmuşlardır. Bir de Müslüman olduğunu söyledikleri halde Allah’ın dünyevi otoritesini kabul etmeyenler vardır ki onlar da deist/münafıklardır.

Deistler de müşrikler gibi “değer yargıları bütünü” ve “yaşam tarzı” anlamında ilahi yasalara boyun eğmemekte, ahlakî ve hukuki değerlerin kaynağının Cenab Hak olduğunu inkâr etmektedirler. Nitekim onların hukuk sistemlerini ilahi bir kitaba dayandırmadıkları, ilahi hukuku benimsemedikleri, bunun için de sürekli yanlış hükümler verdikleri muhtelif ayetlerde zikredilmektedir. (Bkz. Kalem, 36, 37, Saffat, 154, Fatır, 40) Dolayısıyla deistler ahlaki ve hukuki değer yargılarının kaynağı olarak dünyevi bir takım telakkileri benimsemiş olduklarından, bu telakkiler onların diğer putları olmuştur.

Dinlerini eğip bükmek yahudi ahlakı olduğu için bizim bazı hususları çok net bir şekilde ortaya koyabilmemiz gerekir. Şu durumda deistler, Yüce Allah’ın kanunlarını benimsemediklerine göre, kimin kanunlarını benimsiyorlarsa o şeyin kulu olmuşlardır. Ahlaki ve hukuki değerlerin kaynağı olarak kimi görüyorlarsa onu ilah ve rab olarak kabul ediyorlar demektir. Zaten müşriklerle deistlerin ortak özelliklerinden birisi de ilahlık ve rablik vasıflarının bir kısmını O’na izafe etmemeleridir. Buna rağmen her ikisi de söze gelince Yüce Allah’ı “Rab” olarak nitelendirmekten geri durmazlar. (Bkz. Mü’minun, 86) Fakat onların Allah’ı “Rab” olarak nitelemeleri bizi yanıltmamalıdır çünkü Şeytan da Allah için “Rabbim” ifadesini kullananlardandır. (Bkz. Hicr, 39)

Tevhid inancı

Cenab-ı Hak onların bu şekildeki inançlarını kesinlikle kabul etmemekte, onlardan rububiyetini ve uluhiyetini sözde değil özde kabul etmelerini ve içerisinde şirk olmayan tertemiz bir şekilde kendisine iman etmelerini beklemektedir. Nitekim Kur’an-ı Kerim’de Efendimiz sallellahü aleyhi ve sellem’e dini yalnızca Allah’a has kılmasını ve O’na kulluk etmesini emir buyurmuştur. (Bkz. Zümer, 11) Ve kendisinden tağuta kulluk etmekten çekinenleri ve Allah’a yönelenleri müjdelemesini istemiştir. (Bkz. Zümer, 11) Allah’a ortak koşanların ise bütün amellerinin boşa gideceğini, onların hüsrana uğrayacağını, onların kesinlikle bağışlanmayacağını, onlara cennetin haram kılınacağını bildirmiştir. (Bkz. Zümer, 65; Nisa,116; Maide, 72)

Kuşkusuz ki İslam için yapılan en güzel tanımlamalardan birisi; İslam’ın tevhid dini oluşudur. Şirk unsurları ortadan kaldırılmaksızın iman binasının bütün şubeleri ile birlikte teşekkül edebilmesi mümkün değildir. Şirk faktörleri ortadan kalkmadan bırakın imanı, amellerin bile kabul edilmesi söz konusu değildir. (Bkz. Nur, 39) İman temeli atılmadan önce “la ilahe” kelimesi ile şirkin temizlenmesi, sonrasında “illallah” kelimesi ile imanın bina edilmesi, bu konunun izahında kullanılan güzel misallerdendir. Bu misalden de anlaşılacağı üzere şirk bertaraf edilmeden iman esasları yerli yerine oturmayacaktır.

Şirk güncel bir tehlike

“Şirk” insanlığın en ciddi inanç problemi olduğu içindir ki Kur’an-ı Kerim’de “şirk” konusunun üzerinde çok fazla durulmuştur. Bilhassa geçmiş kavimlerin kıssaları anlatılarak müminlerin şirk duyarlılıkları pekiştirilmiştir. Peygamber kıssalarının anlatıldığı ayetleri incelediğimizde, bu kavimlerin en ciddi probleminin Allah’a şirk koşmak olduğunu ve onlara tebliğde bulunan bütün peygamberlerin de şirk hususunda ciddi bir mücadele verdiklerini görüyoruz. (Bkz. Araf, 59, 65,73, 85; Bakara, 133; Yusuf, 4) Atıf yapılan bu ayet-i kerimelerden de anlaşılacağı üzere, bütün peygamberler muhataplarını şirkten sakındırıldıklarına göre, bu kavimlerin ortak özellikleri Allah’a inanıyor olmalarıdır. Cahiliyye toplumunda olduğu gibi, Peygamberlerin muhatap oldukları geçmiş kavimler de Allah’a inanma cihetiyle bugünkü “ateistler”e değil de “deistler”e benzemektedirler. Netice de gerek ateistler olun gerekse deistler olsun Allah’ın ayetlerini inkâr etmeleri cihetiyle “kâfir” olmuşlardır. (Bkz. Maide, 10; Âli İmran, 21; Nisa, 140; Araf, 36; Hac, 72)

Her ne kadar genel olarak peygamberlerin muhatap olduğu kitleler “ateist” özelliği göstermeseler de Yusuf Suresi 37. ayet-i kerimesinde Yusuf aleyhis selam’ın kavminin “Allah’a ve ahiret gününe inanmadığı” ifade edilmektedir. Buradaki ifade -Allahu â’lem- onların tevhidî bir şekilde inanmadıkları anlamındadır. Çünkü ardından gelen ayetlerde, Yusuf aleyhis selam’ın kavminin de şirk hastalığına düştüğü ifade edilmektedir ki bundan onların da Allah’a ortak koştukları anlaşılır. (Bkz. Yusuf, 40) Yine aynı surenin 106. ayet-i kerimesinde mealen; “Onların çoğu şirk koşmaksızın Allah’a iman etmezler” buyrulması, asıl meselenin “şirk” olduğunu net bir şekilde ortaya koymuştur.

Ehl-i kitabın durumu

Buraya kadar olan bölümde Allah’a inanan ama O’na ortak koşan cahiliyye müşriklerinin ve günümüz deistlerinin şirk içinde olduğunu ortaya koyduk. Buna ilaveten diğer peygamberlerin muhatap olduğu kitlelerin ortak sorununun da şirk olduğunu atıf yaptığımız ayetlerle ispatladık. Ehl-i Kitabın durumuna gelince onlar da yine aynı şekilde Allah’a inanmakla birlikte ayetleri inkâr ettikleri için öncelikle “inkârcı” ve “kâfir” statüsüne girmişlerdir. Kur’an-ı Kerim’de onlara bu konuda mealen şu hitapta bulunulmuştur: “Ey Ehl-i Kitap! Şahit olduğunuz halde niçin Allah’ın ayetlerini inkâr ediyorsunuz?” (Ali İmran, 70) Ankebut Sûresi 47 ayetinde ise Allah’ın ayetlerini inkâr edenlerin ancak kâfirler olduğu ifade edilmiştir.

Bununla birlikte Kur’an-ı Kerim Ehl-i Kitab’ın da asıl probleminin “şirk” olduğunu bizlere bildirmiştir. Nitekim Tevbe Sûresi 30 ve 31. ayeti kerimelerinde Yahudi ve Hristiyanların din adamlarını ve bilginlerini “Rab” edindikleri, Yahudilerin; “Üzeyir Allah’ın oğludur” dedikleri, Hristiyanların Meryem oğlu İsa’yı Rab edinerek şirk koştukları ifade edilmiştir. Ayetin sonundaki “Sübhanehu amma yüşrikun” (Allah onların şirk koştukları şeylerden münezzehtir.) ifadesinden de anlaşılmaktadır ki Ehl-i Kitap kesin olarak şirk içindedir.

Kur’an-ı Kerim onların şirk içinde olduklarını tescillemiş ve şirkten kurtulmaları için de onlara şöyle bir çağrı yapmıştır: “De ki Ey Ehl-i Kitab. Gelin aramızda şu müşterek söze uyalım: Allah’a kulluk edelim, O’na şirk koşmayalım. Allah’ı bırakıp da bir kısmımız bir kısmımızı rabler edinmesin. Eğer onlar yüz çevirirlerse de ki; şahit olun biz Müslümanlarız.” (Ali İmran 64) Birçok ayet-i kerimede Ehl-i Kitabın şirk içerisinde oldukları kesin olarak ifade edilmekle birlikte, Kur’an-ı Kerim, Ehl-i Kitabı bir takım hususlarda putperest müşriklerle aynı statüde değerlendirmemiştir. Örneğin müşriklerin kadınlarıyla evlenmek yasaklanmış iken (Bkz. Bakara, 221) Ehl-i Kitabın kadınlarıyla evlenmeye bir takım şartlara riayet etmek koşuluyla izin verilmiştir. (Bkz. Maide, 5)

Sonuç:

Şirk bütün çağların, zamanların ve mekânların en ciddi inanç problemidir. Kimi zaman Yahudi ve Hristiyanlarda, kimi zaman şintoist uzak doğu dinlerinde, kimi zaman cahiliyyede kimi zaman da modern çağlarda karşımıza çıkmaktadır. Sadece deizm değil modern zamanların birçok inanç, felsefe ve ideolojisi şirk karakterlidir. Kur’an-ı Kerim bizleri çeşitli çağlardaki peygamber kavimlerinde dolaştırarak adeta şirkin her çeşidini gözlerimizin önüne sermiştir. Rabbim gelenekse ve modern şirkten cümlemizi muhafaza buyursun.

Aydın Başar/ İrfanDunyamiz.com

İstikamet Yazıları ↗

İslam’ın şuur boyutuna vurgu yapan yazıları okumak için tıklayın.

Kaynak Metinler ↗

İlim yolcuları için derlenmiş temel dini metinlere ulaşmak için tıklayın.

Şunlara Gözat

İlk Japon Müslüman kimdi?

Japonya’nın en eski ve en büyük İslamî kuruluşu olan Japonya İslam Merkezi Başkanı Dr. Salih …

2 Yorumlar

  1. Hocam 8. sınıf din külürü kitabı kader bölümünü okudunuz mu? Deizmi uzakta aramaya gerek yok.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.