Burdur Tugayında sakallı bir asker…

1983 yılında 4 aylık askerlik için Burdur’a gelmiştik. Şehirde gezip dolaşırken sakallı bir berberin dükkânına girdim; tanıştık; asker olduğumu, sakalımı tugayın içinde mi, dışarıda mı kestirmemin uygun olacağını sordum. “Hocam, ben sünnete uygun bırakılmış bir sakalı tıraş etmek istemem ama içeride tıraş olmayı düşünmenizi de uygun bulmam. Sakal düşmanı birine rastlarsanız sıkıntı yaşayabilirsiniz” dedi.

Sakallı berberin tavsiyesine uyarak berber çırağına sakalımı sıfır numara makine ile tıraş ettirerek Tugay’a gidip teslim olduk. Ertesi gün, henüz askeri elbise giymeden, yaklaşan Ramazan Bayramı sebebi ile 10 gün izine çıkacağımızı söylediler; inanmadık. Çünkü askerlik tecrübesi olan arkadaşlardan böyle balon haberlere inanmamamız gerektiği ile ilgili nasihatler dinlemiştik. Bir kaç gün sonra haberin balon olmadığını, elimize verilen izin belgeleri ile öğrenmiştik.

Tıraş olmadım

Eğer sakalımı kestirmeseydim; sakallı olarak izine çıkabilecektim. Çünkü bu süre içerisinde ciddi bir kontrol mekanizması olmadığını gördüm. Aramızda meşhurların çocukları da vardı. Rahmetli Turgut Özal’ın oğlu Ahmet Özal, Turan Güneş’in oğlu Hurşit Güneş ve benzerleri. İzine çıktığımız gün sakalım üç numaralı makine ile kesilmiş gibiydi.

Tekrar tıraş olmadan on günlük izin süresini doldurup Burdur’a geri döndüm. Tugaya girmeden önce Burdur Halk Kütüphanesi Müdürü ile tanıştık. Beni tanıyınca; “Hocam sizi gökte ararken yerde bulduk” dedi. Kütüphanede Arapça el yazması eserler olduğunu, Bakanlık bunların tasnif edilmesini istediği halde, Arapça bilen uzman bulamadıkları için yıllardır bu işi yapamadıklarını söyledi. “Ne olur bize haftalık izin gününüzde yardımcı olun” diye rica etti.

Ben de kendisine, böyle bir işin haftalık izin süresi içerisinde yapılamayacağını, bir kişinin işi de olmadığını, Tugay komutanına valilik kanalı ile yazı yazıp bizi kütüphaneye görevlendirmesini talep etmesini söyledim ve ayrılıp Tugay’a döndüm. Ama bu sefer sakalımı kesmedim. İhtiyatlı davranıp dudakla çene arasındaki boşluğa, bir yara bandı yapıştırmıştım. Soran olursa yara sebebi ile tıraş olamadığımı söyleyecektim. Ertesi güne kadar böyle idare ettim; kimse bana bir şey sormadı.

Ertesi gün bizim Bataryadaki yazıcı arkadaş beni çağırdı; Valiliğin talebi üzerine Tugay komutanının bizi görevlendirdiğini, seçeceğim arkadaşlarla birlikte görev kâğıtlarımı hazırlayacağını, diğer isimleri belirleyip bildirmemi istedi. Mekke Üniversitesinde beraber olduğumuz iki arkadaş daha belirleyip isimlerimizi bildirdim.

Aynı gün izin kâğıtlarımız yazıldı. İçtimalardan da muaf tutulmuştuk. Sadece yatmak için Tugay’a geleceğiz. Böylece Tugay komutanlığı Mekke Üniversitesinde yüksek lisans ve doktora yapan üç kişiyi Burdur Halk Kütüphane’sinde, Arapça el yazması eserleri tasnif etmek üzere, görevlendirmiş oldu.

Sıkıntı yaşamadım

Bu durumu fırsat bilerek sakalımı kestirmemeye kesin karar verdim. Ama ihtiyaten bandı kullanmaya da devam ediyorum. Her gün sabah çıkıp akşam yatmak için Tugaya dönüyoruz. Askeri elbise ile sakallı olarak görev yapıyoruz.

Üç aydan fazla süren bu görev esnasında bana sakal hesabı soran üç kişi oldu. Birincisi Tugaya giriş çıkışlarda nizamiye kapısındaki başçavuş; “Anladık görevlisiniz; bu sakal da neyin nesi?” deyince; “Bize hesap mı soruyorsun” dedim; ses çıkaramadı; yolumuza devam ettik.

İkincisi, bir gün Tugaya erken döndük; Tugay içerisinde dolaşıyoruz; aniden bir teğmen ile karşılaştık; selam verme alışkanlığımız bile olmadığı için, hem selam vermedik, hem de benim sakalım var dikkatini çekti. Bizi durdurdu; bana dönerek; “Neden sakallısınız” dedi. “Komutanım ifademi mi alacaksınız?” deyince, bir anda durdu; ne diyeceğini kestirememiş olsa gerek ki; “Defol git, başıma bela olma” dedi.

Üçüncüsü ise bir gün nizamiyeden çıkıp çarşıya gitmiş çorba içtikten sonra kütüphaneye doğru yürüyoruz. Yolda inzibat gurubu ile karşılaştık; bizi durdurdu. Nezaketle, çarşıda bizi bir kaç defa gördüğünü, her gün dışarıda görünmemizi ve benim de sakallı olmamın dikkatlerini çektiğini, torpilli olduğumuzu anladığını fakat kimden olduğunu merak ettiğini söyledi.

Ben de “Madem torpilli olduğumuzu anladınız kimden olduğunu da siz tahmin edin” dedim. “Tugay komutanı mı?” dedi. “Hayır daha yüksek makamdan” dedim. “Validen mi?” dedi. “Hayır daha yüksek.” Bakan ve Cumhurbaşkanı da zikrettikten sonra, benim daha yüksekten deyişime kızıp; “Siz bizimle dalga mı geçiyorsunuz? Daha yüksek kim var?” deyip bizden uzaklaşmaya başladı. Arkasından; “Hemşerim, arkadaşlarına sorup yardım istersen daha yüksek makamın kim olduğunu öğrenirsin” dedim ve yolumuza devam ettik. Benim Kadiri mutlak olan Rabbimden başka bir hamim yoktu. Çavuş bile tanımıyordum ama buna düşünemedi bizim inzibatlar.

Resim istediler

Askerlik bitişinde herkesten resim istendi. Benim sakalsız resmim olmadığı için sakallı resim verdim. Yazıcımız Hüseyin Öztürk beni uyardı; “Hocam bu resim olmaz. Ben araya kaynatmak istesem bile nüfus müdürlüğünde yaptıracağın işlemde takılırsın” dedi…

Üç aydır sakalımı kesmeden idare ettim; şimdi bir resim için sakalımı kestirmek istemiyordum. “Nüfus müdürlüğündeki işlemi ben yaptırayım; gerisini de sen halletmeye çalışırsın” dedim Hüseyin kardeşimize. “Elimden geleni yaparım” dedi.

Ertesi gün Kütüphanedeki günlük mesaimize başlamadan direk nüfus müdürlüğüne gidip; “Burada İHL mezunu olan bir görevli var mı*” diye sordum. Bir görevli, asker kıyafeti ile sakallı birini görmenin hayreti ile “Var ama yanına gitmeni tavsiye etmem, sen sormadın ben de söylemedim” dedi. “Niçin” diye sordum. “İnançsız, cuma bile kılmayan bir tip olduğu için” dedi. Bu sefer onu görme merakım daha da arttı. “Bana yerini gösterir misin?” deyince yerini tarif etti ve yanına gittim. Selam verdim, selamı aldığını duymadım fakat “buyur hocam” dedi. Sakallı olmam sebebi ile Tugay Camisi imamı olabileceğimi zannetmiş olabilir?

Müdürlüğe girince İHL mezunu görevli var mı diye sorduğumu, aldığım cevabı aynen kendisine aktardım. Olumlu veya olumsuz bir şey söylemeden; “Arzunuz nedir hocam” diye sordu. Ben de durumu anlatıp resimli evrakımı kendisine verdim. Hemen kalktı müdürün yanına gidip imzalatarak evrakımı bana verdi. “Başka bir arzun var mı?” diye de sorunca, hiç bir şey demeden teşekkür edip ayrılmak zorunda kaldım…

Konuştuğum ilk memurun yanından geçerken, “Hocam ne oldu, arkadaş size yardımcı oldu mu..?” diye sorunca; “Evet işimi halletti, sağ olasınız” dedim. Hayret ettiğini görünce; “Namaz kılmıyor olsa da bu İHL mezunu olmanın farkıdır.” dediğimi hiç unutmam…

Evet, sakallı olarak askerliğimi tamamlamış, terhis belgemi de sakallı resimle almıştım. İstanbul’a dönüp sakallı olduğumu gören akraba ve arkadaşlarımı askerlik yaptığıma inandırmakta bayağı zorlanmıştım.

Bu hatıramdan çıkarttığım dersleri sıralayacak olursam şunları sayabilirim:

– Allah’a kulluk için sarf edilen gayret, Onun himayesi ile en zor şartlarda bile sonuç almaya yeterli olabiliyor.

– Teşebbüs etmeden, faraziyeler üzerinden, vaz geçmemek gerekiyor.

– Hesabi değil, hasbi olmak gerekiyor.

– İHL mezunu, amelsiz bir genç, ameli olmayan diğer insanlar arasında farklı ve aidiyet hissi ile hareket edebiliyor.

– Diklenmeden dik durmak gerekiyor.

Ahmet Ziya İbrahimoğlu/ İrfanDunyamiz.com

İrfan Mektebi ↗

Sevdirici, müjdeleyici üslupla yazılmış hayata dair yazılar okumak için tıklayın.

Gönül Dünyamız ↗

Gönül insanlarına dair bam telinize dokunacak yazılar okumak için tıklayın.

Şunlara Gözat

Seyda Muhammed Konyevi’den Güzel Eser

Seyda Muhammed Konyevi’nin Reyhani Yayınları’ndan çıkan Hazreti Muhammed’den Kutlu Mesajlar adlı kitabının, son dönemde çıkan …

2 Yorumlar

  1. Hocam, Allah niyetinize göre vermiş. Ne güzel. Ancak sakallı fotoğrafınızın olduğu terhis belgenizi yayımlarsanız çok daha inandırıcı olur. Selam ve hürmetler.

  2. Teşekkür ederim Hocam. Dualarınızı bekleriz.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.