İslâm’da niçin kadının hissesi, erkeğin yarısıdır? Bu husus âyetle sâbittir. Kur’ân ve Sünnet’te bu hususta ayrıca îzaha ihtiyaç hissedilmemiştir. Fakat İslâm’daki içtimâî nizam tetkik edildiğinde şu hikmet görülebilir: İslâm mîras hukukunda, paylar ile mükellefiyetler arasında adâletli bir denge gözetilmiştir. Harcaması fazla olan erkeğe, kadına nisbetle daha fazla pay verilmiştir.
Çünkü evlenirken mehir verip düğün masrafını üstlenmekle beraber, ev geçindirmeye kadar bütün maddî harcamalar husûsunda ailenin mes’ul şahsı erkektir. Yani İslâm mîras hukukundaki kadın-erkek farkı, yükümlülük ve sorumluluk farkına bağlıdır. Bu ikisi arasında bir denge kurulmuştur.
Mesul değil
Kadın; nesli korumak, bunun için evlât yetiştirmek ve aile düzenini temin etmek gibi ağır mükellefiyetler sebebiyle ailenin geçiminden mes’ul tutulmamıştır. Bu sebeple de mîrasta hissesi yarıya indirilmiştir. Bu hisse de; bir kısım kadınların evlenememesi veya boşanma durumunda kalması yahut da birtakım şahsî ihtiyaçları düşünülerek verilmiştir.
Yani bir kız çocuğunun ihtiyaçlarını karşılamak, babasına aittir. Eğer o yoksa; dede, amca, erkek kardeş gibi ailenin diğer erkek fertlerine düşer. Evlendiğinde yine ev geçindirme mükellefiyeti olmayacaktır. Bu vazife, beyine ait olacaktır. Beyine bir hâl olursa; yine kardeşleri, evlâtları veya torunları mes’ûliyeti devralacaktır.
Bakmakla mükellef imkân sahibi biri bulunmasa da, bu sefer, akrabalık hukuku ile yine kadınlara sahip çıkılacaktır. Şöyle ki dînimizde sadaka, infak, zekât ve benzeri malî ibâdetlerde evvelâ, akraba olan muhtaçların gözetilmesi emredilmiştir. Dolayısıyla meselâ bir hanım muhtaç hâle düşse, dînimiz, erkek kardeşi, amcası ve benzeri imkân sahibi akrabalarını, zekât veya diğer malî ibâdetlerde, evleviyetle (öncelikle) ona yardım etmeye teşvik etmektedir. (Bkz. el-Bakara, 83; en-Nisâ, 36; en-Nahl, 90; el-İsrâ, 26; er-Rûm, 38)
Yani bir kadın, normal şartlarda geçim meselesiyle mükellef olmaz. Hâlbuki, mîrastan fazla pay almakla birlikte, erkek birçok mes’ûliyetle karşı karşıyadır. Birçok örfî anlayışta; kız evlâdının, artık baba ocağından çıktığı ve beyinin ailesine iltihak ettiği düşünülür. Böyle olunca, bazı yerlerde kız çocuğuna hiç pay vermemek veya kerhen en kıymetsiz tarlaları vermek gibi câhiliyye tarzı zulümler görülmektedir.
Allah’ın taksimi
Hâlbuki, taksimatı Cenâb-ı Hak yapmıştır. Kimsenin buna itiraz ve te’vil edip değiştirme hakkı bulunmamaktadır. Kızın şer‘î hissesi de gasp edilse, erkeğin şer‘î hissesi de azaltılsa hak yenilmiş olur. Zulüm olur. Bu itirazlarla kardeşler arasına fitne sokulmaktadır. Küslükler ve kavgalar çıkmaktadır. Hâlbuki Allâh’ın taksimatına rızâ gösterilse, kardeşçe bir muhabbetle meseleye yaklaşılsa; Cenâb-ı Hak, bereket halk eder, azları çok eyler.
Ayrıca şu âyet-i kerîme, mîrasçı olmayan akrabaların ikramlarla gözetilmesini tavsiye buyurmaktadır: “(Mîrastan payı olmayan) yakınlar, yetimler ve yoksullar mîras taksiminde hazır bulunursa bundan, onları da rızıklandırın ve onlara güzel söz söyleyin.” (Nisâ, 8)
Diğer taraftan çağımızda kadınlarla erkekler arasında sun‘î ve haksız bir eşitlik yarışı başlatılmıştır. Kadının yaratılış husûsiyetlerine zıt olan bu yarış, hanımlık ve annelik meziyetlerini zaafa uğratmakta ve aileyi yaralamaktadır. Dolayısıyla kadınların erkeklerle yarıştırılırcasına çalışma âlemine sevk edilmesi; nârin yapısına ve ruh dünyasına uygun olmayan, ihtilâtlarla dolu dış dünyaya itilmesi ve bu şekilde aileden, annelikten ve nesil terbiyesi vazifesinden koparılması, İslâm’ın tasvip edeceği bir şey değildir.
Bu bir tahriftir
Asıl akıl yorulması gereken batı âleminden gelen ve aileyi ifsad eden bu cereyanları nasıl bertarâf etmeliyiz tefekkürü olmalıdır. Bu tefekkürü bırakıp da Allâh’ın kelâmında; “(Bu mîras hükümleri) Allah’tan bir farzdır!” buyurarak inzal buyurduğu hükümleri değiştirmeye kalkmak, bir tahrif küstahlığıdır!..
Bu gibi tahrifatla mücadele etmek çok mühimdir ve büyük ecir getirir. Çünkü -sallallâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz, buyurur: “Ümmetimin fesâda uğradığı dönemde sünnetime yapışan kişiye, şehid sevabı verilir.” (Heysemî, I, 172; Ebû Nuaym, Hilye, VIII, 200; Süyûtî, el-Câmî, no: 9171) “…Kim benim sünnetimi ihyâ ederse elbette beni sevmiştir. Kim de beni severse, benimle birlikte cennette olacaktır.” (Tirmizî, İlim, 16/2678)
Mîras meselesi ise, sünnetten de öte, bir farzdır. Bir farz, çiğnenmek ve ortadan kaldırılmak istenmektedir. Bu şekilde tahrife yol açan tarihselcilik, evvelâ muharref dinlerde başlamıştır. Yahudiliği ve Hıristiyanlığı da mahveden bu olmuştur. Yani; dînin esas ahkâmı, çeşitli bahanelerle terk edilmiş, yerine Pavlus ve benzerlerinin görüşleri ikāme edilmiştir.
Âyet-i kerîmede, ehl-i kitâbın inhirâfı şöyle hulâsa edilmektedir: “Kendilerinden sonra yerlerine öyle bir nesil geldi ki namazı zâyî ettiler, şehvetlerinin peşine düştüler. İşte bunlar da azgınlıklarının cezasını bulacak/ gayyâya yuvarlanacaklardır.” (Meryem, 59)
Mühtedî âlimlerden Abdülehad Dâvûd Efendi, tahrifin amelî buudunu şöyle îzah eder: “Sünnet kalktı, yerini vaftiz aldı. Namaz kalktı, yerini âyin aldı. Oruç kalktı yerini sadece belirli gıdalardan kaçınmak şeklindeki perhiz aldı.” Ahkâmın böyle değiştirilmesini nefislerine hoş gösteren unsur, günümüzdeki tarihselci ilâhiyatçılar gibi birtakım din nâmına konuşan kişilerin felsefî te’villeri oldu.
Ahkâmı değiştirmeye kalkanlara Cenâb-ı Hakk’ın âyet-i kerîmede îkāzı çok serttir: “Dillerinizin uydurduğu yalana dayanarak ‘Bu helâldir, şu da haramdır’ demeyin, çünkü Allâh’a karşı yalan uydurmuş oluyorsunuz. Şüphesiz Allâh’a karşı yalan uyduranlar kurtuluşa eremezler.” (Nahl, 116)
Kaynak: Osman Nuri Topbaş Hocamızın 25 Ocak 2017 tarihli Yüzakı Dergisi’ndeki “Felsefenin Çıkmazları” başlıklı makalesinden kısmi olarak iktibas edilmiştir.
Osman Nuri Topbaş/ Yüzakı Dergisi
İrfanDunyamiz.com
İslam İlmihalimiz ↗
Dini sorularınıza güvenilir kaynaklardan cevaplar bulmak için tıklayın.
Kaynak Metinler ↗
İlim yolcuları için derlenmiş temel dini metinlere ulaşmak için tıklayın.