Tayyip Bey camimize gelmişti…

Yeni nesiller bilmezler, eskiden kim Müslümanlık için güzel bir şeyler yapsa mutlaka büyük bir sıkıntıya uğratılır, çileler çektirilirdi. Cuntacı ve dinsiz zihniyet merhum Necmeddin Erbakan Hocamız ve onun görüşlerini temsil edenlere gıcık giderdi. Merhum Erbakan Hocamızın başına gelenler pişmiş tavuğun başına gelmemişti. Muhterem Şevki Yılmaz Hocamız öz yurdunda horlanmıştı. Sayın Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan Bey bir şiir okudu diye hapse atılmıştı. Ve daha neler neler… Üstelik bu zihniyetin Erbakan Hocamız ve talebelerine olan gıcıklığı yeni değildi.

Biz de zamanında imamlığımızın ilk yıllarında ufak tefek şeyleri bahane eden bir takım amirlerimiz tarafından çeşitli sıkıntılara maruz bırakıldık. Hatta gençlik yıllarımda benim çok zoruma giden bir olay olmuştu. Bir gün akşam namazında cübbemi sarığımı sayın Recep Tayyip Erdoğan Bey’e verip onu mihraba geçirdiğim için, müftülük tarafından aynı gün içerisinde sorgusuz sualsiz görev yerim değiştirildi. Nasıl mı oldu? Sizlere anlatayım.

Reis şadırvandaydı

Kendi köyümde göreve başlamıştım. Her cuma için bir hafta vaaz ve hutbe çalışması yapar, hepsini el yazımla hazırlardım. Küçük bir köyde görev yapmama rağmen hep bu şekilde çalışmalar yapar, görevimin ciddiyetine halel getirmemeye gayret gösterirdim. Çocukları okutma, cemaati eğitme yönünde hiç taviz vermeden, herkesle güzel diyalog içinde görevimin hakkını vermeye çalışırdım.

Bu samimi gayretlerimde ilçe müftümüz tarafından yakından takip edilmiş ve daha iki sene dört aylık, askerliğini yapmamış bir genç hoca olarak müftü beyin teklifi ile Boyabat merkez (Rahmetli Hafız Sabri Çırak hocamdan boşalan) Kemaldede Camii’ne ikinci İmam Hatip olarak atandım. Boyabat merkezine tayin olan ilk imam hatip lisesi mezunu olma şerefine nail oldum.

Sene 1985… Boyabat Kemal Dede Camii’nde göreve başlayalı sekiz ay olmuştu. Müezzinimiz rahmetli hafız Sadi Sözcü Hocamla beraber görev yaptığımız yıllardı. Bir gün akşam namazı için camiye geldiğimde, camimizin bahçesindeki şadırvanda bugünkü Reis-i Cumhurumuz sayın Recep Tayyip Erdoğan Bey, Ahmet Tekdal Bey ve Avrupa boks şampiyonu Cemal Kamacı Bey abdestlerini almışlar, aralarında sohbet ediyorlardı.

Selam verdim, “İlçemize hoş geldiniz” diyerek tokalaştım. Tabi ben onları tanıyorum ama onlar beni tanımıyorlardı. Recep Tayyip Erdoğan Bey; “Tanışmak sünnettir” dedi.  Bunun üzerine kendimi tanıttıktan sonra; “Bu caminin imam hatibiyim” dedim. İmam olduğumu öğrenince daha da bir ilgi gösterdiler. Zaten o zamanlar, Milli Görüş çizgisinde siyaset yapan siyasiler, imamlara çok değer verirlerdi.

Tayyip Bey Ehl-i Kur’an’dır

Bu kısa sohbetten o kadar memnun oldular ki memnuniyetlerini çeşitli iltifatlarla dile getirdiler. Ayaküstü yaptığımız bu sohbetten sonra ezanla birlikte camiye yöneldik. Sarığımı takıp, cübbemi giyip mihraba oturdum. Müezzin kamete başlar başlamaz enseme bir el teması oldu, baktım Cemal Kamacı Abi;

– “Buyur Cemal Abi?” dedim, Cemal Kamacı Abi gayet kibar bir şekilde:

– “Hocam müsaade edersen Tayyip Bey İmam Hatip mezunudur, ehl-i Kur’an’dır. Namazı o kıldırabilir mi?” Ben de hiç tereddüt etmeden büyük bir memnuniyetle cübbeyi sarığı çıkartıp Tayyip Bey’e verdim. Tayyib Bey bize akşam namazımızı kıldırttı. O zaman da aynı şimdiki gibi Tayyip Bey’in kıraati çok güzeldi. Tesbihattan sonra sarık ve cübbeyi bana teslim ettikten sonra kendileri evvabin namazına durdular. Sonra camiden ayrılıp yola çıktılar.

Hocam ne yaptın?

Namaz sonrasında müezzin abimiz bana şöyle bir serzenişte bulundu:

– “Hocam ne yaptın? Niçin siyasi bir partiye mensup kişiyi mihraba geçirdin? Şimdi şikayet ederlerse ne yapacaksın?” Ben de;

– “Hocam kıraatinde veya namazında bir yanlış var mıydı?” dedim. O da;

– “Hayır, çok güzel okudu, namazı da çok güzel kıldırdı. Ama burası küçük yer, seni burada harcarlar diye korkuyorum” dedi. Ben de ona;

– “Rabbim ne dilerse o olur, gönlünü ferah tut sen. Bunlar Erbakan hocamızın talebeleri, Allah için çalışan insanlar, ilçemize kadar gelmişler. Ne olmuş namaz kıldırmışlarsa… Birileri şikâyet ederse de etsin, bu onların cibilliyetsizliğini gösterir”  dedim.

Ertesi gün vay halimize

Ertesi gün sabah namazından sonra arkadaşlarla Boyabat Din Görevlileri Derneği’nde öğle ezanına kadar oturmuştuk. Çay içip sohbet ediyorduk. O esnada müftülükte müstahdem olarak çalışan Mustafa abi derneğin kapısından içeri girdi ve selam verip;

-“Osman Hocam, müftü vekili seni müftülüğe çağırıyor” dedi.

Bunun üzerine Mustafa Abi ile birlikte müftülüğe kadar gittik. İlçe müftümüzün tayini yeni çıktığı için müftülük kâtibi müftülüğe vekâlet ediyordu. Müftü vekili, koltuğa kurulmuş gayet mağrur bir şekilde bana:

– “Osman hoca, seni Angara’ya şikayet etmişler. Siyasi bir kişiye namaz kıldırdığın için… Pılını pırtını topla doğru Kandilsiz Mescid‘e git. Bundan sonra orada görev yapacaksın.”

Sarığımdan cübbemden başka…

Yer değişikliğine üzülmemiştim ama müftü vekilinin sanki bir suç işlemişim gibi bana takındığı tavra çok üzülmüştüm. İçi dışı bir insan olduğum için o an içimdeki neyse kendisine aynen söyledim:

“- Yazıklar olsun Hocam size! Önce beni teskin edip o şekilde söylemenizi beklerdim. Benim pılım pırtım olup da neyim var ki? Bir cübbe ve sarığım var. Bu üslubu size hiç yakıştıramadım.”

Bunu söyledikten sonra daha fazla odada durmayıp, hemen dışarı çıktım. Hayırlı bir iş olsa aylarca sürüncemeye bırakan bu kimseler, beni aynı günün sabahında cezalandırıyorlardı. Nasıl olur da siyasi bir kişinin namaz kıldırmasına izin verdiğim için, böyle basit bir şeyden dolayı ceza alıyordum? Peygamber Efendimiz devlet başkanı sıfatı ile namaz kıldırmamış mıydı? İslam’da din ile siyaseti ayrılır mıydı? Hem camide siyasi propaganda yapılmamıştı ki, sadece namaz kıldırmıştı. Böyle basit bir şeyin neden mesele yapmışlardı?

Bazı soysuzlar

Demek ki cemaatin içinde bizim kusurumuzu arayan bir takım soysuz kişiler vardı ki hemen gidip müftülüğe haberi uçurmuşlardı. Müftü vekilinin artistik havasına mı yanarsın? Yoksa cemaatin içindeki yüzüne gülüp arkandan kuyu kazan kimselerin şerrine mi yanarsın bilemedim. “Ne yapalım kaderimizde bunları da görmek varmış” deyip içimize attık.

Kandilsiz Mescid küçük ve bakımsız bir mescitti. Üstelik henüz ibadete açık bir yer değildi. Akılları sıra büyük camiden küçük mescide göndererek bana iyi bir ders verdiklerini düşünüyorlardı. Oysa ben o yıllardaki idealizm ile, büyük camide ne yapmışsam, küçük mescitte de aynı hizmetleri yapmaya kararlıydım.

Kandilsiz Mescit, kuyumcu Lütfi Aslan abinin evinin yanında olduğu için ilk olarak onun dükkanına uğradım. Ve ona

– “Lütfi abi! Senin mescide tayin oldum, buraları nasıl onarıp tamamlarız?” dedim. Lütfi abi sağ olsun; “Bana ne düşerse yaparım” dedi ve bir usta temin etti. Hemen tadilata başladık ve kısa zamanda yapılması gereken her şey yapıldı…

Boyaydı cilaydı derken cami gıcır gıcır bir hale geldi. Mustafa Dodurgalı hacı abimiz de sağ olsun caminin halılarını üstlendi. Hamdolsun on beş gün içeresinde camimiz ibadete açıldı. Orayı da sohbet ve ilim meclisi haline getirdik elhamdülillah.

Orayı yeni baştan tefriş ederek başladığım görevimde en çok çocukları okutmaya ağırlık verdim. Yaz kış talebem eksik olmadı elhamdülillah. Hatta o günlerde okuttuğum bir talebem avukat olmuş, ziyaretine gittiğimde bana; “Hocam sizden Allah razı olsun, çok güzel bilgiler öğrettiniz bana. İlk hediyeyi verdiniz. Hala o hediye ettiğiniz takke, tespih ve kitabı saklıyorum” demişti de gözlerim dolmuş duygulanmıştım.

Tayyip Bey’i ziyaret

Bu olaydan beş altı ay kadar sonra encümen azası olan kayınımla beraber İstanbul’a sayın Recep Tayyip Erdoğan Bey’i ziyarete gittik. Fatih Yavuz Selim’de parti lokaline geçtik. Görevli arkadaşa Tayyip Erdoğan Bey’i görmek istediğimizi söyledik fakat görevli arkadaş kendisinin orada olmadığını, kendisiyle görüşemeyeceğimizi söyledi. Ben de ona; “Boyabat’ta namaz kaldırdığı caminin hocası geldi deyin, eğer kabul etmezse dönüp gideriz” dedim.

Telefon açtılar ve durumu anlatınca Tayyip bey; “Misafirleri ofisime getirin” diye talimat verdi. Çok sevinmiştik… Bir delikanlı bizi ofise kadar götürdü. Kapıyı bizzat kendisi açtı. Tebessüm ederek bizlere hoş geldiniz deyip bizi içeri davet etti. İçeri geçtiğimizde demek ki kulağına gitmiş ki bana ilk sorduğu soru şu oldu:

– “Hocam sana ne yaptılar bizden sonra?” Olan biteni kendisine arz ettiğimde çok üzüldü ve;

– “Hocam hakkını helal et bizim yüzümüzden sıkıntı çektin. Aslında ben mihraba geçmek istemedim. Fakat Cemal Kamacı Abi’yi kıramadım. Biliyorum küçük yerlerde dedikoducular çok olur… Ama ne yapalım artık olan olmuş” dedi.

Müslümanların İslam uğruna çektiği eziyetlerden, sıkıntılardan misaller vererek bize bu zamanda hizmet etmenin ne kadar zor olduğunu anlattı. Tabi hak davada çekilen sıkıntıların, mükâfatının da çok olacağını hatırlattı. Biz de zaten Milli Görüş davasının bir neferi olarak, kendilerinin mihraba geçmelerinden şeref duyduğumuzu söyledik.

Ayrılırken bize Abdurrahman Dilipak Bey’in “Türkiye nereye gidiyor ” adlı kitabını hediye etti ve; “Hocam her zaman kapım size açık, istediğiniz zaman gelebilirsiniz” diyerek bizi uğurladı.

Ve o günden sonra Müslümanlara yapılan haksızlıklar dur durak bilmedi. Fakat hamdolsun Rabbim bir zaman sonra bu cuntacıların düdüğünü kıstı. Tayyip Erdoğan Bey, o hoş sohbetiyle üzerimizde tesir bırakan bu kıymeti şahsiyet dümeni eline aldı ve “Artık dur” dedi.

Rabbim yar ve yardımcısı olsun. Rabbim hak yoldan ayaklarını kaydırmasın.

Osman Gülşen/ İrfanDunyamiz.com

İrfan Mektebi ↗

Sevdirici, müjdeleyici üslupla yazılmış hayata dair yazılar okumak için tıklayın.

Gönül Dünyamız ↗

Gönül insanlarına dair bam telinize dokunacak yazılar okumak için tıklayın.

Şunlara Gözat

İz bırakan mal müdürü Neşet Özerdem

Bir mal müdürü düşünün, Türkiye’nin çeşitli yerlerinde görev yapmış ve her gittiği yerde iz bırakmış. …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.