Münafıkların karakterlerini iyi anlayın…

Kur’an-ı Kerim, Medeni surelerde münafıklıktan sakınmanın önemi ve nifak ehlinin vasıfları üzerinde çok durmuştur. Özellikle; Bakara, Âl-i İmran (Uhud savaşı sahnelerinde), Nisa, Enfal, Tevbe ve Münafikûn surelerinde onlardan sıkça bahsedilmiştir. Tevbe Suresi’nde münafıkların sıfatları ve rezaletleri ayrıntılı olarak ortaya konduğu için bu sureye “Münafıkların çirkinliklerini açığa çıkaran” anlamında Sure-i Fadâha da denilmiştir.1

Münafikûn Suresi ise müstakil olarak münafıklardan bahseder ve ilginç tahliller yaparak mü’minleri bu inkârcı gruba karşı uyanık tutar. Hatta Resullullah sallellahu aleyhi ve sellem, Münafikûn Suresi nazil olduktan sonra cuma namazlarında bu sureyi okumuş ve sahabelerini nifak ehline karşı teyakkuz hâlinde tutmuştur. Çünkü onlar Müslümanları içerden vurmak isteyen dalalet ehlidirler.

Arapçada, münafık kelimesinin türediği “nefekun” kelimesi, “alt geçit” ve “tünel” anlamlarında kullanılır. Nasıl tünelin bir tarafından girilip diğer tarafından çıkılırsa; münafıklar için de kullanılan bu kavramla, nifak ehlinin dine bir taraftan girdikleri diğer taraftan da çıktıkları hatırlatılmıştır. İstiare yollu bu tanım, münafıkların kâfir olduklarını da beyan etmektedir. Nitekim münafığın tanımında da bu durum göz önünde bulundurulmuş ve şöyle tarif edilmiştir: “İslâm’a (şeriata) bir kapıdan girip, diğer bir kapıdan da çıkmak suretiyle dini inkâr eden kimsedir.”2

İmanlarını dille söyleyip küfürlerini kalpte gizlemek; hayır yönlerini gösterip şerlerini saklı tutmak3 diye de tanımlanan münafıklık, en anlaşılır biçimiyle Kur’an-ı Kerim’de şöyle açıklanmıştır: “İnsanlardan öyleleri de vardır ki (kalpleriyle) iman etmedikleri hâlde (dilleriyle) Allah’a ve ahiret gününe inandıklarını söylerler.”4 Konjöktür gereği inanmış gibi gözüken ama gerçekte kâfir olan münafıklar, itikadi fırkalar içerisinde en tehlikeli olanlarıdır.

Derinlik boyutu

İman ettiğini söyleyen kimse hem inancında samimi olup yalnızca Allah celle celaluh’un rızasını gözetmeli, hem de imanının gereği olarak Allah için salih ameller yapmalıdır. Bu durum; iman ve salih amellerin yalnızca Allah’a özgü kılınması anlamına gelen dinin derinlik boyutuyla alakalıdır.

Dinin derinlik boyutu olmadan, sadece dille ikrar edilen bir inançla kişi kurtulacağını iddia ederse yanılır. Şu ayet konuyu yeterince vuzuha kavuşturmaktadır: “Hâlbuki onlara her türlü batıl inançtan uzak olarak tüm kalpleriyle yalnız Allah’a kulluk/ ibadet etmeleri, namazı özenle kılmaları, zekâtı hakkıyla vermeleri emredilmişti. Zaten dosdoğru din de budur.”5

İman sadece bir temenni veya dille ifade edilen bir söz olsaydı münafıklık belki de hiç olmayacaktı. İman, inançtaki samimiyetin salih amellerle hayata yansımasıdır; Allah’ın emirlerine ve yasaklarına içtenlikle teslimiyettir. Bu teslimiyet amelî olarak ispat edilmelidir. “(İbadetler dahil) sıkıntı ve zorluklarla sınanmadıkça, mü’minler sadece ‘inandık’ demekle bırakılacaklarını mı sanıyorlar”6 ayeti iman için ödenmesi gereken zorunlu bedele işaret etmektedir.

Pragmatik düşünürler

Bu bedeli ödemek istemeyen münafıkların imanı pragmatiktir. Allah celle celaluh’a karşı pazarlık (!) hâlindedirler. İmanları, işlerinin rast gitmesine bağlıdır. Onların bu hâlini şu ayet-i kerime veciz bir şekilde ortaya koymaktadır: “Kimi insanlar da vardır ki bunlar Allah’a şartlı kulluk ederler. (Dolayısıyla böyle bir insanın inancı pamuk ipliğine, ibadeti de hayatta rahat etme şartına bağlıdır.) Bu yüzdendir ki işleri rast gittiğinde bu durumdan; Allah’a kulluktan memnuniyet duyar, bir sıkıntıya maruz kaldığında ise Allah’a küsüp ona ibadetten vazgeçer ve böylece hem dünyayı hem ahireti kaybetmiş olur. İşte esas kayıp da budur.”7

Ayette tasvir edilen bedbaht kişi sadece Allah’a nimet verirse ibadet eder. İmtihan edildiğini fark etmez. Zahirde ve batında, sıkıntı ve sürur anında, genişlik ve darlık hâllerinde Müslümanca bir tavır sergilemez.8 Ayet evrensel bir betimleme yapmaktadır. Bugün de birçok kişi Müslümanların gücüne göre İslâm’ın yanında yer alıyor ve her hangi bir zayıflama anında bu kişiler saf değiştiriyorsa böyle bir imanın sahibi elbette münafıktır.

Nimeti görürse inanmış gibi gözükür nimeti kaybederse küfreder. İslâmî olmayan siyasalarda bile iktidarlardan pay alamayan birçok kişi bir dar’u-l İslâm ayırımı yapacak basireti olmadığı için sisteme düşman olmak yerine İslâm’a düşman olmuyorlar mı? İslâm’a düşman üretilmesinden memnun olan emperyalist dünya sistemi bu işten keyif aldığı gibi, kendilerine İslâmi bir yafta vurulmasından keyif alan oy avcısı sağcı iktidarlar da aynı işten çok hoşnutturlar. Bu anlamda Müslümanların yoğun olduğu yerlerdeki gayri İslâmî siyasa bolca münafık üretmektedir.

Cihad ibadeti

Cihad ibadeti olmasa ve İslâm dini, iman ettiğini iddia eden kimselerden yerine göre canda ve malda fedakârlık istemeseydi belki de münafıklar zümresi tarihte hiç olmayacaktı. Onları ortaya çıkaran esas neden, cihadın mukatele boyutunun farz kılınması ve dinin onlardan canlarıyla ilgili fedakârlıkta bulunmalarını istemesidir. Pragmatik bir anlayışa sahip olan kimse elbette ki bu isteğe olumlu cevap vermemiştir ve vaziyeti idare etme yoluna gitmiştir. Cihad samimi Müslümanlarla münafıkları birbirinden ayırt eden bir mihenk taşıdır. Münafık hep almaya alışkın iken, Müslüman canı dahil her şeyini Allah için vermeye de hazırdır.

Münafıkların pragmatik imanları şu ayette daha da açık anlatılmıştır: “Onlar sizi gözetleyip dururlar. Eğer size Allah’tan bir fetih nasip olursa: ‘Biz de sizinle beraber değil miydik?’ derler. Eğer savaşta kâfirler kazanırsa, onlara: ‘Biz, size üstünlük sağlayıp sizi mü’minlerden kurtarmadık mı?’ derler. Kıyamet gününde Allah, aranızda hükmedecek ve mü’minlere karşı kâfirlere asla üstünlük tanımayacaktır.”9

Bu ilahi buyruk; mü’minleri egemenlikleri altına sokmak, onların hâkimiyet mücadelesini baltalamak, kendilerini zillete düşürmek, maneviyatlarını bozmak, birliklerini çökertmek, servetlerini talan etmek, özgürlüklerini kısıtlamak, Allah yolunda davette bulunanları yasaklamak için çalışan kâfirlere karşı Müslümanların takınması gereken siyasi, sosyal ve ekonomik tavrı belirlemektedir.10

Terk edin 

Yüce Allah celle celaluh Müslümanlara karşı hain plânlar hazırlayan münafıklara karşı somut hedefler göstermiş ve onlarla ortak meclisleri paylaşmayı bile yasaklamıştır: “Allah, size Kur’an-ı Kerim’de şu hükmü bildirmiştir: ‘Allah’ın ayetlerinin inkâr edilip alay ve eğlence konusu yapıldığını işittiğiniz zaman, bu çirkefliği yapanlar başka bir konuya geçmedikçe onların yanında oturmayın.’ Aksi takdirde siz de onlar gibi olur, onlarla aynı kefeye konursunuz. Hiç şüpheniz olmasın ki Allah, münafıkları da diğer bütün kâfirleri de topluca cehenneme tıkacaktır.”11

Bu ayete göre, münafık meclislerinde oturup onların küfürlerine razı olanlar da küfre girerler. Bir günahın işlenmesine rıza gösterip bu günahı işleyenlerin içine karışan kimse de günahta onlar gibidir.12 Çünkü münafıklar günah işleme hususunda birbirlerini ayartan kimselerdir. Kur’an-ı Kerim onların bu çirkin niteliklerini mü’minlere şöyle anlatır: “Münafık erkekler ve münafık kadınlar birbirinden (yanadır ve hepsi aynı)dır. Onlar birbirlerine dince uygun görülmeyen davranışları emrederler, iyi ve güzel olanları ise yasaklarlar. Çok da cimridirler. Onlar Allah’ı unuttular, Allah da onları kendi hâllerine terk etti. Şüphesiz ki münafıklar, (Allah’a) itaat etmeyen (azgın) kimselerdir.”13

Günah noktasında; “Konuştukları zaman yalan söylemek, vaat ettiklerinde caymak, emanete ihanet etmek”14 onların karakteri olmuştur. “Ahdine riayet etmeyenin dini yoktur, emaneti yerine getirmeyenin imanı yoktur”15 gerçeğini kavrayamayan münafıklar, din ve dinî sembollerle alay etmeyi çok severler. Şu ayet onların bu çirkin davranışlarını ortaya koymaktadır: “Müslüman görünerek İslâm’a karşı gizli eylem plânları ve eylem yapan münafıklar, kafalarındaki, kalplerindeki nifakı ve ikiyüzlülüklerini ortaya dökecek bir surenin mü’minlere indirilmesinden çekinirler. ‘Siz dilediğiniz şekilde alay edin! Allah çekindiğiniz şeyi, ikiyüzlülüğünüzü kesinlikle açığa çıkaracaktır.’ de. Eğer onlara niçin alay ettiklerini sorarsan ‘Biz sadece lafa dalmış şakalaşıyorduk.’ derler. Allah ve O’nun ayetleriyle; O’nun peygamberiyle mi alay ediyorsunuz.’ de.”16

Ayet-i kerimede de görüldüğü gibi ayetlerle alay etme gibi bir günahı bile çok basite indirgeyen münafıkların bu kötü durumunu Abdullah bin Mes’ud radıyellahu anh şöyle tefsir etmiştir: “Mü’min, günahlarını (o kadar büyütür ki) sanki üzerine düşecek bir dağ gibi görür. Facir bir kimse ise günahlarını burnunun üzerine konan küçücük bir sinek gibi görür.”17

Münafıklar konuşmuş oldukları o mizahi kelimeler nedeniyle Nebi sallellahu aleyhi ve sellem’in diliyle ayıplandığının18 ve “Doğu ile batı arasından daha uzaklıktaki cehennem çukuruna yuvarlanacağının”19 farkında bile değildirler.

Yüce Allah, mü’minlerle alay eden ve onları dillerine dolayan münafıkları şu rivayette olduğu gibi bazen tehdit bile etmiştir: “Ey dilleriyle iman edip fakat kalplerine imanın girmediği güruh! Müslümanların gıybetini etmeyin ve onların mahrem durumlarını araştırmayın. Sizden kim onların gizli şeylerini araştırırsa, Allah celle celaluh da onun gizleyip bilinmesini istemediği hâllerini ortaya çıkarır ve evinin ortasında rezil eder.”20

Mekke Dönemi’nde olmadığı hâlde, Medine Dönemi’nde özellikle cihadın mukatele boyutunun farz kılınmasıyla ortaya çıkan bu sapık grubun çıkış nedenlerini Kur’an-ı Kerim merkezli olarak şu başlıklar hâlinde ortaya koyabiliriz:

1. Menfaatperestlik

Medine’de mü’minlerin sayıca az olduğunu gören Abdullah bin Übeyy ve arkadaşları şartların aleyhlerine dönmesinden endişe etmişler ve her iki tarafı da idare etme yoluna gitmişlerdir. Ortamı gözetleyen münafıklar, kim galip gelecek olursa onların yanlarında yer alacaklarına karar vermişlerdir. Amaç güçten ve iktidardan pay almaktır. Bunun için de güya, Allah Resulü’nün risaletini tasdik etmişler ama bunu gönülden yapmamışlardır. Bu gönülsüzlükleri münasebetiyle Peygamber’in en azılı düşmanları olmuşlardır. Herhangi bir yaptırıma uğrama endişesiyle İslâm’ın getirdiklerini tasdik eder gibi gözükmüşlerdir.21

Mü’minlerin zaman içerisinde bir felakete düşmeyeceklerinden emin olamadıkları için22 menfaatperest bir davranış şeklini seçip münafık olmuşlardır. Kur’an-ı Kerim onların bu hastalıklı ruh hâllerini şöyle anlatmıştır: “Kalplerinde hastalık olanların (kendi kendilerine) ‘şansımızın kötü gitmesinden korkuyoruz’ diyerek onların (kâfirlerin) işine yarayan bir tavır sergilemekte yarıştıklarını görebilirsin…”23

2. Cihat Korkusu ve Buna Bağlı Olarak Ölüm Endişesi

Cihadın mukatele boyutu ile ilgili emirler gelince, Medine’de mü’minler ile münafıklar birbirinden ayrıştı. Bu emirler gelmezden önce münafıklarla gerçek mü’minler arasında görünüşte hiçbir fark gözükmüyordu. Mü’minlerle namaz kılıyorlar ve oruç tutuyorlardı. İsteksiz de olsa İslâm’ı kabul ediyor görünüyorlardı. Hatta Resulullah’a saygı gösterisinde bulunuyorlardı.

Medine’de Müslümanlar gelişmeye başlayıp kâfirler bundan rahatsız olunca, Müslümanlara karşı şiddet göstermeye başladılar. Onların bu saldırılarına karşı Yüce Allah savaşa izin veren ayetlerini gönderdi. İlgili ayetlerin hükmünce İslâm uğruna canları ve malları feda etme vakti gelince münafıklar açığa çıkmaya başladılar. Göstermelik imanları üzerindeki perdeler açıldı.24

Bu durum Nisa Suresi’nde şöyle dile getirilmiştir: “Kendilerine ‘(Artık savaştan) çekin ellerinizi! Namazı istikametle kılın, zekâtı içten gelerek verin’ denilenlerin haline baksana bir! Ama onlara (Allah yolunda) savaşmaları emredildiği zaman, içlerinden bir gurup Allah’tan korkarcasına, hatta daha da büyük bir korkuyla insanlardan korkmaya başladılar ve şöyle dediler: ‘Rabbimiz! Niçin bize savaşı emrettin? Bize biraz daha süre tanıyamaz mıydın!’ De ki: ‘Dünyevi tatmin geçici bir hazdır, ahiret ise takva sahibi bir kimse için en hayırlı olandır; sonuçta zerre kadar haksızlığa uğramayacaksınız.”25

Münafıklara en ağır gelen ayetler cihad ayetleridir.26 Burada cihaddan kasıt, cihadın mukatele boyutudur. Bu ayetler onların kalplerindeki hastalığı ortaya çıkarmış ve Müslümanlardan imani noktada ayrılmalarına neden olmuştur.

Batıda bazı mühtedilerin Müslümanların şiddet yanlısı (!) olmalarından ve cihadın ön plâna çıkarılmasından dolayı yeniden eski dinlerine döndükleri ülkemiz medyasında işlenmektedir. Bu şiddetin referanslarını da Selefi ve Eşari yorumdan aldığı özellikle belirtilmektedir. Belli ki bunlar Maturidî’nin Te’vilat’ını okumayan cahillerdir. Özet bu.

Aslında mühtedi iken irtidat eden kimseler samimi bir Müslüman olabilselerdi batı tarihi ile katliamlar arasında ilgi kurabilirlerdi. Bu adamlar İngiltere, Fransa, Almanya, Hollanda, İtalya, İspanya, Portekiz, Rusya ve Amerika’nın işledikleri cinayetleri bilmeyecek kadar cahil değildirler. Bunlar Müslümanları dinlerinden döndürmek için gündüzün evvelinde iman edip sonunda küfre yeniden geçen münafıklara benzemektedirler.

Ne yapalım! İmanın kalplerinde karar kılmadığı için cihad ve mukateleye izin verilen ayetleri Kur’an’dan mı çıkaralım? Hadis kitaplarının cihad babını mı yırtalım? Fıkıh kitaplarının ilgili siyer bölümlerini imha mı edelim? Peygamber hiç savaş yapmadı veya tamamı müdafa savaşıydı diye yalan mı söyleyelim? Bedir’i, Ahzap savaşını, Mekken’nin fethini, Mute’yi yok mu sayalım?

Ne yapalım! İmanın kalplerinde karar kılmadığı için cihad ve mukateleye izin verilen ayetleri Kur’an’dan mı çıkaralım? Hadis kitaplarının cihad babını mı yırtalım? Fıkıh kitaplarının ilgili siyer bölümlerini imha mı edelim? Peygamber hiç savaş yapmadı veya tamamı müdafa savaşıydı diye yalan mı söyleyelim? Bedir’i, Ahzap savaşını, Mekken’nin fethini, Mute’yi yok mu sayalım?

Ayaklarımızın bastıkları yerler işgal edilirken buyurun siz yerleşin mi diyelim? Namusumuz kirletilirken işiniz rast gelsin muamelesi mi yapalım? Çanakkale Savaşı hata idi mi diyelim? İslâm bir bütündür. Eş’ari ve Selefi yorum coğrafyamızda hâkim iken de insanlar ihtida ediyor ama tekrar da küfre rücu etmiyorlardı. Acaba bu irtidat eden mühtediler gavurların müsaade ettiği kadar Müslüman olan zavallılar olmasınlar.

Kur’an-ı Kerim ve Sünnet asli kaynaklardır. İçinde iman da vardır, ahlak da; ibadette vardır muamelat da; namaz da vardır cihad da; nefsi müdafa da vardır taarruz da; itaat de vardır zalime isyan da vardır. Tüm sorunların çözümünü birebir veya tümel kaidelerle nihayete ulaştıracak çareler İslâm’da vardır.

“Camileri kapatıp imamlarımızı yok etsek” bile o dönek adamlar dinden dönerlerdi. Çünkü iman kalplerine karar kılmamıştır. Bu abuk subuk tezlerle Müslümanları dinin hükümlerinden tavize zorlayanlar, bilmeden dinin tahrif edilmesine de zemin hazırlamaktalar veya kendi yorumlarının mutlaklığını dayatarak görüşlerini dinleştirmektedirler. Şunu da hatırlatalım; eski dinlerine irtidat eden bu zevat umarız ki batılıların akıttığı kanların ve söndürdükleri ocakların hesabını ilgili ülkelerden sorarlar.

3. Cehalet

Allah celle celaluh’u hakkıyla bilip takdir edememe ve risalet davasını anlayamama… Eğer münafıklar, Allah Teâlâ’yı Kur’an’dan ve Resulullah sallellahu aleyhi ve sellem’den gereği gibi öğrenebilselerdi kalplerindeki bu hastalığı tedavi edebilirlerdi. Fakat cehaletleri ve cehaletteki ısrarları onları ikiyüzlü bir hayatı tercihe itmiştir. Kalplerinde karar kılmayan İslâm, onların kurtuluşuna vesile olmamıştır.

Münafıklar cehaletlerini yenebilmek için hiçbir şey yapmamışlardır. Görüntüde var olan bir iman, ilim ve salih amellerle beslenmeyince sahibini nifaktan kurtaramamıştır. Marifetullah konusunda derinleşmek, tasdikdeki yakin, ibadetlerdeki ihsan bilinci, muamelelerdeki nezaket, ahlaktaki terakki ve bitmeyen cihad arzusu nifak başta olmak üzere tüm gönül hastalıklarının çaresidir.

4. Riyaset Davası

Hazreti Muhammed sallellahu aleyhi ve sellem’in hicreti öncesinde Medine’deki Hazrec ve Evs Kabilesi bir araya gelerek Abdullah bin Übeyy’in devlet başkanı olması hususunda anlaşmışlardı. Hatta bu zatın tacının ve tahtının siparişi bile verilmişti. Hazreti Muhammed sallellahu aleyhi ve sellem, Medine’ye teşrif edince onun riyaseti suya düşmüş ve bunun üzerine İbni Übeyy, Resulullah’a bitmeyen bir düşmanlık sergilemiştir. Hazreti Muhammed sallellahu aleyhi ve sellem’e bir an bile sempati duymamıştır. Etrafındakileri de aynı düşmanlığa sevk etmiştir. Uhud savaşının en netameli anında Müslümanları yalnız bırakarak onları ateşe atmak istemişlerdir.

Her zaman Müslümanların Medine’den gitmelerini ve Hazreti Muhammed sallellahu aleyhi ve sellem’i terk etmelerini gözlemişlerdir. Amaç, İbni Übeyy’i devlet başkanlığı makamına çıkarmaktır. Emelleri gerçekleşmedikçe düşmanlık ve kinleri de daha artmıştır. Kur’an-ı Kerim’de onların bu hırslı durumu şöyle hikâye edilmiştir: “Onlar (münafıklar), ‘Allah’ın elçisinin yanında bulunanlar için (hiçbir şey harcamayın ki dağılıp gitsinler)’ diyenlerdir. Oysa göklerin ve yerin hazineleri Allah’ındır. Fakat münafıklar bunları anlamazlar…”27

5. Çekememezlik

Riyaset davasında bulunan ve kavmi tarafından çok sevilen Abdullah bin Übeyy, tüm Evs ve Hazreçli mü’minlerin sevgisi Resulullah sallellahü aleyhi ve sellem’e kanalize olunca bundan dolayı büyük bir rahatsızlık duymuştur. Bu rahatsızlığın oluşturduğu haset ve çekememezlikle Hazreti Muhammed sallellahu aleyhi ve sellem’e düşman olmuş ve kendisi gibi kimselerle ayrı bir cemaat oluşturmuştur. Hatta Hazrec kabilesinin bazı önde gelen liderlerinin Peygamber Efendimize gösterdikleri saygı ve muhabbet Abdıllah bin Übeyy’e dert olmuştur. El altından tüm kabilesini isyana ve Resulullah’ı Medine’den kovmaya teşvik etmiş fakat bu çirkin davranışlarının olumlu karşılığını kimseden görememiştir.

6. Dinin İnfak Talebi

Kur’an-ı Kerim’de infak ve türleri sıkça dile getirilir ve mü’minler Allah yolunda cömert olmaya çağırılırlar. İnfakın kurumsal hâle getirilmesi ve doğru çalıştırılması en büyük toplumsal hastalıklardan olan fakirliğin de çözümüdür. Fakirliğe çözüm bulmak Mekkî surelerin imandan sonraki ikinci önemli konusudur. Bu konudaki ayetlerin bireysel anlamda bile doğru anlaşılması ciddi bir bölüşme ve paylaşma kültürü geliştirir.

Müslümanlar Kur’an-ı Kerim’de “En çok sevdiklerini Allah için vermeye”28 davet edilirler. İslâm’ın infak talebi münafıklara her zaman ağır gelmiş ve dine karşı cimriliği tercih etmişlerdir. Şöyle de denilebilir; İslâm’ın canda ve malda fedakârlık talebi münafık bir zümrenin tarih sahnesine çıkmasına neden olmuştur.

Münafıklar malda tanrılık iddiasında bulunan ve paylaşmayı reddeden cimri kimselerdir. Mala karşı aşırı hırsları vardır. Kur’an onların bu hırslı hâllerini ve cimri davranışlarını şöyle haber vermektedir: “Münafık erkekler ve münafık kadınlar birbirlerinin velileridirler. Onlar birbirlerine kötülüğü emreder ve iyi davranışları yasaklarlar. Cimrilik ederler. Üstelik onlar Allah’ı da (hayatlarından çıkarıp) unutmuşlardır. Allah da onlara rahmeti ve lütfuyla muamele etmeyecektir. Zaten münafıklar yoldan çıkmış kimselerdir.”29

7. Şahsiyetsizlik ve Siliklik

Kişiliği oturmayan insanlar kararsız olurlar ve konjektöre göre vaziyet alırlar. Bu sahsiyeti silik insanların dinlerini gündelik çıkarları belirler. Bundan dolayı nifak ahlakı taşıyan kimseler günün ve devrin adamıdırlar. Hayattan beklentileri dini bir şuur üzerine bina edilmemiştir. İman alanından sonra siyasal hidayetleri en kör insanlar münafıklardır.

Müslümanların kuvveti ve maddi gücü ellerinde bulundurmalarının keyfiyeti, münafıkların çoğalmasında veya azalmasında etkili olmuştur. Bu tip şahsiyetsiz insanların Medine’de çokluğu Abdullah bin Übeyy gibi bir kişinin etrafında toplanmaya zemin hazırlamıştır. Münafıklar, Müslümanlarla kâfirler arasında mekik dokumak suretiyle silikliğin en ilginç örneklerini vermişlerdir.

Kur’an, bu şahsiyet yoksunu insanları şu önemli benzetmeyle dile getirmiştir: “Münafıklar, mü’minlerle kâfirler arasında bocalayıp dururlar. Ne mü’minlere ne de kâfirlere bağlanırlar. Allah, kimi saptırırsa ona asla çıkar yol bulamazsın.”30 Münafıkları bu kadar güzel betimlemek mümkün değildir. Doğru olan, onların niteliklerini öğrenip nifak ahlakından ve münafıklardan uzak durmaktır.

8. Dinin, Hayatın Tüm Alanlarına Hitap Etmesi ve Kendisine İnananlardan Kuşatıcı Bir İman Talebi

Münafıklar sıradan bir hayatı tercih eden kimselerdir. Hayatlarını tutkuları ve hevaları üzerine bina ederler. Hayatın tüm boyutlarını vahye teslim etmeyi istemezler. Hele de dinin toplumsal ve siyasal alana kurallar koyması onların işine gelmez. Samimiyet olmadığı için münafıklarda imanın derinlik boyutu hiç yoktur.

Onlara göre din, bireysel bir inanç sistemidir; sosyal alana müdahale etmemelidir. Bu ve benzeri nedenlerle Kur’an-ı Kerim’e ve Hazreti Muhammed sallellahu aleyhi ve sellem’e yeri geldiğinde düşmanlıklarını göstermişlerdir. Abdullah bin Übeyy, Peygamberimizden dini evinde yaşamasını ve toplumsal hayata yansıtmamasını istemiştir. Bu şekildeki münafık talebi her zaman olmuştur ve dinin hayata müdahalesi oldukça da münafıkların din karşıtı talepleri bitmeyecektir.

Yukarıdaki saymış olduğumuz veya sayamadığımız daha başka sebeplerle varlık sahnesine çıkan bu insanlara karşı Yüce Allah celle celaluh bizleri uyarmıştır. Hazreti Muhammed sallellahu aleyhi ve sellem’e de benzeri uyarılarını hadisleriyle yapmıştır.

Kur’an-ı Kerim’e göre kaçınılması gereken nifak alametleri şunlardır:

          1- Kalpleri hakikate kilitlidirler.31

          2- Dilleriyle iman edip kalpleriyle inkârı tercih ederler.32

          3- Fesatçıdırlar; fakat fesatçılığı kabul etmezler.33

          4- Kalpleri, gönülleri ve zihinleri hastalıklı kimselerdir.34

          5- Sefih ve beyinsizdirler.35

          6- Mü’minlere karşı alaycı bir tavır sergilerler.36

          7- Kültüre ve neslin bozulmasına karşı duyarsızdırlar.37

          8- Müslümanların başlarına gelen bela ve musibetlere sevinirler.38

          9- Cihadın, eceli öne alacağına inanırlar.39

          10- Cihada engel olurlar ve kendileri de isteksiz davranırlar.40

          11- Cimridirler.41

          12- Yapmadıklarıyla övünürler ve övülmeyi severler.42

          13- Gösteriş için hayır ve infak yaparlar.43

          14- Kâfirlerin hükümleriyle muhakeme olmayı severler.44

          15- Kur’an ve Sünnet’in hükümlerinden yüz çevirirler.45

          16- Ölüm korkusuyla cihadı terk ederler.46

          17- Mü’minlerin de küfrünü isterler.47

          18- Küfürde çok ileridirler.48

          19- İzzeti kâfirlerin yanlarında ararlar.49

          20- Tavırsız ve ilkesizdirler.50

          21- Menfaatçidirler ve duruma göre hareket ederler.51

          22- Namaza karşı çok üşengeçtirler.52 Yatsı ve sabah namazları ise onlara en ağır gelen namazlardır.53

          23- Allah celle celaluh’u çok az anarlar, hatırlarına bile getirmezler.54 Resulullah sallellahu aleyhi ve sellem, mü’minleri Allah celle celaluh’u çok zikretmeye çağırmış ve şöyle buyurmuştur: “Allah’ı çokça zikreden nifaktan beri olur.”55

          24- Kişiliksiz ve kararsızdırlar.56

          25- Korkaktırlar.57

          26- Kâfirlerle ortak hareket ederek Müslümanlara sataşırlar.58

          27- Savaştan, vatan savunmasından izin isterler.59

          28- Şehvetlerine çok düşkündürler.60

          29- Sadaka başta olmak üzere dini semboller ve ibadetlerle alay ederler.61

           30- Peygamber Efendimiz sallellahu aleyhi ve sellem’i üzmekten zevk alırlar.62

          31- Yalancıdırlar.63

          32- Kötülüğü emredip iyiliğe engel olurlar.64

          33- Müslümanların arasına fitne sokup onları birbirine düşürmek isterler.65

          34- İstiğfara, duaya layık değildirler ve cenaze namazları kılınmayacak kadar aşağılık kimselerdirler.66

          35- Peygamber Efendimiz sallellahu aleyhi ve sellem dâhil insanların namusuna iftira edebilirler.67

          36- Peygamber Efendimiz’in sözlerinden hoşlanmazlar.68

          37- Gönülleri Müslümanlara ve İslâm’a kin doludur.69

          38- Salih amelsiz ve nursuz bir güruhtur.70

          39- Yahudi dostudurlar.71

          40- Yalan yere yemin etmeyi alışkanlık hâline getirirler.72

          41- Mü’minlere karşı süslü laflar etmeyi severler.73

          42- Kibirlidirler74

          43- Müslümanlara yardım edilmesini sevmezler75

          44- Sözlerinde durmazlar.76

          45- Kitap ehlini dost edinirler.77

          45- Korkaktırlar ve özellikle de Müslümanlardan çok korkarlar.78

Yukarıda sayılan kötü sıfatlarla donanan; kalpleri hastalıklı, gönülleri inkârla dolu, yalanı şiar hâline getiren ve kâfir tasallutunu her şeyin üzerinde tutan nifak ehli, tarihin her döneminde olmuş ama en yoğun çalışmalarını Peygamber sallellahu aleyhi ve sellem’e karşı vermişlerdir.

Tüm bu kötü durumlarına rağmen Resulullah Efendimiz sallellahu aleyhi ve sellem, onlara karşı her zaman siyaseten güzel davranmıştır. Onları İslâm toplumunun samimi bir üyesi yapmak için çok çalışmış, Abdullah bin Übeyy dahil olmak üzere onları zaman zaman ziyaret etmiştir. Hatta oğlunun talebi üzerine kefenlenmesi için gömleğini bile vermiştir. Peygamber Efendimiz, bu yakınlığının neticesinde birçoğunu kazanmıştır.

Fakat nifakta direnenler için ise Müslümanların toplu tavır koymasını isteyen Kur’an-ı Kerim, “Onlara istiğfar etmemeyi (rahmet ve bağışlanma duası yapmamayı)”79 beyan buyurmuştur. Bu meyanda hiçbir kâfir için bağışlanmış anlamına gelen “merhum” ifadesi kullanılmamalıdır.

Allah Teâlâ, hiçbir münafığın cenaze namazını kılmamasını Peygamber Efendimiz’e ve şahsında tüm Müslümanlara şu ayetle emretmiştir:  “Onlardan ölen hiç kimsenin cenaze namazını kılma ve mezarının başında duâ etmek için durma! Çünkü onlar, Allah’ı ve Elçisini inkâr ettiler ve (fırsat varken tövbe de etmeyip) kâfir olarak can verdiler! (Ve sonunda, uğrunda kâfirliği bile göze aldıkları dünya nîmetlerini bırakıp gittiler.)”80

Bu ayetin gelişinden sonra Resulullah sallellahu aleyhi ve sellem, hiçbir münafığın cenaze namazını kılmamıştır. Sahabe de Peygamber Efendimiz’in yolunda giderek münafıklara karşı teyakkuz hâlinde yaşamışlardır.

Mü’minler, bugün sadece bu ilahi emri yerine getirseler, münafıklara tavır koyabilseler çoğu hizaya gelecektir. Gelmeseler bile toplumda bir saflaşma olacak ve gerçek mü’minlerle münafıklar birbirlerinden ayrılacaklardır. Bu nedenle cenaze namazları günümüzde daha da önemlidir.

Dr. Mehmet Sürmeli/ İrfanDunyamiz.com

DİPNOTLAR
1 Es-Sâbûnî, Kibes min Nûri’l-Kur’ani’l-Kerim, IV / 8.
2 İsfehanî, Müfredât, s. 819.
3 Cürcânî, et-Ta’rifât, s. 245.
4 Bakara 2 / 8.
5 Beyyine 98 / 5.
6  Ankebut 29 / 2.
7 Hac 22 / 11.
8 Maturidî, Te’vilât, VII / 395.
9 Nisa 4 / 141.
10 Fadlullah, Hüseyin, Min Vahyi’l-Kur’an, VIII / 317.
11 Nisa 4 / 140.
12 Hazin, Lübâbu’t-Te’vîl, II / 111.
13 Tevbe 9 / 67.
14 Buharî, 25, İman
15 İbni Hanbel, Müsned, III / 135.
16 Tevbe 9 / 65-66.
17 Tirmizî, 38, Kıyamet, 49, h. no: 2497, IV / 658.
18 Ebu Davud, Edep, h. no: 4990, V / 265.
19 Müslim, 54, Zühd, 6, h. no: 2988, III / 2290.
20 Ebu Davud, Edep, h. no: 4880, V / 195.
21 İbni Kesîr, Tefsiru’l-Kur’ani’l-Azim, IV / 368.
22 Zemahşerî, Keşşaf, I / 629.
23 Maide 5 / 52.
24 Mevdûdî, Tefhimu’l Kur’an, V /360-1.
25 Nisa 4 / 77; ayrıca bak: Muhammed 47 / 20; Tevbe 9 / 86.
26 Zemahşerî, Keşşaf, IV / 316.
27 Münafikûn 63 / 7.
28 Al-i İmran 3 / 92.
29 Tevbe 9 / 67.
30 Nisa 4 / 143.
31 Bak: Bakara 2/7
32 Bak: Bakara 2/8.
33 Bak: Bakara 2/11.
34 Bak: Bakara 2/10
35 Bak: Bakara 2/13
36 Bak: Bakara 2/14; Tevbe 9/65.
37 Bak: Bakara 2/205
38 Bak: Âl-i İmran 3/120; Tevbe 9/50
39 Bak: Al-i İmran 3/156, 168.
40 Bak: Al-i İmran 3/167-8.
41 Bak: Âl-i İmran 3/180.
42 Bak: Âl-i İmran 3/188.
43 Bak: Nisa 4/38
44 Bak: Nisa 4/60, 65.
45 Bak: Nisa 4/61,65.
46 Bak: Nisa 4/77
47 Bak: Nisa 4/89.
48 Bak: Nisa 4/137
49 Bak: Nisa 4/139.
50 Bak: Nisa 4/140.
51 Bak: Nisa 4/141
52 Bak: Nisa 4/142; Tevbe 9/54.
53 Müslim, es’Sahih, 5, h. no: 252, c. I, s. 451-2.
54 Bak: Nisa 4/142.
55 Suyûtî, Camiu’s-Sagir, c. II, s. 518.
56 Bak: Nisa 4/143.
57 Bak: Enfal 8/49; Tevbe 9/49, 56.
58 Bak: Enfal 7/49.
59 Bak: Tevbe 9/44-45.
60 Bak: Tevbe 9/48-49.
61 Bak: Tevbe 9/58.
62 Bak: Tevbe 9/61.
63 Bak: Tevbe 9/61
64 Bak: Tevbe 9/67.
65 Bak: Tevbe 9/107.
66 Bak: Tevbe 9/ 80,84.
67 Bak: Nur 23/11-13.
68 Bak: Muhammed 47/16.
69 Bak: Muhammed 47/29.
70 Bak: Hadid 57/13.
71 Bak: Haşr 59/11.
72 Bak: Münafikûn 63/1-2.
73 Bak: Münafikûn 63/4.
74 Bak: Münafikun 63/5.
75 Bak: Münafikun 63/7
76 Bak: Münafikun 63/12
77 Bak: Haşr 59/11
78 Bak: haşr 59/13.
79 Bak: Tevbe 9 / 80.
80 Bak: Tevbe 9 / 84.

İstikamet Yazıları ↗

İslam’ın şuur boyutuna vurgu yapan yazıları okumak için tıklayın.

Kaynak Metinler ↗

İlim yolcuları için derlenmiş temel dini metinlere ulaşmak için tıklayın.

Şunlara Gözat

Kur’an’da insanın eşeğe benzetildiği üç durum

Bakalım size de ilginç gelecek mi… Kur’an’da bazı insanların durum ve tavırları üç noktada “eşek” …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.