Kader konusunda konuşabilmek için…

İman esaslarından birisi de kaza ve kadere imandır. Bu konu insanlığın başlangıcından beri zaman zaman tartışılmıştır. İslâm Kelam tarihinde de en çok konuşulan, tartışılan ve buna bağlı olarak birçok ekolün meydana çıkmasına neden olan konulardan birisi olmuştur.  

Kaza ve kader konusunda ehliyeti olan veya olmayan herkes birçok şey söylemiştir. Hâlâ da söylemektedirler. Bu konu zaman zaman suçluların sığındığı bir mekân; zaman zaman da Allah’ı hayattan dışlamak için rasyonel bir anlayışın tezahürü olarak insanların birçok şeyler söylemesine neden olan bir konudur.

Konuya hakimiyet

Kader ve kaza konusu ile ilgili doğru bir görüş ortaya koyabilmek için şu hususları iyi bilmek gerekir; Kader konusunda söz söyleyebilecek insanlar, olaylar arasında süratli bir şekilde bağ kurabilecek zeki insanlar olmalıdır. Zekâlarının dereceleri tartışılır durumdaki yeteneksiz zevat kader ve kaza gibi girift bir konuda fikir beyan etmemelidirler.

Kur’an-ı Kerim’e bütünlük çerçevesinde vâkıf olmalıdır. Kitap’a subjektif yaklaşarak cebrî veya rasyonel (Mutezilî) anlayışına ayetleri cımbızlayarak delil getirme yanlışlığına düşmemelidir. Kur’an-ı Kerim ayetleri birbirini yalanlamaz ve Kur’an’da herhangi bir tutarsızlık da yoktur.(Bkz. Nisa 4 / 82.)

Allah’ın isim ve sıfatlarının, ulûhiyet ve rububiyetinin tam anlamıyla bilinmesi şarttır. Özellikle kader konusunda söz söyleyecek kimselerin ilim, irade, kudret ve tekvin gibi ilahi sıfatları en aşkın bir şekilde bilmeleri esastır. Çünkü kader konusunu doğru anlamanın ve anlatmanın yolu bu sıfatları iyi bilmekten geçer.

Özellikle de ilim sıfatını Kur’an-ı Kerim’de haber verildiği şekilde bilmek kader konusunu çözmenin anahtarıdır. Kur’an-ı Kerim’de Allah celle celaluh’un ilminin sonsuzluğunu beyan eden Enam Suresi 59. ayet ve Lokman Suresi 27. ayet içselleştirilmeden ve doğru kavranmadan bu konularda söz sarf etmek kişiyi yanlış yollara götürebilir.

İlim sahibi olmalı

Peygamber Efendimiz sallellahu aleyhi ve sellem’in konu ile ilgili tüm hadislerini bilmek ve anlamaya çalışmak bu konuyu çözmeye yardımcı olacaktır. Bu çerçevede Peygamberimizin sözlerinin söyleniş nedenlerini ve ortamını bilmek de önemlidir.

“Kader kelimesi Kur’an-ı Kerim dilinde ve Sünnet’te hangi anlamlarda kullanılmıştır?” ve “Bu kelime sonraki süreçte anlam daralmasına veya genişlemesine uğramış mıdır?” hususlarının doğru bilinmesi de kader konusunun doğru çözümünde etkili olacaktır.

Kader konusu ile ilgili felsefi kavramları ve terimleri bilmek de şarttır. Tarih içerisinde kaza ve kader meselesinde söz söyleyen ve buna bağlı ortaya çıkan ne kadar mezhep ve fırka varsa ortaya çıkış nedenleri, birbirleriyle münakaşaları dâhil fikirlerini en ince detaylarına kadar bilmek önemlidir.

Kaza ve kader konusu, sıradan insanların üzerinde fikir yürütemeyeceği kadar ciddi bir meseledir. Amaç, insanlara doğruyu göstermek olmalıdır. Bu konudan hareketle insanları, Allah celle celaluh’tan uzaklaştırmak ve insanlığın çekmiş olduğu iktisadi-siyasi çilelerin faturasını siyasi irade ve yetki sahibi insanlarda görmeyip Allah’a yüklemek kader anlayışındaki en büyük sapmalardan biridir.

Kader ve kaza konusunda fikir ortaya koyarken ön kabullerden uzak durmak gerekir. Ön kabuller insanı hakikatten uzaklaştırır ve bağnazlaştırır. Belirli bir kliğin etkisinde kalan araştırmacılar ön kabul nedeniyle ayet ve hadislere bile yanlış anlamlar verebilmektedirler. Kader konusunu tartışırken Allah’a tekil ve tikeller konusunda cehalet isnat ederek yorumlar yapmak küfürdür.

İki temel yanlış

Ortaya çıkan anlayışa göre kişi kader hususunda şu iki temel yanlışa düşülmektedir:

a- Her şeyi Allah celle celaluh’a yükleyerek kendini toz gibi, rüzgâr önündeki kuru yaprak biçiminde etkisiz ve şahsiyetsiz bir varlık olarak görür. Her türlü yükümlülükten kaçar. Ne kendisinin ne de insanlığın sorumluluğunu üstlenir. Miskinliği ve ataleti kader olarak algılar.

b- Veya Allah celle celaluh’un varlık, birlik, yaratma, emretme, ilim ve kudretini hiçe sayarak kendisini mutlak bir özne gibi algılar. Böyle bir insan, kendi kaderinin yaratıcısı olarak kendisini görür. Tarihteki Mutezile ve günümüzdeki devamı bu yanlışa düşmektedir.

Sonuç

Sonuç itibariyle Allah celle celaluh’un yaratmasını ve emretmesini mutlak anlamda kabul etmekle birlikte, imtihanın ve yeryüzünde halife olmanın gereği olarak kendisinin de iradeli bir varlık olduğunu düşünen insan dilemenin kendisinden, yaratmanın ise Allah’tan olduğuna inanır. Bu anlayışa göre, insanın özneliği izafidir.

İnsan, hayattaki tüm olaylardan ve tarihin gidişatından sorumludur. Pasif kalması ve olaylara karşı edilgen durması yüklenmiş olduğu teklifle çelişkidir. Doğru olan kader ve kaza anlayışı da budur. İhtiyari fiiller insanın elindedir. İhtiyari fiillerini hayırda kullanırsa Allah ondan razı olur; şayet şerde kullanacak olursa gazaplanır. Fakat Allah Teâlâ kulunu herhangi bir şeyi yapmaya zorlamaz.

Dr. Mehmet Sürmeli/ İrfanDunyamiz.com

İstikamet Yazıları ↗

İslam’ın şuur boyutuna vurgu yapan yazıları okumak için tıklayın.

Kaynak Metinler ↗

İlim yolcuları için derlenmiş temel dini metinlere ulaşmak için tıklayın.

Şunlara Gözat

İlk Japon Müslüman kimdi?

Japonya’nın en eski ve en büyük İslamî kuruluşu olan Japonya İslam Merkezi Başkanı Dr. Salih …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.