Bazen treni kaçırır insan…

İlk olarak 2015 yılında Trabzon Dini Yüksek İhtisas Merkezi’ne Kursiyer olarak gittiğimde KTÜ İlahiyat Fakültesi Hadis Yüksek Lisans öğrencisi olarak kayıt yaptırmıştım. İstanbul – Trabzon derken zorlu bir kayıt süresiydi. Lakin İhtisas derslerimin yoğunluğu ve yerine getirmem gereken sorumluluklar nedeniyle lisans üstü çalışmayı yapamamıştım.

İkinci sefer yüksek lisans kaydı yaptırdığımda ise bunun serüveni bambaşka olmuştu. Her anlatışımda beni heyecanlandıran bir hikâyedir bu… Kendi şahsî hikayem olmasına rağmen belki benzer süreçler yaşayanlar için faydası olur ümidiyle bunları paylaşmak istiyorum. Sıkılırsanız şimdiden haklarınızı helal ediniz.

Ya nasip!

Yıl 2019… Pendik’te Vaiz olarak görev yapıyorum. Yüce Mevlam’ın lütfuyla Üsküdar’a gelmem söz konusu oldu. Tam da o süreçte sakin bir yaz gecesi kadim dostlardan biriyle Üsküdar’da buluştuk. Onun zikzaklı hayat hikâyesi, bizim bitmek tükenmek bilmeyen geliş gidişlerimiz derken muhabbet koyulaştı.

Nasıl olduysa konu yüksek lisansa geldi. Ben en son 2014 yılında ALES’e girdiğimi ifade edince; “Aa öyle mi? 3 yıl geçerliliği olan ALES Anayasa Mahkemesi’nin aldığı kararla artık 5 yıla çıktı biliyor musun?” dedi. Bu benim için çok güzel bir haberdi. Zira tam da o günlerde Marmara Üniversitesi’nin yüksek lisans kayıtları alınıyordu. Ya nasip, bize de belki nasip olurdu.

Gece vakti gelecekte yıllarca vazife yapacağım ve bunu yapacağımdan habersiz olduğum Aziz Üsküdar’ın sokaklarında yürürken bir yandan yüksek lisans şartlarına bakıyor, bir taraftan sohbet ediyorduk. ALES şartının yanı sıra dil puanı şartı vardı. Dil puanı en az 40 olmalıydı. Arkadaşıma dedim ki; “Benim YDS den 40 puanım var.” Her dakika yeniden hayrete düşüyorduk nasıl olurdu böyle bir tevafuk?

Yüksek lisans başvuru kaydımı yaptırdım. O dönem Pendik’ten Üsküdar’a taşınma sürecindeydik. Kur’an’ı Kerim ve Kıraat Ana Bilim Dalı Yüksek Lisans yazılı sınavı günü, biz Valide Atik Mahallesi’ndeki yeni kiraladığımız evin temizliğini yapıyorduk. Hanımımın fedakârlığı ve âcizane fakirin gayretiyle o gün temizliği bırakıp sınava gittim. Yazılı sonuçları hemen açıklandı, sözlüye girmeye hak kazanmıştım. Fakat burada da gerçekten az rastlanır bir tevafuka denk gelmiştik…

Hayal ve hayat

Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nde yüksek lisansını tamamlamış ve doktora için o günlerde müracaat eden arkadaşlarımla üniversitenin koridorunda karşılaştık. Önceki seneler kıraat alanına yüksek lisans için çok sayıda müracaat olduğunu, bu sene ise nedense başvuru sayısının azaldığını söylemişlerdi. Eğer sayı önceki yıllardaki kadar çok olsaydı benim ALES puanım ve dil puanım yüksek lisansa kayıt için yeterli olmayacaktı.

Yüksek lisans mülakatı da başarılı geçince artık kayıt yapmaya hak kazandım. Hem Üsküdar’da vaiz olarak görev yapacak hem de Marmara Üniversitesi Kur’an-ı Kerim ve Kıraat Anabilim Dalı’nda yüksek lisans öğrencisi olacaksın. Evet, hayal gibiydi ve gerçekleşti. Lakin en sonunda hayal bitti ve hayat onun önüne geçti…

Bu tuhaflıkları yaşayınca insan diyor ki; “Tamam böyle zorluklarla baş edip bu işi hak ettiysem demek ki ben bu işi yapacağım, önümdeki bütün engeller aşılacak.” İnsan zannediyor ki artık bu iş çantada keklik… Ama öyle olmuyor, hayatta bazen böyle peşi sıra gelen tevafuklar yaşamanız ya da böyle bazı kolaylıklar yaşamanız hep öyle devam edeceği anlamına gelmiyor. Onun için çok fazla duygusal yaklaşmamak lazım, tedbiri elden bırakmamak lazım. Her zaman disiplinli çalışmaya devam etmek lazım.

Elbette ki bu yazıyı yazarken ben bir kader mahkûmu olduğumu falan söylemiyorum. Ya da üzerime düşen bütün vazifelerimi yaptığımı da iddia etmiyorum. Sadece âcizane yaşadıklarımı paylaşmak istiyorum. Olur ya bir kardeşimiz benim eksiklerimden, hatalarımdan ders çıkartır ve kendi hayatına ayna tutar. Doğru yaptıklarımı da bir kardeşimiz kendi hayatına tatbik eder de duacı olur.

Kuşlar gibi

Çok sevinmiştim bir yandan ciddi bir sorumluluk gerektiren vaizlik görevimi Üsküdar’da yerine getirmeye çalışırken diğer yandan sevdiğim bir alanda Yüksek Lisans yapacaktım. Kuşlar gibi uçuyordum. Onlardan tek farkımız benim kanatlarımın içeride olmasıydı.Bedenim sabit ama ruhum hareket halindeydi.

2019 Eylül sonu yüksek lisans dersleri başladı. Bir yandan yeni evimize yerleşiyor, bir yandan vaizlik vazifesine alışıyor, bir yandan da yüksek lisans derslerine bismillah diyorduk. Ekim- Kasım aylarında 18 gün bedelli olarak Ağrı’da vatanî görevimi tamamladıktan sonra İstanbul’a dönüp aynı tempoyla hayata devam ettik.

Şeyhü’l Kurra Ali Şahin Hocamdan Aşere Takrip ilmini okumuş olmanın faydasını yüksek lisansın ders döneminde ziyadesiyle hissettim. Hatta yüksek lisansın ders döneminin neredeyse tamamında bu birikimden faydalandım desem yeridir. Fakat yine de bu ders dönemini tam manasıyla istifade ederek geçiremedim. Dersleri olduğu kadar yapabildim. Tez dönemi için hiçbir hazırlık yapamadım. Zaten yüksek lisans benim hayatımın merkezinde değildi, koltuktaki karpuzlardan sadece bir tanesiydi.

Hocalarıma teşekkür

Elbette bu ders döneminde Marmara İlahiyat’taki her biri birbirinden kıymetli hocalardan istifade ettim. Prof. Dr. Erdoğan Baş, Doç. Dr. Mustafa Atilla Akdemir, Doç. Dr. Mustafa Kılıç, Dr. M. Kamil Yaşaroğlu hocalarımızın her birisine hayatımıza yaptıkları katkılarından dolayı teşekkürü bir borç bilirim. Akademik eğitim nasıl olur? Yüksek lisans nasıl yapılır? Üniversite ortamı nasıldır? Nedir? Ne değildir? Araştırma teknikleri, sunum ve seminer hazırlama gibi birçok konuda önemli tecrübeler edindiğimi düşünüyorum.

Bu hayatta hiçbir şey boşa değildir. Başladığınız bir işin sonuna gelemeseniz bile eğer bardağın dolu tarafını görecek olursanız mutlaka o işten faydalanırsınız ve hayatınız boyunca o katkının tesirini görürsünüz. Bu biraz bakış açısı ile ilgili bir şey.

Eğer sürecin içerisindeyken sürekli “ah vah” ederseniz, “olmuyor, bitmiyor, gitmiyor’ diye dertlenirseniz, “hiçbir şey olmadı, hiçbir şey yapamadım” gibi sürekli olumsuz tarzda konuşur, olumsuz bakar, olumsuz görürseniz o işten tecrübe elde edemezsiniz. O zaman her şey boşa gider. Dolayısıyla her durum ve şartta, elimizdeki imkânlar nispetinde, hayatın pozitif yanlarını görmek ve bunlardan faydalanmak gerekir.

Ne anladım?

Mesela ben bu süreçte şunları anladım. Hayatta bir şeyleri yaparken mutlaka bazı şeyleri feda etmeniz gerekir. Mesela yüce bir ideale sahipseniz uykuyu, eğlenceyi, boş vakit alacak işleri terk edersiniz. Ya da bir işi yapmak için başka işlerinizi terk edersiniz. Hani anlatırlar; hayatının tamamını İslam’a vakfetmiş büyükler fazla yiyip içmezlermiş. Fazla sağa sola dağılmadan hedeflerine kilitlenirlermiş. Yani birçok meşru zevklerinden feragat ederek böyle büyüklerden olmuşlar.

Fakir belki; ihtisas okurken derslerimi ikinci plana atarak, asli işimi kenara iterek akademik kariyeri önceleyebilirdim. Ya da ailemin hukukunu çiğneyip onların hayatından, zamanından çalarak bir başarı elde edebilirdim. Ama ben aileme vakit ayırmaya dikkat ettim. Çocuklarımın sosyal ve kültürel faaliyetlerine vakit ayırdım. Çünkü başkasının hakkına girerek elde edilen her başarı görünümlü iş esasında başarısızlıktır. Belki de gerçek başarı herkesin hakkını vererek elde edilen başarıdır.

Eğer biz en yakınımızdakilerin bile hakkını vermiyorsak adaletsizlik yapıyoruz demektir. Adaletsizlik eşittir zulüm olduğuna göre biz bazen kariyer yapmak için, bazen akademik başarı elde etmek için birilerine zulüm mü ediyoruz acaba? Başarıya giden yolda her şeyi mubah mı görüyoruz? Benim istediğim olsun, benim adım yücelsin, benim koltuğum yükselsin, benim çevrem genişlesin… Hep bencillik, hep bencillik.

Karar vermeli

Bu yazıyı yazdığım günlerde şu anda doktora yapan eğitim görevlisi bir arkadaşımla telefon görüşmesi yapmıştım. O da buna benzer şeylerden yakınıyordu. Demişti ki: “Bir yandan eğitim merkezindeki kendi derslerimiz, bir yandan akademik kariyer, ikisini bir arada yürütmek çok zor oluyor. Ailemizle istediğimiz gibi ilgilenemiyoruz. Sosyal hayatımız neredeyse hiç kalmadı. Sahada tebliğ irşat vazifeleri yapamıyoruz. Şöyle haftada bir gün sohbet etmeye gitmek istiyorum, inan onu bile yapamıyorum.”

Anlaşılan bir çoğumuz benzer süreçler yaşıyoruz. Hem kariyer hem de kendi vazifemizi hakkıyla ifa etmeye çalıştığımızda işimiz başımızdan aşıyor. Dolayısıyla kendi alanımıza daha fazla yoğunlaşmanın doğru olduğu kanaatindeyim. Mesela ben sosyal olmayı seven bir insanım. İnsanlarla hemhal olmak, gençlerin bir derdine derman olmak, ihtiyaç sahibi aileler ile hayırseverler arasında köprü kurmak beni mutlu ediyor.

Şu ahir zamanda hocalara düşen bunca önemli vazifeler varken, dışarıda insanlar gaflet uykusunda uyanmayı beklerken, fitne fesat almış başını gidiyorken, yani buhran içerisinde olan bir gencin hayatına dokunabiliyor muyuz? Yıkılmak üzere olan bir aileye destek olabiliyor muyuz? İnançsızlığın eşiğinde olan ateizm, deizm çukuruna düşmüş bir kişiye can simidi olabildik mi? Kariyer sürecinde belki de bizim yaşadıklarımıza benzer şeyler yaşayanların düştüğü bir ikilemdir bu.

Kütüphanelerde günlerce vakit geçirmeyi seven, kendi odasında kitapların arasında çalışma arzusunda olan hocalarımız tabii ki bu akademik kariyeri yapabilir, onların yapısına uygun olan da budur. Lakin bizim karakterimize, meşrebimize yetişme tarzımıza uygun olan bu değil galiba. Dolayısıyla bir tercih yapmamız gerekiyor diye düşünüyorum doğrusu.

Sürecin sonu

Velhasıl biz de tercihimizi yaptık, severek başladığımız yüksek lisans sürecini yine severek hatta çok çok severek yaptığımız işleri tercih etmek suretiyle noktalamış olduk. Yani ikinci kez kayıt yaptırdığım Yüksek Lisans sürecim başarısızlıkla sonuçlandı. Aşkla, heyecanla, nice umutlarla girdiğim bu yolda hayaller ile hayatlar çatışması yaşandı. Sonunda hayat başarılı hayal ise başarısız oldu. Eh ne diyelim bunda da var bir hayır. Nerdeyse her gün her hafta bir şeyler istediğimiz gibi olurken bazı şeyler de arzu etmediğimiz şekilde gelişiyor ve sonunda bize düşen; “Bunda da var bir hayır” demek oluyor.

Şimdi kendime bir soru sorayım; “Pişman mısın Mustafa Çınar?” Hayır, pişman değilim. Yine olsa yine aynı süreci yaşamak ve bu tecrübeyi elde etmek isterdim. Çünkü hayat tecrübe ile anlam kazanır. Peki süreci başarılı bir şekilde mi yoksa başarısız bir şekilde mi bitirdim? Tabi ki başarısız oldum. Çünkü yüksek lisansın tez döneminde tezimi yazamadım. Akademik kariyerde şimdilik bir adım atamadım.

Farklı bir bakış açısıyla başarılı olduğumu düşündüğüm hususlar da yok değil. Kendime haksızlık etmeyeyim. Benim hayatımda Üsküdar Müftülüğündeki vazifem her zaman birinci planda oldu. Maîşetimi kazandığım görevimi hiçbir zaman ikinci plana itmedim. Vazifemi severek yapmanın mutluluğu daima gönlüme huzur verdi. Göç ve manevî destek koordinatörü olarak ihtiyaç sahibi aileleri ziyaret etmek, muhacirlere Ensar olmaya çalışmak vicdani olarak iyi hissettirdi.

Camiye doyamadım

İstanbul’un kadim camilerinden mihrap, minber ve kürsü vazifesini icra etmeye doyamadım. Gençlik faaliyetleri, sabah namazı buluşmaları, aile sohbetleri, cami derslerinden asla geri durmadım. Bu vesileyle her biri ömre bedel dostlar kazandım. 4 yıldır her hafta aralık vermeden, istikamet üzere sohbetlere devam eden kardeşler edindim.

Pazartesi Sohbetleri vesilesiyle başladığımız sosyal medyada çok güzel bir ivme kazandığımızı söylüyor arkadaşlar. Elhamdülillah dijital ortamda içerik üretmek, bu alanı boş bırakmamak, bu alanda sahih bilgiyi halkımıza doğru ve nebevî bir üslupla ulaştırmanın gayretinde olmak bizi mesrur ediyor. Evet, yüksek lisans sürecinde belki bir treni kaçırdık ama hayat fırsatlar ve imkânlarla dolu, belki başka trenler bizi bekliyor.

Belki de başarısızlıkların en olumlu yanı insana acziyetini fark ettirmesi, zayıflığını hatırlatması. Rabbim bunu unutturmasın. Bu arada bir özeleştiri de yapmadan sözü bitirmek istemiyorum. Gençliğin ve içimizdeki coşkunun enerjisiyle belki de biraz fazla dağıldık, birçok şeyi aynı anda yapmaya çalıştık. Belki daha iyi bir strateji ve planlama ile bu süreçleri daha iyi yönetmek mümkün olabilirdi.

İnsan başarısızlıklarından ders çıkartır ve Mevla’ya sığınırsa işte o zaman en doğrusunu yapmış olur? Nuh aleyhis selam Rabbimize şöyle dua etmişti: “Ennî mağlubun fentesır/ Ben yenildim; bana yardım et” (Kamer, 10) Biz de bu duaya amin diyoruz.

Mustafa Çınar/ İrfanDunyamiz.com

İrfan Mektebi ↗

Sevdirici, müjdeleyici üslupla yazılmış hayata dair yazılar okumak için tıklayın.

Gönül Dünyamız ↗

Gönül insanlarına dair bam telinize dokunacak yazılar okumak için tıklayın.

Şunlara Gözat

İlk Japon Müslüman kimdi?

Japonya’nın en eski ve en büyük İslamî kuruluşu olan Japonya İslam Merkezi Başkanı Dr. Salih …

2 Yorumlar

  1. Ebuzer ÇİÇEK

    Hayallerinizin peşinden koşarken hayatı kaçırmaktansa, hayatı yaşarken hayellerinize kavuşmak Allah’ın bir lütf-u olmuş kıymetli hocam.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.