Kalbin ameli tefekkür…

Hikmet kuşunu avlayan ağ”1 şeklinde tavsif edilen tefekkür, tasavvuf literatüründe “Kalbin akıl ve zihinle muhakeme sürecini idrak ederek harekete geçmesi, netice itibariyle iyiyi kötüden ayırt edebilecek melekeye yani vicdanın devreye girmesine sebep olan sürecini”2 ifade eden bir kavramdır.

Kur’ân-ı Kerîm’de; “Tezekkür, tedebbür, itibar, nazar, teemmül, taakkul, tefakkuh, furkan ve naza”’ gibi vicdan mekanizmasını harekete geçirecek birçok kavramdan bahsedilmiştir.3 Kur’ân-ı Kerîm’de üzerinde ısrarla durulan bu kavramları hayata aktarma noktasında ümmete örnek olan Peygamber Efendimiz sallellahu aleyhi ve sellem’in hadis-i şeriflerinde tefekkürün sınırları ve yöntemi üzerinde detaylı bir şekilde durulmuştur.4

 Sufiler ve tefekkür

Elmalılı Hamdi Efendi’nin; “Gerçeği yakalamış akıl ve hayrı talep eden irade, hikmetin şartı tefekkür de onun girizgâhıdır.”5 diyerek tarif ettiği tefekkür, sûfîlerin de üzerinde durduğu önemli konulardan birdir. Serrac (ö.378/988), Lüm’a adlı eserinde Hazreti Ali radıyellahu anh’dan “Tefekkürü olmayan bir susma unutkanlık ve dalgınlıktır”6 sözünü naklederek sûfîlerin tefekküre verdikleri değeri ifade etmiştir.

Sûfîler tefekkürün iki türünden bahsetmişlerdir. Bu anlayışa göre iman ve tasdikten doğan istidlal sahiplerinin tefekkürü ile Hakk’ı Hak vasıtasıyla gören ashâb-ı şuhûda mahsus bir tefekkür türü vardır.7 Sûfîlere göre, tefekkür kalbin bir amelidir ve akıl-kalp ve göz-can ilişkisini ifade etmektedir. Bu yönüyle sûfîler tefekkürü en değerli ibadet ve Cenâb-ı Hakk’a yakınlaşmaya vesile olan bir araç olarak görmüşlerdir. Yine sûfîlerce tefekkür hayrın anahtarı olarak kabul edilmiştir.8

Sûfîler zaman zaman tasavvufun tarifinde de tefekküre vurgu yapmışlardır. Onlar, tasavvufu “Kur’an ve hadislerde yer alan, insanın mistik yönüne ve gönül terbiyesine işaret eden, maddenin ve dünyanın geçiciliğini işleyen, kalbî davranışları esas alan kaidelerin değişik yorumlarından ibaret bir ahlak ve tefekkür sistemi”9 şeklinde tanımlamışlardır.

Tefekkür, Kâdiriyye gibi, bazı tarikatlarda en temel esas olarak kabul edilmiştir ki ifadelerine göre onların yolları tefekkür, nefsi tezkiye ve kalbî tasfiye suretiyle insanı Allah’ın rızasına kavuşturan ve O’nun gazabından ve cehenneminden koruyan korku ve hüzne dayanmaktadır.10 Nitekim Abdulkadir Geylani Hazretleri de şöyle öğüt vermiştir: “Allah yolunda halka hitâb etme yetkisi insanlardan, onların da sâlihlerinden, pek ender kişilere nâsib olur. Salihlerin adeti susmak, sükut etmek, mümkün mertebe konuşmamak, daha çok dinlemek ve tefekkür etmektir. Gerçi konuşmakla görevlendirilenleri de vardır.11 

Derin tefekkür

Sûfînin teemmül, tefekkür ve tezekkürle bir manevî tecrübeyi içselleştirmesi derin anlamın zuhuru için ön şart olarak görülmüştür.12 Nitekim şu hadis-i şerifte de tefekküre teşvik yapılmıştır: “Ölümü çokça hatırlayın! Çünkü ölümü hatırlamak, (insanı) günah­lardan arındırır, dünyaya karşı zâhid kılar. Eğer zenginken ölümü düşü­nürseniz, sizi zenginliğin âfetlerin­den korur. Fakirken tefekkür ederse­niz, hayatınızdan memnun olmanızı sağlar.”13

Sûfîlerin tefekkür sürecine verdikleri önemi Ebü’l Hasan Harakânî’nin (ö. 425/ 1033) “Kulun bir an (Allah’ın verdiği sonsuz nimetleri düşünmesi, O’na içtenlikle şükrederek hamd etmesi) Allah’tan memnun olması, yıllarca namaz kılmasından ve oruç tutmasından daha değerlidir. Allah’ın şu mahlûkatının hepsi de, ‘bakalım hangisine düşecektir’ diye onun için kurduğu birer tuzaktır”14 ifadelerinde görmekteyiz.15 Burada kastedilen elbette ki nafilelerdir.

Sûfîler, tefekkürün sistemli bir sürecin ardından sâliki hakikatlere ulaştıracağı, usulsüz, yöntemsiz ve dünyevî endişelerle tefekküre yönelme durumunda ise doğru noktaya ulaşmaktan alıkoyacağı hususuna da işaret etmişlerdir.16 Bir başka ifadeyle tefekkür faydalı olabileceği gibi standartlarına riayet edilmeden tecrübe edilen tefekkür sürecinin kişiye zarar verebileceği uyarısında bulunmuşlardır.

Gazalî’nin (ö.505/1111) tespitlerine göre kişi, “Allah celle celaluh’u ve kendini tanıma, günahları hesap ederek onlardan uzak durma, taatleri dikkate alarak hareket etme, Cenâb-ı Hakk’ın yarattığı mahlûkata ve hikmetlerine dair derinlemesine düşünmek” gibi tefekkürün yoğun olması gereken süreçleri yaşamalıdır. Ona göre bu tecrübe süreci Kur’ân ve Sünnet’in bireye emrettiği bir husustur.17 Buna karşın Abdülkâdir-i Geylânî’nin belirttiği gibi dünya hakkında tefekkür sâlike zarar vermesi yönüyle dikkate alınması gereken bir sürece işaret etmektedir.18

Sûfîlerin akla bakışı

Sûfîler, Allah Teâlâ’yı ancak akıl sahiplerinin anlayabileceği, idrak edebileceği hususunda fikir birliği içerisindedirler. Bununla birlikte sûfîler, marifet ve irfan konularında aklın yetersiz kaldığını, gayb âlemi ve ahiret gibi fizik ötesi konularda aklın kusurlu ve eksik bilgiye sâliki ulaştıracağı kanaatindedirler. Hatta onlara göre akıl zikredilen alanlarda insanı şaşırtıp yolunu kaybetmesine vesile olabilecek bir araçtır.

Sûfîlerin ifadelerine göre bahsedilen alanlarda en sağlıklı yol vahyin kılavuzluğuna başvurmak ve vahyin bir nevi devamı kabul edilen keşf yani ilham yoluna sığınmaktır. Hazreti Mevlana’nın (ö.672/1273) ifadesiyle aklın gayb âlemi hakkında verdiği bilgiler körün renkler, sağırın sesler hakkında verdiği bilgilere benzemektedir.19

Ona göre akıl, söz ve davranışlarda rehber olabilir ama derunî hayat alanında “Çamura batmış merkep” gibi aciz kalmaktadır.20 Makâlât-ı Şemsî’de yer alan şu ifade sûfîlerin bu konudaki genel bakışlarını özetler mahiyettedir:  “Akıl, kişilerin bağıdır, aşk bu bağları çözer. Akıl der ki, taşkınlık etme! Aşk da teklifsiz davran, der!”21

Akıl üstü

Sûfîler, aklı eleştirirken hakikatlerin akıl dışı değil akıl üstü konumuna işaret ederek eleştirilerini sıralamışlardır. Onlara göre, Allah Teâlâ’nın zatı gibi Kur’ân’da zikredilen akıl üstü hususları cüz’i akılla idrak etmek mümkün değildir.

Bununla birlikte sûfîler bâtınî hakikatlerin uzantılarının zahirî hakikatlerde olduğunu da ifade etmişlerdir. Dolayısıyla sûfîlere göre sâlik, zâhir-bâtın dengesini gözetmeli ve her alan için gerekli olan bilgiyi kullanarak hareket etmelidir.

Sûfîlerin ifadelerinden anlaşıldığı kadarıyla bâtınî hakikatleri idrak etmek aklın değil kalbin işidir ve kalpte bir nur olarak bulunan akıl bir noktaya kadar hakikatleri idrak edebilmek için önemlidir. Ancak sınırının ötesindeki hakikatleri ilham ya da keşf ile tecrübe edebilmek için akıl bir yerden sonra görevini kalbe teslim etmelidir.

Sûfîler, sırf akla değer vererek bütün hakikatleri akılla idrak etmeyi hedefleyen ve bu yönüyle insanın bâtınî yönünü anlama ve anlamlı hale getirebilme noktasında kusurlu gördükleri filozofları kıyasıya eleştirmişlerdir.22 Filozoflar da aklı ikinci plana düşürmek veya akla gerekli değeri vermemekle sûfîleri itham etmişlerdir.23

Kalbin ameli

Netice olarak ifade etmemiz gerekirse sûfîler, Kur’ân’da ve Sünnet’te hayli üzerinde durulan bir konu olan tefekkür emrini hakkıyla ifa edebilmek için tefekküre delalet eden tezekkür, taakkul, tefehhüm ve ilgili diğer bütün kavramları kapsayan bir sistem geliştirerek hareket etmişlerdir.

Onlar her şeyden önce kişinin Allah Teâlâ, kendisi, yaratılan bütün varlıklar ve kulluğa vesile olacak işlere dair yoğun tefekkür süreçlerini sâlikin farkındalık sahibi olması için olmazsa olmaz bir süreci olarak kabul etmişlerdir.

Bununla birlikte sâlike fayda vermeyen dünyevî beklentileri veya endişeleri hedefleyen tefekkür süreçleri konusunda ise zararlı olduğunu düşündükleri bu süreçten sâlikin uzak kalması noktasında uyarlarda bulunmuşlardır. Sûfîlerin tefekkür kavramıyla ilgili dikkat çeken bir tavırları da tefekkür sürecini verimli kılacak tefekkürü zâhir ve bâtın alanlarda etkili bir konuma getirecek argümanları yerli yerince kullanmaya dair tespitleridir.

Onlara göre hakikate konu olan tefekkür ve tefekkürle ilgili diğer kavramlar ancak kalbin rehberliğinde idrak edilebilir. Akıl ise zâhir hakikatleri idrak edebilmek noktasında bir kılavuzdur. Bu tavırlarıyla sûfîler, pozitivist, modernist veya seküler akla karşı menfi bir bakış açısına sahip olduklarını gözler önüne sermişlerdir.24

Onlara göre hakikat akılla değil kalple ulaşan bir sürecin neticesinde elde edilmektedir ve bu yönüyle hakikat akıl dışı değil akıl üstü bir mahiyete sahiptir.25

Dr. Fatih Çınar/ İrfanDunyamiz.com

DİPNOTLAR

1 Bayram Ali Çetinkaya, Yitik Bilgi ve Hikmet, (İstanbul: Nasihat Yayınları, 2007), 56.
2 Süleyman Uludağ, Tasavvuf Terimleri Sözlüğü, (İstanbul: Kabalcı Yayınları, 1995), 518. Arapçada “f-k-r” mastarından türemiştir. Herhangi bir mesele hakkında düşünme, zihni yorma, derin düşünme ve işin şuuruna varma manalarına gelmektedir. Tefekkürün zıddı, fikirsizlik ve düşüncesizlik demektir. Ragıb el-İsfehânî’ye göre, bilinenden ilme varma kuvvetine fikr, bu kuvvetin faaliyetine de tefekkür denir. el-İsfehânî, el-Müfredât, 384.
3 Bakara 2/31; Âl-i İmran 3/141; Enam 6/26, 50, 80; Yunus 10/3; Hakka 69/24; Nahl 16/17. Özellikle tefekkür ve tezekkür kavramıyla ilgili olarak, Mustafa Çetin, “Kur’ân’da Tefekkür Kavramı”, DEÜİFD, (1994), 7/2, 43-59; Sabri Erdem, “Kur’ân’ın Anlaşılması Üzerine”, AÜİFD, 39/1, 277-278; Safer Baba, Istılâhât-ı Sofiye fî Vatan-ı Asliye, Tasavvuf Terimleri, 292.  
4 Suyûtî, Camiu’s-Sağîr, 1/ 136; Aclûnî, Keşfu’l-Hafâ ve Mizanu’l-İlbas, 1/371; “Bir saat tefekkür, bir sene ibadetten daha hayırlıdır.” Aclûnî, Keşfu’l-Hafâ, 1/370.
5 Elmalılı Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’ân Dili, 2/204.
6 Serrac, Lüm’a, (Kahire: Mektebetü’s-Sekâfeti’d-Diniyye, ts), 140.
7 Ethem Cebecioğlu, Tasavvuf Terimleri ve Deyimleri Sözlüğü, (İstanbul: Anka Yayınları, 2004), 643.
8 Cevdet Kılıç, “Gazali’de Tefekkür ve Hikmet Kavramları”, Tasavvuf, (2001), 2/5, 117-141.
9 Mustafa Kara, Tasavvuf ve Tarikatlar Tarihi, (İstanbul: Dergah Yayınları, 1999), 18.
10 Hasan Kamil Yılmaz, Anahatlarıyla Tasavvuf ve Tarikatlar, (İstanbul: Ensar Neşriyat, 2002), 83.
11 Fethur Rabbani, Giriş
12 Gazalî, Ravdatü’t-Tâlibîn ve Umdetü’s-Sâlikîn, ter. Dilaver Selvi, (İstanbul: Semerkand Yayınları, 2004), 208-209; Süleyman Ateş, İslam Tasavvufu, (İstanbul: Yeni Ufuklar Neşriyat, ts), 235-237.
13 Süyûtî, Câmiu’s-Sağîr, I, 47
14 Ferîdüddîn Attar, Tezkiretü’l-Evliyâ, çev. Süleyman Uludağ, (İstanbul: Kabalcı Yayınları, 2007), 628.
15 Ahmet Emin Seyhan, “Ebü’l-Hasan el-Harakânî’nin Tefekkür Anlayışı”, Turkish Studies, (2013), 8/8, 2053-2071.
16 İbrahim Hakkı, Marifetnâme, sad. M. Fuad Başar, (İstanbul: Âlem Yayınları, 2003), 342-344.
17 Gazali, İhyâ u ulûmi’d-dîn, ter. Mehmed A. Müftüoğlu, (İstanbul: Tuğra Neşriyat, ts), 4, 740-782.
18 Abdülkâdir-i Geylânî, Kitabü’l-fethi’r-Rabbanî ve’l-feyzi’r-Rahmanî, 26; Zafer Erginli, “Temel Tasavvuf Klasiklerinde Dünya Algısına Toplu Bir Bakış”, Uludağ Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, (2006), 15/2, 143-144.
19 Erdal Baykan, “Mevlana’da Aklın Sınırı ya da Cebrail ve Sidretü’l- Münteha”, Ekev Akademi Dergisi, (2008), 12/34, 93-98.
20 Süleyman Uludağ, “Akıl”, İA, 2, 247. Mevlana şunları söylemiştir: “O kavil ile ve fiil ile bizim yârimiz olur; hâl hükmüne geldiği vakit ‘lâl’ olur.’ diyor. Yani cüz’î akıl, insanlara söz ve işlerinde güzel bir yardımcıdır. Ancak ‘hâl’ söz konusu olunca âciz ve dilsiz kalır ve asla ilâhî sırra vâkıf olamaz.”  Mevlânâ, Mesnevî-i Şerif Şerhi, 2, 35, (Beyit: 2014). Hucvirî ise akılla ilgili şu tespitlerini paylaşmıştır: “Aklın marifete erişebilmesi için ilâhî inayetle desteklenmesi gerekir. Yoksa o, bu hususları anlamada kördür.” Hucvirî, Keşfü’l-Mahcûb, ter. Süleyman Uludağ, (İstanbul: Dergâh Yayınları, 2010), 332.
21 Şems-i Tebrizî, Makâlât, çev. Mehmed Nuri Gençosman, (İstanbul: Ataç Yayınları, 2009), 42.
22 Yüksel Göztepe “Gazâlî ve Öncesi Bazı Sûfîlerin Akla Eleştirel Bakışı”, Tasavvuf: İlmî ve Akademik Araştırma Dergisi, (2007), 8/19, 297-326; İsmail Erdoğan, “İbn Arabî’nin Felsefe ve Filozoflara Bakışı”, Fırat Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 16/1, 15-32.
23 Bekir Köle, “Aklın İlahî Hakikatleri Kavrama(ma)sına Dair Bir Değerlendirme”, I. Uluslararası Iğdır Sempozyumu Sosyal Bilimler Bildiri Kitabı, 8-23.
24 Ni’metullah Nahçıvânî, Hidâyetü’l-İhvân, ter. Orkhan Musakhanov, (İstanbul: İlkharf Yayınları, 2012), 31-87.
25 Olayları/hadiseleri sırf akılla idrak etme yönünde tavır belirleyen bu nedenle birçok insanı/sûfîyi dinsizlik veya akletmeyen kimseler kategorisinde değerlendirerek aklı küçümsemekle suçlayan kimselerin ‘sûfîlerin akıl denilince bu kavramın içini nasıl doldurdukları?’ sorusuna doğru bir cevap bulmaları gerektiğini hatırlatmak isteriz. Bu konuda geniş bilgi için bkz., Bekir Köle, “Tasavvufa Göre İlâhî Hakikatlerin İdrâkinde Aklın Konumu”, Iğdır Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, (2013), 3, 81-96.

Şahsiyet Gelişimi↗

Müslümanca hassasiyetlerle yazılmış kişisel gelişim yazıları okumak için tıklayın.

Adab-ı Muaşeret↗

Sosyal hayattaki edep ve görgü kurallarına dair yazıları okumak için tıklayın.

Şunlara Gözat

Abdullah bin Mes’ud gerçek bir kahramandı…

Elimizdeki kaynakların bildirdiğine göre Hazreti Dâvûd aleyhis selam, babasının en küçük oğludur ve çobanlık yapmaktadır. …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.