Kaynakçı Süleyman efendinin dostları…

Süleyman dedem… 1335 Rumî, 1919 milâdî doğumlu… Namı diğer Kaynakçı Hacı Süleyman Efendi… Işgalamanlı… Babası kundura tamircisi… Dört evladın büyüğü. Cumhuriyetin ilk yılları bahçeye gelen hocadan öğrenilmeye çalışılan Kuran-ı Kerim… Sonra ahır sekisine saklanan cüzler… Öyle anlatırdı. Sonra amcasının yanında kaynak yapmayı öğrenir. Çalışmayı sever, hem de maddi ihtiyaç var.

1939 yılında Kırıkkale’de 3 yıl askerlik yapar. Askerliğini kademede idame ederken kendisine kül tablası yapmış. Askerliği bitince valizine yaptığı kül tablasını da koymuş. Konya’ya geldiğinde valizinden kül tablasını çıkarmış aklına birden bir soru gelmiş: “Yahu biz bunu devletin malzemesiyle yaptık. Şimdi aldık geldik, burada kullanacağız. Bu doğru mu?”

Hemen bir hocaya müracaat etmiş. “Bizim bu kül tablasının durumu nedir” diye sormuş. Hoca da; “Bu beytül malındır. Onu kullanamazsın, onu bir askeriyeye ver!” diye cevap verince, kül tablasını götürüp bir askerî kuruluşa vermiş gelmiş. Beytül mal, kamu hakkı kul hakkı kadar mühim, hem de çok…

Manevi hayatı

Evlenir, ertesi gün Sarayönü‘ne çalışmaya gider. Sonra Çumra‘ya kaynak ve hırdavat dükkanı açar. 4 yıl gibi ailesiyle orada kalır. Babaannem Konya Acıdort köyünden. Paşabeylerden Hüseyin Ağa’nın büyük kızı. Yazın köydeler, kışın Işgalaman’daki kışlık evlerinde… Zengin evin kızı olmasına rağmen elinin emeğini kazanan Kaynakçı Süleyman Efendi’yle evliliklerinin ilk yıllarını Çumra’da mütevazi bir şekilde geçirmişler.

Sonra Konya‘ya dönmüşler. Dedem kardeşlerini toplamış, Bulgurtekke Sokağı’na torna atölyesi ve hırdavat dükkanı açmış. Allah’ın izniyle dünyalık işleri yola girmiş, variyetleri iyileşmiş, Konya’da hem Cıvıloğlu’nda kışlık evleri, Çimenlik’te yazlık evleri olmuş, huzurla yaşamışlar.

Dedem bir taraftan ticaretle uğraşırken manevi hayatını da ihmal etmez. Sami Efendi‘ye intisap eder. Onun Konya vekilliğini yapan Dişçi Mehmet, Mustafa Doğanay, Dr. Hulusi Baybal efendilerle sıkı bağı vardır. Evlerinde Şeyh Mahmut Sami Efendi‘yi, Musa Efendi‘yi misafir etmişler. Babaannem o gün gelinleri ve kızlarıyla yemekler hazırlamışlar. Değinmeden edemem, onun lezzetli yemeklerinin izi sonradan aileye katılan gelinlere dahi sirayet etmiştir.

Babaannem ümmi idi. Derviş Süleyman dedem Sami Efendi‘den, Esad Efendi‘den izler taşıyan, evliya menakıbından kitaplar okur, o da dikkatlice dinlerdi. Elinden 1000’lik tesbihini düşürmez idi. Aynı zamanda hanım ağa idi, infakı severdi.

Dedemin gönlü Harameyne bağlıdır. Fırsat buldukça mübarek beldelere gider. Deniz yolu, kara yolu, hava yolu ile pek çok ziyaret yapmıştır. Hocaları severdi. Bu yüzden üç kızını da hoca ile evermiştir. Tavizsiz Müslümandır. İslami hassasiyetlerden ödün vermez. Çevresini her daim ikaz ederdi. Torunlarına ilk İslamî eğitimi kendisi vermiş, önüne diz çöktürmüş, sureleri, akide olarak bilinmesi gerekenleri öğretmiştir.

Sükut hali

Rahmetli dedemle kendi gibi Sami Efendi’ye mürîd olan arkadaşları arasında kâbına varılmaz, hasbî bir dostluk, kardeşlik ilişkisi vardı. Bunun için onlara ihvân (kardeş) denirdi. Çocukluğumdan kalan hatıralarımı yokladığımda Demirciler İçi‘ndeki dükkanımızın ufacık, tahtadan yazıhanesine dedemin derviş, onların tabiriyle ”İhvan” arkadaşları ziyarete gelirlerdi. Ben de dışarıdan onları gözlemlerdim.

Hal hatır sorarlar, sonra kısa bir sukut (hâl) sohbetinden sonra selamlaşır giderlerdi. Ciltçi Ali Amca, Süleyman Kaplan Amca, Vekilhac Amca, Uyumaz Mustafa Amca, Mehmet Kapçin amca… Hep hatırımda kalan isimler. Gelirler ve giderlerdi. Bıkmadan, usanmadan her Cuma… Demek ki kalbi bir inikas meydana geliyordu, muhabbetleri tazeleniyordu, dostlukları kökleşiyordu, rabıtaları kuvvetleniyordu. Sessiz, sükut, edeple yere bakan halleri hiç gözümden gitmez. İllâ edep ve ahh vefâ…

Ciltci Ali Efendi

Dedemin dostlarından Ciltçi Ali Efendi bir Anadolu dervişiydi. Doktor Baybal Abi‘den sonra 15 gün gibi kısa süre Nakşî Meşahiyinden Hacı Musa Efendi‘nin Konya halifesi olmuş güzel bir Müslümandı. Oğlu Sami Abi’nin ziyaretiyle onu anmıştık. Yaz kış demeden her seher vakti Kapu Camii‘nin kapılarını açma iştiyakından; sadece bir gece Teheccüd namazını kaçırmaktan duyduğu nedametten, haftanın her gününü sohbet meclisiyle doldurma aşkından bahsetmiştik.

Çocukluğumda hatırladığım en güzel anısı nazar ber kadem yol alışıydı. Hep ayak uçlarına bakarak yürürdü. Cuma günleri dedemi ziyarete gelir. Kısa bir hal hatır ve sükut sohbetinden sonra vedalaşır, birbirlerinin ellerini öpmeye çalışırlardı. Edeple gelir edeple giderdi. Rabbim ayak izlerini takip ettirsin. Rahmetullahi aleyhim ecmaîn…

Veli Baş Amca

Veli Baş Amca da dedemin dostlarındandı. O da bir Anadolu dervişi. Hafız-ı Kelâm. Sami Efendi, Musa Efendi gibi Nakşî pîranına bağlanmış, elinden tesbih, dilinden zikir eksik olmayan bir güzel Müslüman. Baktığınız zaman, konuştuğunuz zaman Allah’ı hatırlatan bir güzel kul.

Altınoluk Dergisi‘ni her ay heyecanla bekleyip ay boyunca dergiyi hatmeden, Erkam Yayınları‘ndan çıkan her kitabı okuma heyecanı taşıyan, hastalanıp yatağa düşünceye kadar Erkam Yayınları’ndan belli aralıklarla çıkan Ruhu’l Beyân tefsirinin çıkan ciltlerini hatmeden bir tarîk sevdalısı, murâbıtı.

Eski dervişlerde “ahiret kardeşliği” geleneği vardı. Kan kardeşliğinden öte biiznillah ahiret yani cennet kardeşliği. Veli Amca ile de rahmetli Süleyman dedem de birbirlerine “gardaşlığım” diye seslenir, birbirlerine ayrı muhabbet duyarlardı.

Çerçi Mehmet Amca

Dedemin dostlarından bir de Çerçi Mehmet Amca vardı. Yıllarca köylere at arabasıyla ihtiyaç maddeleri satmak için gitmiş, çerçilik yapmış bir amca. Ben tanıdığımda yaşı yetmiş civarındaydı. Evinde yalnız yaşar, ceviz kırar, geçimini onunla karşılardı. Elleri her daim kırdığı cevizlerin boyasıyla boyalı olurdu.

Her cuma bizim dükkana gelir, çantasını bizim dükkana bırakır, biraz oturur, Cuma namazına Kapu Camii‘ne gider. Dönüşte tekrar dükkana uğrar, çantasını alır giderdi. Dükkana geldiğinde karşılar, elinden çantasını alırdım. Hemen elini cebine atar, ceketinin cebinden şeker çıkarır bana ikram ederdi.

Eskilerin cebi şekersiz olmazdı. Aynısını dedem de yapardı. Bir çocuk elini öptüğünde eli hemen cebine gider, orada mutlaka şeker olur ve onu çocuğa ikram ederdi. O zamanlar bir şekerle sevinen çocuklar ve bir şekerle sevindiren ceketi şeker dolu dedeler vardı. Rabbim hepsine rahmet eylesin.

Sami Büyükkaynak/ İrfanDunyamiz.com

Gönül Dünyamız ↗

Gönül insanlarına dair bam telinize dokunacak yazılar okumak için tıklayın.

İrfan Mektebi ↗

Sevdirici, müjdeleyici üslupla yazılmış hayata dair yazılar okumak için tıklayın.

Şunlara Gözat

Yüz yüze iletişimde on altın kural…

Yüz yüze iletişim; doğrudan, aracısız bir iletişimdir. Bu iletişim iki kişi arasında olabileceği gibi, bir …

Bir yorum

  1. Rabbim gani gani rahmet eylesin mübareklere, Cennetinde buluştursun inşallah.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.