Mehmed Şevket Eygi Bey’i anlamak…

Doksanlı yılların sonuna gelindiğinde, liseyi bitirmiş ve Sivas İlahiyat Fakültesi‘ni kazanmıştım. O yıllarda dedem Milli Gazete abonesi olduğu için, gazetenin ilk sayfasını açınca “Takvimden Yapraklar” serlevhasıyla karşımıza çıkan merhum Mehmed Şevket Eygi Bey’in yazılarından ve düşüncelerinden haberdardım. Gazetedeki yazılarında fotoğraf kullanmıyordu fakat o genellikle bizim gözümüzde kırmızı fesli bir fotoğrafıyla canlanırdı. Arkadaşı merhum Kadir Mısıroğlu Bey de kendisi de fes takarak aslında şöyle bir mesaj veriyorlardı: “Çatlasanız da patlasanız da biz hala Osmanlıyız! Ne yaparsanız yapın, baskılarla, devrimlerle bizi bitiremezsiniz.”

Allah’a çok şükür ben bu iki kıymetli zata da yetiştim. Zaman zaman aynı ortamlarda bulundum. Özellikle Mehmed Şevket Eygi Bey’i evinde birkaç kere ziyaret edip hususi sohbetlerine vasıl oldum. Allah her ikisine de rahmet eylesin, her ikisinin de çok önemli şahsiyetler olduğuna inanıyorum. Çünkü onlar tarihimizi karalayan, bize kendi kimliğimizi inkâr ettirmeye çalışan sözde münevverlerden değillerdi. Onların nezdinde Osmanlı olmak, Ehl-i Sünnet olmak demekti. Çünkü ecdadımız Osmanlılar, laik/seküler devrimlere kadar asırlardır Ehl-i Sünnet’in bayraktarlığını yapmıştır. İsmi bile, bazı kesimleri ürkütmeye yetmektedir.

Hizmet etti

Mehmed Şevket Eygi Bey Türkiye’de İslami yayıncılığı başlatan öncü isimlerdendir. Hiç evlenmemiş ve ömrünün sonuna kadar belli bir çizgide, inandığı davaya ihlas ve samimiyetle hizmet etmiş bir şahsiyettir. Davanın çilesini çekmiş ve gerektiği zaman bedelini ağır imtihanlarla ödemiştir. Birçok kere yargılanmış ve bir dönem yurt dışında kaçak yaşamak zorunda kalmıştır. İslami yayıncılığın en zor olduğu dönemlerde çıkardığı gazeteler baskıcı iktidarlar tarafından süresiz olarak kapatılmıştır. Onun İslami camiaya yapmış olduğu hizmetler gerçekten çok önemli bir mahiyettedir.

Onun düşünce dünyamızdaki yerini anlatabilmek için ilk önce 28 Şubat 1997 sonrası Türkiye’sinin bir fotoğrafını sunmak istiyorum. Nitekim konuyu kendi şahid olduğum dönem itibari ile ele almaya çalışacağım. Dönemin derin güçleri, 1996 yılında merhum Erbakan Hocamız tarafından kurulan Refah Yol hükümetini yıkmak için türlü türlü entrikalar oynamışlar, türlü türlü hile ve desiselere başvurmuşlardı. 1997 yılında hükümetin yıkılmasıyla birlikte dindar kesim için zorlu bir dönem başlamış oldu. Bu dönem birilerin “bin yıl sürecek” dedikleri 28 Şubat süreciydi.

O dönemde ilahiyat fakültesinde öğrenciydim ve arkadaşlarımızla beraber başörtüsü yasağını protesto etmek için derslere girmiyorduk. Fetö’nün evlerinde kalan bazı öğrenciler hariç hemen herkes boykotu destekliyordu. Bu öğrencileri çoğu zaman Fetö’nün gazetesine abone ararlarken görüyorduk. Çoğu zaman sağa sola bedava bıraktıkları gazeteleri 28 Şubat sürecindeki omurgasızlığı ile maruftu. Elebaşları televizyona çıkıp, Erbakan Hoca’nın istifa etmesi gerektiğini söylemişti ki bu bile ne mal olduklarını göstermektedir.

Refahyol hükümetinden sonra başbakan olan Bülent Ecevit meclis kürsüsünden başı örtülü milletvekili Merve Kavakçı için; “Şu kadının haddini bildirin” diye bağırmıştı. İmam hatiplerin orta kısımlarını kapatmak gibi bir sürü baskıcı icraata imza atan koalisyon hükümeti tarihe kap kara bir leke olarak geçti.

Fetö’nün dümenine girmedi

Bu dönemde Müslümanlar adeta kabuğuna çekilmiş ve sus pus olmuşlardı. Konuşmaya cesaret edebilen çok az kişi vardı. Bir taraftan Fetö Abant toplantıları düzenliyor, hararetle din ve laikliği uzlaştırmaya çalışıyordu. Bize de fakültede bir hocamız “Din Ve Laiklik” diye bir kitabı zorunlu olarak okutmuştu ki bu kitabı askerlerin kendisine yazdırdığı rivayet ediliyordu. Maalesef bazı hocaların belli yerlere şirin gözükmek için bıyıklarını kestirdiklerine de şahit olduk. “Niçin bunları konuşuyorsun” diyecek olursanız, nabza göre şerbet veren böyle tiplerin bugün sakalına aldanmayalım diye, hep aldanan taraf biz olmayalım diye bunları ifade etmeyi bir borç biliyorum.

O yıllarda Fetö basın ve yayın dünyasında da çok etkiliydi. Kitap dağıtımını adeta tekelleştirdiği için onun görüşüne uymayan kitapların dağıtımı yapılamıyordu. Fetö Türkiye’de etkili olabilecek isimleri bir bir tesbit ediyor, önce markaja alıyor sonra da kendine çekmeye çalışıyordu. Kimisini korkutuyor, kimisini yıldırıyor, kimisine de yağlı kemik uzatıyordu. Ne yapıyor, yapıyor çoğu zaman bunda başarılı oluyordu. Gerek Mehmed Şevket Eygi Bey olsun, gerekse Kadir Mısıroğlu Bey olsun birçoklarının girdiği Fetö’nün dümenine hiçbir zaman girmediler. Dinler arası diyalog ve hoşgörü masalının hep aleyhinde oldular. Halka karşı uyarma vazifelerini ise bihakkın yerine getirdiler. Sadece bu bile onları hayırla anmamız için yeterlidir. 

Ehl-i Sünnet bilincini canlı tuttu

Burada şu tesbiti dikkatlerinize arz etmek isterim ki din ve düşünce hayatı o yıllarda Fötö’nün etkisi altındaydı. İnsanlar ılımlı İslam denilen mücadelesiz, cihadsız, emri maruf ve nehyi münkersiz bir anlayışa sevk edilmek isteniyordu. İlahiyatlarda da modernist bir aşı tutturulmaya çalışılıyordu. İşte o yıllarda benim hatırladığım kadarıyla akademik çevrelerde “Ehl-i Sünnet” tabirini kullanma hususunda da bir çekingenlik vardı. Mehmed Şevket Eygi Bey ise yazılarında sürekli bu kavrama atıfta bulunuyor, toplumun Ehl-i Sünnet bilincini canlı tutmaya çalışıyordu. Kelimenin tam anlamıyla o bir Ehl-i Sünnet müdafiîydi. Belki de bu konuda onun kadar hizmeti olan çok az kişi vardır. Bugün hamdolsun eskiden mesafeli olanların birçoğu bu kavramı kullanmaya başladılar.

İtikadi konulardaki yozlaştırma çabalarına karşı Mehmed Şevket Eygi Bey yönettiği ve yazdığı bütün yayınlarda büyük bir direnç sergilemiştir. Kurduğu yayın evinde klasik ulemamızın temel eserlerini neşretmiştir. Yazılarında âlim olmadığını sık sık tekrarlamış, insanları daima İslam ulemasına yönlendirmiştir. Modernist akımlara karşı teyakkuz halinde olmuş, gerektiğinde isim söyleyerek Ehli Sünnete aykırı tiplerden halkı sakındırmıştır.

Güçlü bir dergi olmalı

Ömrü boyunca Müslümanların çok güçlü bir dergisi olması gerektiğini düşünmüştür ki kendisi ile yaptığımız özel sohbetlerde de konferanslarında da bu hususu sıklıkla dile getirmiştir. Bir konferansında bir gün yerde bir dergi bulduğunu ve alıp incelediğini anlatmıştı. Derginin Yahova Şahidliği adındaki dinin yayın organı olduğunu ve 2. sayfasında 188 lisanda ayda 42 milyon adet basıldığının yazdığını söyledikten sonra şöyle demişti: “Onların dinini biz makbul geçerli bir din olarak kabul etmeyiz. Görüyor musunuz kendi dinleri için nasıl çalışıyorlar? Bizde Yahova şahidlerindeki gayretin kırkta bir var mı acaba? Bir kampanya açmamız lazım Yahova şahidlerinin yaptığı gibi.”

Burada zamanında yüz bin tiraja ulaşan İslam Dergisi’ni ve onun kurucusu merhum Esad Coşan Hocamızı hayırla yâd etmek istiyorum. İslamcı Dergiler Projesinin sayfasına girdiğimizde bu derginin nasıl bir şaheser olduğunu görüyoruz. Merhum Mehmed Şevket Eygi Bey’den bunları dinleyince haliyle şu soruyu sormak içimizden geliyor: “Fikir olarak milyonları etkileyecek sahih bir itikadı savunan bir dergimiz niçin olmasın?” diye düşünmemizin zamanı gelmedi mi? Bunu illa bir dergi olarak da sınırlamayalım, güçlü bir yayınımız neden olmasın? Batıl bir dinin 42 milyon basılan bir neşriyatı varken bizim bu konuya eğilmeyişimiz içler acısı değil midir?

İstanbul beyefendisiydi

Merhum Mehmed Şevket Eygi Bey, birçok Osmanlı alimi ve münevveri gibi tasavvufi çizgiyi benimsemiş bir zattır. Tasavvufi hayata ilgi duymuş, sahih ve güvenilir tasavvuf kananlarına, ariflere ve meşayihe karşı her zaman hürmetli olmuştur. Tarikat ve cemaatlere yönelik içe dönük eleştiriler yapmaktan da geri kalmamıştır. İsrafa, lükse, gösterişe, kul hakkına, talana yüksek perdeden karşı çıkmıştır. İrfansız, kültürsüz ve zevksiz anlayışları reddetmiş İslam’ın ahlakını, irfanını ve estetiğini insanlara anlatmaya çalışmıştır.

Onun önemli özelliklerinde birisi de hayat tarzı itibariyle tam bir İstanbul Beyefendisi olmasıdır. Osmanlı görgüsü denildiği zaman söz söyleyebilecek ender şahsiyetlerden birisiydi. Adab-ı muaşeret yani görgü ve nezaket kuralları konusunda hem hassasiyeti bulunmaktaydı, hem de bu konuda geniş bir malumata sahipti. Konuşurken bütün İstanbul beyefendileri gibi “Efendim” kelimesini çok kullanırdı. Son olarak şunu ifade etmek isterim ki bizler Osmanlı görgüsünden ve nezaketinden her geçen gün biraz daha uzaklaşıyoruz. Mehmed Şevket Eygi Bey gibi güzel İstanbul beyefendilerini belki bir daha göremeyeceğiz ama hiç olmaza onların yaşarken yazdıkları eserlerine ilgi gösterirsek, belki bu büyük irfan pınarlarından mahrum kalmamış oluruz.

Aydın Başar/ İrfanDunyamiz.com

Abide Şahsiyetler ↗

İslam’ın çilesini çekmiş öncü şahsiyetlere dair yazılar okumak için tıklayın.

İslam Alimleri ↗

Kıymetli İslam alimlerini tanıtan birbirinden güzel yazılar okumak için tıklayın.

Şunlara Gözat

Böyle bir derdiniz var mı?

Bir otobüs yolculuğundayım, yolcuların birçoğu uyuyor. Önlerindeki ekranlardan akan pislikleri izleyerek günah bataklığına batanlar da …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.