Ömer Karaoğlu bu ateşin koru oldu…

“Cami avlusuna bırakılmadım ama orada büyüdüm denebilir” diyor kendisini tanımlarken bir kasetinin kapağında. Bu tarifini okuduğum zaman ben de henüz cami avlusundaki sürecimi bitirmemiştim ve bunu bir latife mesabesinde idrak edip, gülerek es geçmiştim. Ama o potadan çıktıktan sonra sözün mana-i asliyesini dünya hayatının kesretleriyle çarpışırken yavaş yavaş anlamaya başladım.

Ev-cami-okul üçgenini her ne kadar çeşitkenar bir hale çevirmiş olsam da, hak eden köşeye hak ettiği değeri vermemiş olsam da, olaylardan hep de bihaber büyümemiştik elhamdülillah. Bir kere mekânın suyunu yudumlamak huyunu da ziyadesiyle kazandırıyordu.

Ninni niyetine

“Uyusun da büyüsün” ninnilerine kulaklarımız hiç aşina değildi. Ablamın; “Ah diyor deyin, ah bende olabilsem/ Şimdi kardeşimin yanında” diye başlayarak söylediği ezgileri biz sadece uyku ilacı olarak algılamış, terennümlerini inceden inceye yerleştirmiştik kalbimizin bir yerlerine.

Aslında söylenenlerin gönlümüze nakış nakış işlenen kutlu bir sevda olduğunu ancak büyüyünce anlayacaktım. “Yaşamak adı için yaşamak/ Her nefeste adını solumak” bir tohumun toprağa indirilme şefkatiyle gönlümüzden içeri giriyordu.

Çocukluğumdan kalan en güzel hatıralardan biri de ablamın yıllarca emek sarf ederek koruduğu ve büyüttüğü şiir-ezgi defteriydi. Kardeşimle bu defteri alır, dama ya da bahçeye çıkar yoruluncaya kadar söyler, söyler, söylerdik marşları. Ben de bir defterim olsun diye çok uğraştım ama bir türlü süreklilik kazandıramadım. Ama olsun, Ömer Abi’nin tüm ezgilerini o kadar çok dinlemiştim ki hepsinin sözleri hafızamda saklıydı zaten.

Sadece söz. “Batıdan doğarsa gün/ Yapacak bir şeyin yok” seslenişi def eşliğinde. Kasetin kapağında marşların sözleri olmadığı için, radyomuzdan durdur-ilerlet yöntemiyle sözleri kâğıda geçirmek için çırpınıyorduk. Sonra elimize aldığımız iki çubukla ters çevirdiğimiz 10 kiloluk yağ tenekesinin başına geçer, def ritmini tutturmaya çalışarak ‘duy Resulü kardeşim duysana, duysana / uy Kitaba kardeşim, uysana, uysana’ sesini semada yankılandırırdık.

Radyolar okuldu

Ben ortaokul yıllarındayım, abim de üniversite öğrencisi. Tatillerde ondan çok, getireceği video-kasetleri, bant tiyatrolarını beklerdik dört gözle. O yıllarda üniversite öğrencisi olan ağabeylerimiz geçmişi bir hatırlasalar da küçük ortaokul talebelerinin aşkını özlemle yâd etseler. Bant tiyatrolarında müziksiz içten gelen “Abdullah bin revaha” sesi sahabeleri gönlümüze perçinlemişti adeta. Ömer Ağabey’i ve daha diğer kıymetli insanları tanıştırıyorlardı bizimle.

Ömer Abi, bu ateşin koru, bu bulutun rüzgârı, bu binanın harcı oldu her zaman. İlk kasetinde nasıl ümmetin yanında yer aldıysa, gözlerinin ateşini hiç kaybetmeden yine aynı saftaki yerinde durdu hep. Son kasetinin kapağında da hiç çekinmeden, konjonktür demeden, küresel stratejistlere prim vermeden, dimdik; “Müzikle bir iz düşürmeye çabalıyoruz yüreklere, Çeçenistan, Irak ve Filistin derken, Lübnan ateş altında çünkü” diye seslendi.

Ömer Abi, bu ateşin koru, bu bulutun rüzgârı, bu binanın harcı oldu her zaman. 

Ömer Abi bir gün kapımızı çalıverse ablama, (ablalarıma) nasılsınız, afiyettesiniz inşallah dediğinde muhtemel ki birçoğu ezgi defterlerini bir şubat soğuğunda sobaya atmanın unutulmaz ağırlığıyla, başını öne eğecek. Şubatın son günlerini ısıttığımızı zannettiğimiz anda içimizin boşluğu daha da üşütmüştü hepimizi aslında. Abime (ağabeylerime) ahval ve şeraitten sual etse birçoğu gözünü kaçıracak ya da “bir avuç kaldık” bahanesinin ardına saklanmaya çalışacak. Zaten Ömer Abi başka bir şey mi demişti ki? “Bir avuçtuk biz göklere sığmayan./ Bir avuçtuk biz cennete susayan…”

Sökülmez kalbimizden

Ama dilimizden düşürmeyecektik Lailaheillallah’ı. Otobüslerde, pikniklerde, sohbetlerde hep bir avuçtuk, mazlumun canı yansa ahı bize dokunurdu, tevhid binasında gönlü gönül üstüne koymuştuk.

Ömer Öbi cami avlusunda müezzinliğe hiç ara vermedi. Biz sendeledik, o elimizden tuttu, biz unuttuk o hatırlattı, biz korktuk o cesaret verdi. “Kimbilir kaç kere biz öldürüldük” dedi öncesinde; “Yok mu diyorum Al-i imran’da 103.’yü bilen” dediği gibi.

“Kuşlar sizin kadar hür olmaktır hayalim” dedi, öncesinde; “Ya Allah ya Rabbim yolunda öleyim” dediği gibi.

Mavi çizgili gri pop diyerek dalgasını geçiyordu ısrarla müziğine kılıf bulmaya çalışanlara. Hâlbuki Ömer Abi kılıfa hiç tenezzül etmedi. Dünya zevkleri uğruna zaman tükettiğini düşünenlere; “Başım gövdemden, etim tırnağımdan / Kalbim bedenimden ayrılana dek…” diye söz söylemişti.

Herkesin müzik dünyasında birilerinin gözüne girmeye çalıştığı dönemde o asra destanlar yazdı; “Yarın için dünden geçen / Bazen mavzer bazen kalem, bazen Boşnak bazen Çeçen” diyerek yüreğinin sızısını dile getirdi, Rabbi’nin gözüne girmek için çalıştı.

Şehid tahtında

“Arif olan söylemişti, bu yol çetindir” derken arifliğiyle bizi hazırlıyordu takatimizin zorlanacağı imtihanlara. Çaresizliğin söylemini değil, yolda olmanın özlemini hatırlattı her zaman bizlere. Çocuklar büyüdü, gençler iş-güç sahibi oldu, büyüklerimiz yaşlandı. Ama o hep Hakk’a yaslandı, bu yüzden içindeki ateşi hiç kaybetmedi.

Her şeye rağmen yolda yürürken dudaklarımdan ‘Karanlığın ortasında/ Parlayan bir güneş gibi/ İmanın doğduğu şehir/ Mekke Mekke güzel şehir’ mısraları dökülüyor. Bir çay sohbetinde sesim kötü bile olsa sözüm güzel olsun maksadıyla müsaadesiz; “Her eylem yeniden diriltir beni/ Nehirler düşlerim göl kenarında/ Doğ ey güneş! Erit taştan adamı/ Ve kurut taşları diken elleri” diyorum.

Güzel bir radyomuz vardı Dörtyol’da Birlik FM diye. Kültür öncüsüydü. Ömer Ağabey’i davet etmişlerdi ilçeye. Henüz ortaokul sıralarındaydım o zamanlar. Mahalleli toplanıp yürüyerek gitmiştik çarşıya. Öncesinde yine vakıftaki ağabeylerimiz güzel bir tiyatro hazırlayıp sahnelemişlerdi. En son Ömer Abi sahnedeydi. Her zaman olduğu gibi burada da son eser olarak şehit türküsünü okumuştu. Sonumuzun şehadet olmasını temenni eder gibi her konserinin sonunda… “Şehid tahtında Rabbe gülümser./ Ah binlerce canım olsaydı der.”

Doç. Dr. Mehmet Ağırman/ İrfanDunyamiz.com

Gönül Dünyamız ↗

Gönül insanlarına dair bam telinize dokunacak yazılar okumak için tıklayın.

İrfan Mektebi ↗

Sevdirici, müjdeleyici üslupla yazılmış hayata dair yazılar okumak için tıklayın.

Şunlara Gözat

Selât-ü selam hassasiyeti…

Yüce Allah, Hazreti Muhammed sallellahu aleyhi ve sellem’in kendi katındaki değerinden dolayı ona salat-ü selam …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.