Ehli hadis ve ehli rey ayrımında İmam Şafii

Yaklaşık bir senedir hemen her hafta ilim ve fıkıh sevdalısı bir grup arkadaşla birlikte İmam Şafii’nin Er-Risâle adlı usûl eserini okuyup şerhleriyle beraber müzakere ediyoruz. Kitabın sonlarına yaklaştığımızda bir dersin konusu “istihsan” idi.

Arkadaşlarımızdan biri, bir Hocamızın Şafii Mezhebini “ehli hadis” kategorisinde konumlandırdığını söyledi. Ayrıca İmam Şafii’nin sadece lafız eksenli ictihad anlayışına sahip olduğu, mana ve maksadı pek dikkate almadığı ve kıyas ile sınırlandırdığı içtihadı çok fazla daralttığı iddiasını aktardı.

Arkadaşımıza İmam Şafii‘nin bizzat kendi eserlerinde bu görüşü destekleyecek bilgilere rastlanılmadığı için bu iddianın ilmi temellere ve tarihi gerçeklere dayanmadığını, bu sebeple bu görüşün doğruyu yansıtmaktan uzak olduğunu söyleyip gerekçeleri özetle şöylece sıraladım.

Ehl-i hadis ve Ehl-i re’y 

İlim erbabının malumu olduğu üzere fıkıh literatüründe, şerî amelî meselelerin dini hükümlerini bildirmede şahsi re’y ve içtihada başvurmaktan sakınıp genellikle hadislerle yetinme yolunu tercih eden ekole Hicaz mektebi veya Ehl-i hadis; hadisi kabul etmekle beraber, hüküm verirken şahsi görüş ve içtihatları da çokça kullanan ekole de Irak Mektebi veya Ehl-i rey tabiri kullanıla gelmiştir.

Bu ayırımın fıkhi değil itikadi ve siyasi saiklerle yapıldığı şeklindeki kısmen haklı olan görüşü bir yana bırakırsak şunları söyleyebiliriz. Genellikle ehl-i hadisin imamı olarak görülen İmam Malik için yukarıda ehli hadisin tarifinde zikredilen hususlar doğru olduğu gibi ehli re’yin imamı olarak bilinen İmam Ebu Hanife için de ehli re’yi tarif ederken söylenen hususlar geçerlidir.

Ancak bu, imamlar zamanındaki genel bir bakış açısını ifade etse de gerçekte İmam Malik ve sonrasındaki Maliki fıkıh âlimleri re’y ve içtihadı kullanmışlardır. Aynı şekilde Ebu Hanife ve sonrasındaki talebeleri başta olmak üzere Hanefi fıkıh âlimleri de hüküm verirken rivayetlere dayanmış ve hadis kullanmışlardır.

İlk dönem re’y ictihadı geniş anlamıyla hem nassı anlamayı, hem kıyas yapmayı, hem de İmam Şafii’nin kıyas içinde değerlendirdiği ve sınırlandırdığı ancak öteki mezhep imamlarının farklı adlarla ifade ettikleri diğer tali içtihat delilleri ve yöntemlerini de içine almaktaydı.

Usul ve fürû-i fıkıh perspektifinden bakıldığında ehl-i re’y, erbabının malumu olan çeşitli sebeplerle hadisi diğerlerinden daha az kullanmışlardır. Açık kıyas yerine yine çeşitli sebeplere bağlı olarak hafi/k apalı kıyas yani istihsanı kullanmışlardır. Diğer taraftan Ehli hadis de haber/ hadis yanında kıyas, istislah ve Medine ehlinin örfü gibi yöntemlerle hükümler ortaya koymaya çalışmışlardır.

Netice itibari ile hükme varırken kullandıkları yöntem farklı olsa bile aynı kapıya çıkan bu iki görüşten ehl-i re’yin başı olarak İmam Ebu Hanife görülürken, ehli hadis kısmında konumlandırılan İmam Malik’ten sonra İmam Ahmet bin Hanbel de bu anlayışın en uç kısmını temsil etmiştir.

Orta bir yol

İmam Şafii‘ye gelince, Medine‘de Hocası İmam Malik‘ten ehli hadisin yaklaşım ve görüşlerini, Irak’ta da İmam Muhammed‘den ehl-i re’yin anlayışını öğrenmiş, bir anlamda bu iki eğilimin tam ortasında durmuş, her iki yöntemi de kullanmış ve tabir caizse memzuc bir metod takip etmiştir diyebiliriz.

Bu yöntem ne lafız eksenli düşünen ilk dönem Maliki ve sonrasında Zahiri veya Hanbeli Mezhebi ile, ne de mana merkezli düşünen Hanefî ve son dönem makasıd ve maslahat düşüncesine dayanan bazı Maliki fukahasının anlayışıyla tıpa tıp örtüşmektedir. Lafız ve mana birlikteliğinin olduğu bu metotta ne lafız manaya ne mana lafza feda edilmiştir.

İmam Şâfiî’ye gelinceye kadarki süreçte ehl-i hadîs ve ehl-i re’y taraftarlarınca yapılmış yorum ve yaklaşımlara bağlı olarak nasların nasıl bir yaklaşım ve yöntemle ele alınacağı ortaya konulmuştu. İmam Şâfiî tarafından hadîsleri/ sünneti anlama ve değerlendirmede ortaya konulan yorum ve yaklaşımların benzerlerinin, kendisinden önce, başta sahabe ve tabiinden bazı kimseler olmak üzere bir kısım ekoller veya alimler tarafından da yapıldığı görülmektedir.

İmam Şâfiî ehl-i re’yin ictihadi yorumları ile hadîs ehlinin lafza bağlı yaklaşımları arasında orta bir yol tutup bunu teorik olarak temellendirmeye ve sistemli hale getirmeye yönelik gayret ve çaba içinde olmuştur. İmam Şafii er-Risale’de, artan ihtilafları doğru yönetmek ve Müslümanlar arasındaki vahdeti sağlamak için bir usule gerek olduğunu açıkça belirtmiş, Bağdat’a gittiğinde henüz doğmaya başlayan Mutezile ekolünün açtığı tartışmalara katılmış ve ikna edici cevaplar vermiştir.

Eserinde, zaman geçtikçe artan şahsi reylere bir çerçeve çizmek gerektiğini düşünerek “beyan nazariyesi” ile Kur’an ve Sünnetle ilişkinin nasıl kurulması gerektiğini ortaya koymuştur.  “Haber nazariyesi” ile de hadis ile amel etmenin keyfiyeti hakkında çerçeve mahiyetinde usul bilgilerine yer vermiştir.

İkisini yaklaştırdı

Müslümanlar arasında artan ihtilafların yönetilmesinin usule bağlı olduğunu düşünen İmam Şafii, ehli hadis ve ehli re’y arasında orta yolu bulmaya çalışmıştır. Bir taraftan Bağdat’ta re’y ehli Hanefi fukaha ile, diğer taftan Mısır’da hadis ehli Maliki âlimlerle ilmi tartışmalara girmiştir. Bu çabalarla bir anlamda Ehli Hadis’i rey konusunda, Ehli Rey’i de hadis konusunda bir nebze yakınlaştırmaya çalıştığı söylenebilir.

Ehli Sünnet’in bu önemli fıkıh imamının arkasından giden Cüveynî, Gazali, İzz b. Abdisselam, Nevevi, Râfii, İbn Hacer ve Remli gibi çok sayıdaki âlimin çabalarıyla Şafii mezhebi zaman içerisinde daha da sistematik hale gelmiştir. İmam Şâfiî’nin teorik olarak hadîslerin/ sünnetin önemi ve fonksiyonunu temellendirmeye yönelik çabaları onun İslâm düşüncesindeki yerini ve önemini daha da anlamlı hale getirmiştir.

Hiç şüphesiz geleneksel sünnî düşüncenin şekillenmesinde önemli katkısı olan İmam Şafii’nin nasları anlama ve yorumlamada bazı kesimlerce sadece lafza bağlı kaldığı ve manayı, maksadı dikkate almadığı yönünde zahirîlik/ lafızcılık ithamıyla eleştirilmesi çok haksız bir durumdur. “Düşüncenin önünü tıkadı” denilerek eleştirilen İmam Gazali gibi, serbest içtihadın önünü başta kıyas olmak üzere beyan ve haber yaklaşımlarıyla ve ortaya koyduğu usül anlayışıyla tıkadığına dair İmam Şafii’ye yapılan eleştiriler son derece haksız ithamlardır.

Burada baştan çok kısa şunu söylemek lazımdır ki İmam Şâfiî, nassları anlama ve değerlendirmede ilke olarak zahirî anlamı esas almakla birlikte manayı ve maksadı hiçbir zaman ihmal etmemiştir. Özellikle hadîslerin/sünnetin lafzına ve haberin önemine yaptığı vurguyu, onun ictihadlarında sadece nassların zahiri anlamını esas aldığı, dolayısıyla nasların yorumu ve tevili alanını oldukça daralttığı şeklindeki yanlış çıkarıma vardırmak en basit ifadeyle İmam Şâfii ve eserlerini anlamamak demektir.

Değersizleştirme hatası

Bu iddia sahipleri İmam Şâfiî’nin hadîslere verdiği ehemmiyeti, sünneti temellendirmek için gösterdiği çabaları, sünnetin de vahye dayandığına yönelik değerlendirmeleri, hikmet kavramına yüklediği anlamı, sünneti merfû hadislerle sınırlayan yaklaşımını takdir edememişlerdir.

Yine onun, pratik anlamda nasları değerlendirme ve yorumlamada lafza bağlılığı yanında mana eksenli yorum ve değerlendirmelerini, maksat ve gayeleri gözetmesini, ihtilaflı hadisleri telif ederken yapmış olduğu te’villeri, nasslarda zahiren görülen tearuzu/ çelişkiyi gidermek için başvurduğu yöntemleri, hüküm istinbatında geniş anlamıyla kullandığı kıyas içtihadını görmekten ve doğru anlamaktan aciz kalmışlardır. 

Haddi zatında sahabeden itibaren tabiin ve sonraki dönem fakihlerin derece farkı olmakla birlikte nasların hem lafzına hem de mana ve maksadına meyleden yaklaşımları ve farklı anlayışları olagelmiştir. Bu da tabii bir durumdur. Bu durumu aralarındaki usul anlayışlarından kaynaklı ince sebeplere bağlı farklı yaklaşımlar olarak görmek yerine onları birbirleriyle rekabet ettirmek, birini yüceltirken ötekini değersizleştirmek ne derece doğru olur!

Yapılan bu keskin kategorik ayırımın aksine mesela Ehli Re’yin öncüsü kabul edilen Ebû Hanîfe ve talebelerinin de bazen zahirî/ lafzî yaklaşımlar sergiledikleri görülüğü gibi, Ehli Hadisten mesela Ahmet bin Hanbel ve İbn Kayyim gibi tabiilerinden de re’y içtihadı kapsamında değerlendirilebilecek görüşlerle karşılaşabiliyoruz. Aynı husus nassların öncelikle lafzına vurgu yapmakla beraber onların mana ve ruhunu da gözeten İmam Şafii ve takipçileri için de geçerli olamaz mı?

Evet. İmam Şafii’nin herhangi bir Kur’an veya sünnet nassının zahirî anlamı dışında yorum ve değerlendirmede bulunmak için, bir delilin bulunmasının zorunlu olduğu, delil olmaksızın herhangi indi bir düşünce veya yönteme binaen yorumda bulunulmasına ve hareket edilmesine karşı çıktığı doğrudur. Ancak içinde yaşadığı ilmi, fikrî ve siyâsî yönden hareketli dönemde, indi aklî çıkarımlar ve keyfî yorumlar sonucu yaşanacak karmaşıklığa karşı hükümleri öncelikle nasslara dayandırması onu lafızcı kılmaz.

Hüküm istinbatında re’ye başvurması, kıyası kabul etmesi ve farklı sebep ve saiklerle hadîsleri dinin ruhuna uygun olarak te’vil etmesi onun bir taraftan lafza bağlılığını ama aynı zamanda lafzın mana ve maksatlarını gözetir bir anlayışa sahip olduğunu göstermektedir.

Kıyas vurgusu

Burada şu soruya da cevap aramamız yerinde olacaktır. İmam Şafii’nin ictihadı kıyasa inhisar ettiği görüşü ne kadar doğrudur? Bu konuda öncelikle bu kavramların o dönem şartlarındaki kullanımlarına bakmakta fayda vardır. Ayrıca ictihad ve kıyas ilişkisinin istinbat, istidlâl ve re’y kavramları da dikkate alınarak birlikte değerlendirilmesi gerekir.

Aslında soruyu şöyle sormak lazım: Acaba İmam Şafii gerçekten ictihadı kıyasa inhisar etmiş midir? Etmişse bunun sebebi ve hikmeti nedir? Bu sorunun dönemin şartları ve İmam Şafii’nin usûl anlayışı ile ilgili olarak izah edilebilecek hususları muhtevi uzunca bir cevabı bulunmaktadır. Önce inhisar ettiğini kabul ederek bu zaviyeden şunları söyleyebiliriz: Kısaca ifade etmek gerekirse İmam Şafii, birbirini tamamlayan iki noktadan hareketle naslara bağlılık ve kıyas vurgusunu yapmıştır.

Birincisi, toplumun ihtiyaç duyduğu/ duyacağı bütün fıkhî meselelerin cevabı/ çözümü sarahaten veya zımnen bir şekilde naslarda mevcuttur. “Yaş ve kuru ne varsa muhakkak apaçık olan Kitapta vardır” (En’âm Suresi, 59)  mealindeki ayetin bir tefsiri de bu yöndedir. O zaman müctehidin çabası onu veya benzerini (makisun aleyh) Kitapta bulmak ile sınırlı olacaktır.

İkinci nokta ise birinci noktaya binaendir. O da şudur ki: müctehid şari’ değildir. Şariin muradını bulmak için olanca gücüyle cehd eder. Dolayısıyla salt indî bir hüküm ortaya koyamaz. Varacağı hükmün sarahaten veya zımnen bir şekilde nasslarda bir dayanağı mevcuttur. Neticede müctehid, Şariin meseleyle ilgili muradını bulmaya çalışırken, şayet şariin sözü olan metlû veya gayr-ı metlû vahiyden sarahaten bir kaynak bulamazsa ilhamını yine vahiyden alarak hükme varmaya çalışır.

Vahyin penceresinden bakarak ve ancak somut, munzabıt bir gerekçeye dayanmak suretiyle çerçevesi ve şartları belli olan kıyasa dayanarak hükmü aradığı için de işin içine hevasını karıştırmamış olur. Aksi taktirde indî akıl yürütme ve çabalarla hüküm aranırsa hevanın sonucu etkilemesi kuvvetle muhtemel olacaktır. İmam Şafii’nin ictihadi faaliyetlerinin merkezine aldığı kıyas vurgusu da işte bu hususlarla ilgilidir.

Bazı tenkitleri

Diğer taraftan İmam Şafiî’nin kıyas kavramı ile kendi döneminde anlatmak istediği şeyin günümüz fıkıh literatüründeki dar anlamdaki kıyas ile aynı olmadığı söylenebilir. İmam Şafiî’nin sadece teorik usul eserine değil pratik alandaki füru’ fıkha dair eserlerine de -mesela Er-Risâle’nin uygulaması niteliğinde sayılan El-Ümm eserine- bakıldığında onun kıyas kavramını ‘cüz’iden cüz’iye geçiş’ manasında dar bir anlamda değil, geniş manasıyla “içtihat” anlamında kullandığını söylemek mümkündür.

Bu durumda İmam Şafii’nin “içtihadı kıyasa indirgemek suretiyle içtihadın alanını daralttığı” eleştirisi boşa çıkmaktadır. Nitekim İmamın füru fıkha dair eserlerindeki görüşleri incelendiğinde onun zannedildiği şekliyle içtihadı kıyasa indirgemediği, aksine kıyası içtihat seviyesinde geniş bir anlamda kullandığı anlaşılmaktadır.

Mesela ıstıslah, örf, istishab gibi şer’î deliller ismen olmasa da pratikte bunlara yer verildiği görülmektedir. Ayrıca Şâfiî usul ve furu’ alimlerinin, imamlarından sonraki dönemlerde kıyas kavramını teorik ve pratik uygulamalarında bu şekilde geniş anlamıyla kullanmaları da bu gerçeği teyit etmektedir.

İmam Şafiî’nin kullanımındaki “kıyas” kelimesi, “usul-î kıyas”ın yanında “yorum içtihadı”na dair uygulamaları da içine almaktadır. Nitekim El-Ümm kitabında Şafiî, mutlakın mukayyede kıyas yoluyla hamledilebileceğini, elâmmın kıyas ile tahsisinin ancak kitap, sünnet veya icma ile olabileceğini, nassın muhtemel yorumlarını kıyas ile destekleme gibi konuları zengin örneklerle ortaya koymuştur.

İmam Şafiî’nin kullanımındaki “kıyas” kelimesi “usul-î kıyas” ve “yorum içtihadı” yanında “genel prensip içtihadı”na dair uygulamaları da içine almaktadır. İmam Şafiî, içtihatlarında hem naklî deliller ve usulî kıyas yoluyla çözümler ortaya koymuş, hem de genel prensip içtihadını kullanmıştır.

İmam Şafii’nin ictihad anlayışında Kitap ve Sünnet nasları ilk sırada yer alır. Haber/ hadis rivayeti sabit olduğunda meselenin hükmünü ona göre vermek esastır. Nas ve icma’ın bulunmadığı durumda İmam Şafiî örfü de dikkate almış, kıyas formu altında veya doğrudan istishâbı kullanmış ve belirli şartlar altında istislahı delil kabul etmiştir.

Bu şartlara riayet edilmeden istıslah deliline dayanarak yapılan ictihadları kabul etmemiş, heva ve hevesin karışma ihtimali olan uygulamaları reddetmiştir. İstihsan deliline yönelttiği tenkidleri, ehil olmayanlar elinde bunun kötüye kullanılabilme ihtimalini bertaraf etmek için yaptığı söylenebilir.

Onun karşı çıktığı şey usule uymayan indi yaklaşım ve görüşlerdir. El- Ümm kitabı detaylı bir şekilde tarandığında istihsan, istishâb, istislâh, sedd-i zerai’, örf gibi delillere uyan veya bu kapsamda değerlendirilebilecek örnekleri, isimleri bu şekilde zikredilmese de bolca görmek mümkündür.  Ayrıca İmam Şafii’nin hüküm vermede esas aldığı makâsidü’ş-şeriâ kapsamında değerlendirilebilecek bazı genel prensipleri de bu eserde yine bolca görebiliyoruz.

En doğrusunu Allah Teâlâ bilir. İmam Şâfii’yi rahmetle yâd ederken bu vesileyle her dört mezhep imamımızdan ve bütün âlimlerimizden Allah Teâlâ ebediyen razı olsun.

Doç. Dr. Adnan Memduhoğlu/ İrfanDunyamiz.com

İlim Hazinem ↗

Ehl-i Sünnet usulüne uygun yazılmış ilmî makaleler okumak için tıklayın

Kaynak Metinler ↗

İlim yolcuları için derlenmiş temel dini metinlere ulaşmak için tıklayın.

Şunlara Gözat

Beyefendi bir şair Bahattin Karakoç…

2008 yılınca Mehmet Nuri Yardım Bey ve arkadaşları tarafında Eskader kurulmuş ve derneğe bağlı sanatalemi …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.