Enver Baytan hocamıza bu yapılır mı?

İlim dünyasında derin izler bırakan nice büyük alimler vardır ki insanlara faydalı olmak, onlara rehberlik etmek ve bu sayede Allah Teâlâ’nın rızasına nail olmak istemişlerdir. Kimileri en zor şartlar altında, kimileri zindanlarda, kimileri sürgünlerde eserlerini yazmak durumunda kalmıştır. Gözümüzü ve günümüzü aydınlatan bu eserler, o güzel insanların gece gündüz demeden gayretleri ve göz nuru dökmeleri neticesinde meydana çıkmıştır.

Alimlerin vaaz ve nasihat etmelerinin, eserler yazmalarının bir sebebi de kendilerini yaşadıkları topluma karşı borçlu hissediyor olmalarıdır. Katıp Çelebi‘nin şu sözü münevver insanların topluma karşı sorumlu olduklarını ne kadar da güzel ifade ediyor: “Benim asıl korkum yarın kıyamet gününde, Allah celle celaluh bana soracak; ‘Sen ki memleketin aydın bir insanı idin, neden bu bozuklukları görüp de çaresini söylemedin? Üzerine düşeni yapmadın?’.”

Ev sohbetleri yapardı

Bu duygu ve bilince sahip alimlerimizden biri de Allah Teâlâ gani gani rahmet eylesin İstanbul‘un meşhur vaizlerinden merhum Enver Baytan Hocamızdı. Kendileriyle 1994 senesinde İstanbul Fatih – Şehremini Şeyh Raşid Efendi Camii‘ndeki vazifem esnasında tanışma şerefine erdim.

Ta 1960’lı ve 70’li yıllardan itibaren başlatmış olduğu ev sohbetleri vesilesiyle bir çok hane birer ilim ve irfan merkezi haline gelmişti. Her sohbetine İstanbul’un çeşitli semtlerinden çok güzel insanlar iştirak ederdi. Vefatından bir sene öncesine kadar Hocamız bu sohbetlerini devam ettirdi.

Ben de kendisi ile yine böyle bir ev sohbetinde; Babadağlı Niyazi Hanım’ın evinde verdiği bir sohbetin akabinde tanıştım. Yanılmıyorsam her on beş günde bir, bir evde toplanıyor, Enver Baytan Hocamızın o tatlı hitabetini can kulağıyla dinliyorduk. Çünkü o kadar akıcı ve güzel anlatıyordu ki dinlerken acaba sonunda ne söyleyecek diye hep merak ederdik.

Dolandırılmış

Hatta bir keresinde bu ev sohbetlerinde bize kendi başından geçen bir olayı anlatmıştı ki hâlâ hafızamda tazeliğini koruyor.

Olay Fatih Postanesi’nde gerçekleşiyor. Enver Baytan Hocamız bir gün mektup atmak için postaneye gidiyor. Gişe önünde sıra beklerken, civan gibi yakışıklı ve güzel giyimli bir genç selam verip Hoca’nın elini öpüyor.

– “Hocam tanıdınız mı beni?” diyor. Enver Hocamız:

– “Kusura bakma evladım, yaşlılık tanıyamadım” diyor. Genç:

– “Haklısınız Hocam sizin zamanınızda biz köyde küçücük bir çocuktuk. Seneler geçti nerden tanıyacaksınız? Maşallah hiç değişmemişsiniz. Ben sizin köyden filan adamın damadıyım, kayın pederimin size selamları var.”

Köy Hoca’nın köyü… Kayınpederi de zaten akrabası sayılır… Her şey doğru… Hocanın ismini de zikredince Hoca ona haliyle güveniyor. Genç adam sıkıntılı bir hal içerisinde bir şeyler söylemeye çalışınca, Hocamız;

– “Buyur evladım bir müşkülatın mı var?” diyor. Adam da şöyle diyor;

– “Hocam kusura bakmayın, rahatsız etmek istemezdim ama saat 4.30… Resmi daireler kapanmak üzere… Bir araba aldım, noterde işlemleri bitmek üzere fakat paramda biraz noksanlık var. Memleketten havale gelene kadar daireler kapanacak. Eğer mümkünse şu kadar meblağ ihtiyacım var, Ben size memlekete gider gitmez gönderirim. Ya da kayınpederimden de alabilirsiniz.”

Hocamız, nasıl olsa birkaç güne kadar zaten köye gideceğim, memlekete gidince parayı geri alırım diye düşünerek adamın istediği meblağı cüzdanından çıkarıp veriyor. Verdiği para ise nerede ise o ay aldığı maaşına yakın bir miktar.

Kızım yok ki damadım olsun!

Enver Hocamız birkaç gün sonra sıla-i rahim yapmak maksadıyla köyüne gidiyor. Onun köye geldiğini duyan eş dost, hısım akraba, konu komşu herkes ziyaretine geliyorlar.

Bir müddet eş dostla hoş beş ettikten sonra Hocamız; “Bazı uğrayacağım yerler var” diyerek hane sahibinden müsaade istiyor. Kapıdan çıkarken gözü, kendisinden emanet alan delikanlının kayınpederine takılıyor. Göz göze geliyorlar ama onda hiçbir kıpırtı yok.

Bunun üzerine Hocamız; “Bir dakika gelebilir misin?” diye sesleniyor ona. Adam koşarak yanına gelince adamın kulağına;

– “Senin damat filanca  gün benden şu kadar para emanet aldı. Sana bırakacağını söyledi” deyince, adam birdenbire afallıyor;

– “Hocam, benim kızım yok ki damadım olsun?” diyor.

Enver Baytan Hocamız borç alanın ismini söylüyor, boyunu posunu tarif ediyor, fakat ne fayda? Adam “ben öyle birisini tanımıyorum” diyor. Hocamız o an aldatıldığını anlıyor ve adeta soğuk bir duş alıyor.

Rahmetli Hocamız bunu sohbetinde anlattıktan sonra konuyu şöyle bağlamıştı: “Bundan şunu çıkarıyoruz: Adam mesleğinin erbabı… Benim yedi ceddimi araştırmış, beni inandıracak şeyler yapmış… Şimdi gelse yine veririm… Lateşbih vela temsil, teşbihte hata olmaz. Herkes işinin en güzelini yapmalı. Bakın bir dolandırıcı bile yapacağı işe önceden hazırlanıyor.”

Hocamızın anlattığı bu ibretlik olay oradakiler için de benim için de çok güzel bir hayat dersi olmuştu. Bir hoca olarak, “Ben imamlık yapıyorsam öyleyse en güzel şekilde yapmalıyım” diye düşünmeme sebep oldu. Bir vaaza çıkacaksam, bir yerde sohbet edeceksem hazırlık iyice hazırlanmalıyım diye düşündüm.

Aslan ile merkep

Yine merhum Enver Baytan Hocamızın anlattığı ve kitaplarında mevcut olan küçük bir hikayeyi sizlerle paylaşmak istiyorum.

Dağların kıralı aslan bir gün kendi kendine şöyle bir karar alır; “Bugüne kadar hep ben avladım, yakaladım, yedim. Önce ben kendi karnımı doyurdum, sonra diğer hayvanlar da benden arta kalanlarla doydular. Bundan sonra avlayacağım hayvanlar yuvama kadar gelmedikçe onları avlanmayacağım.”

Aslan, yuvasında bir gün bekler gelen yok, iki gün gelen yok, üç gün bekler gelen yok… Açlıktan artık neredeyse yerinden kalkamayacak vaziyete gelir. O güne kadar aslanın artıklarıyla beslenen tilki de; “Aslan bişey yakalasa da kıyısından köşesinden karnımı doyursam” diye oralarda beklemektedir.

Aslan tilkiye seslenir, onu yanına çağırır. Tilki aslandan korktuğu için pek yanaşmak istemez ama onu daha fazla kızdırmamak için yanına gider. Aslan ona şöyle der:

– “Korkma sana bir şey yapacak değilim. Bugüne kadar ben sizi doyurdum, bugün de siz beni doyuracaksınız. Şu karşıda otlayan merkebi kandır ve benim yanıma getir. Sonra onu beraberce yeriz.”

Tilki kurnaz bir plan hazırlar ve bunu hayata geçirmek için merkebe yaklaşır. Selam verir üzülmüş bir pozisyon alarak ona şöyle der:

– “Merkep kardeş, dağların kıralı aslan çok hastalandı, ölüm döşeğinde… Sana selamı var, herkesle helalleştim bir tek merkep kaldı onunla da helalleşeyim diyor. Geçmişte senin akrabalarını yediği için çok üzülüyor.”

Merkep düşünür taşınır “peki gidelim” der. Aslanın yanına yaklaşınca zaten üç gündür aç olan aslan birden bire merkebin üzerine atlar. Merkep bir hamleyle geriye zıplar, pençesinden kurtulur ve uzaklaşmaya başlar, Bu hali gören tilki hemen onun yanına gider ve ona şöyle der:

– “Merkep kardeş aslandan korkmana gerek yok. O sana duyduğu özlemle sarılmak için üzerine atladı. Yoksa bir art niyeti yoktu.”

“Peki” der merkep ikinci sefer bir daha yaklaşır aslanın yanına. Bu sefer aslan onu bir pençede yere serer. Parçalayıp yemeye başlar. O esnada tilki merkebin beynini gizliden midesine indirir.

Aslan biraz sonra en çok hoşuna giden beynini yiyecekken, onun yerinde olmadığını görür. Hemen tilkiye doğru kükrer ve beyni ne yaptığını sorar. Tilkinin cevabı çok ibretlidir: “Kralım” der; “Eğer onda beyin olsaydı bana inanmazdı. Hadi bana inandı diyelim, bir defa düştüğü tuzağa ikinci kere düşmezdi.”

Enver Baytan Hocamız bu hikayeyi anlattıktan sonra Müslümanların akıllı ve şuurlu olması gerektiğini, bir sokuldukları yerden bir daha ısırılmamaları gerektiğini güzelce izah etmişti. Bir de Müslümanların dostunu düşmanını tanıması gerektiğini, kime güvenip kime güvenmeyeceğini bilmesi gerektiğini vurgulamıştı.

Merkeplerin kongresi

Bildiğim kadarıyla Enver Baytan Hocamızın “Merkeplerin kongresi” diye seri şeklinde çıkmış çok güzel hikayeler içeren kitapları vardır. Sandalyede namazın olmayacağına dair bir araştırma risalesi de bulunmaktadır ki bir vakit biz Şeyh Raşid Camii olarak bu risaleden bin adet bastırıp cemaate dağıtmıştık.

Böyle kırık dökük bir yazı ile merhum Enver Baytan Hocaefendimizi anlatmak mümkün değildir ama hiç olmazsa bu güzel insanı kendi çapımızda bir hatırlatalım istedik. Onu rahmetle ve minnetle anıyor, hayırla yad ediyoruz. Fatihalar okumayı ihmal etmeyelim.

Bu vesile ile Rabbime bir kez daha şükrediyorum ki mümbit mahal Fatih’imizde, böyle güzel insanlarla Rabbim benim gibi aciz bir kulunu tanıştırdı, sohbetlerine eriştirdi. Çok şükür.

Osman Gülşen/ İrfanDunyamiz.com

Gönül Dünyamız ↗

Gönül insanlarına dair bam telinize dokunacak yazılar okumak için tıklayın.

İrfan Mektebi ↗

Sevdirici, müjdeleyici üslupla yazılmış hayata dair yazılar okumak için tıklayın.

Şunlara Gözat

Mehmet Feyzi Efendi farklı bir zattı…

İmam hatipte okurken yaz tatillerinde İstanbul gibi manevi üstadların bol olduğu bir şehirde birçok güzel …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.