Yusuf (Batı) Amca’yı hiç görmedim ama onu o kadar çok sevdim ki bugün bu yazıyı yazmak gönlümüze düştü. Kendisi dünürümüz Musa Yiğit’in anne tarafından dedesi oluyor. Musa ve kardeşi sohbet havasında anlatırlardı dedelerini. Dinledikçe hayran kalırdım, onu görmeyi ve onunla sohbet etmeyi çok isterdim. Dünürümün annesi Hacer Teyze de çok zahide ve saliha bir hanımdı. Son yıllarında gözleri görmez olmuştu. Nasıl da şükrederdi, sabrederdi. Allah Teâlâ hepsine rahmet eylesin.
Rahmetli Yusuf Amca’yı torunlarından o kadar çok dinledik ki sanki görmüş kadar olduk. Anlatanların dilinden kendisini anlatmaya çalışalım inşaallah. Yusuf Amca saf ve temiz bir Anadolu insanıydı. Sade hayat yaşayan halktan bir adamdı. Pek zengin değildi ama çok cömert bir insandı. Gerek çoluk çocuğu ve torunlarına, gerekse başkalarına karşı hep öyleydi. Hele dilinden duaları hiç düşmezdi. Yüzüne bakıldığında samimiyeti ve iyi niyeti hissedilirdi. Onu görmek herkese iyi gelirdi.
Hanımı vefat ettikten sonra çocukları ve tabii ki gelini ona bakıyordu. Ama hiç yüksünmeden yapıyorlardı bu vazifeyi. Zira onun duaları ve teşekkürleri o kadar gönül alıcıydı ki onlara yetiyordu. Herkes onunla gönülden ilgileniyor; “baba, dede” diye etrafında pervane oluyorlardı. Evde sevap kaynağı böyle yaşlıların olması ne kadar güzel değil mi kardeşlerim? Onlara hizmet etmek ne güzel bir şeref. Büyüklerimizin gölgesi yeter…
Tatlı dilliydi
Yaşlanınca insan bazen oğlunun kızının evinde bile rahat edemiyor, hep bunun misallerini etraftan duyuyoruz. Fakat bazı kimselere ihtiyarken de değer görmeyi nasip ediyor Mevla. İşte bu da Allah’ın büyük bir lütfu değil mi? Yusuf Amca’nın ailesi ve çevresi tarafından bu kadar sevilmesinin bir nedeni de onun tatlı dilli olmasıydı. Diyelim bir misafir gelse hemen ona; “İşte şu gelinim/ kızım/ oğlum var ya, onun hakkını nasıl öderim bilmem. Nasıl da hizmetimi görürler. Allah onlardan razı olsun” derdi.
Böyle tatlı tatlı konuşunca tabii ki akan sular dururdu. İşte bu, güzel ahlâktı ve insanı insana çekerdi. Ne de olsa tatlı dil yılanı deliğinden çıkarırdı. Yani iyi söz, güzel bir şekilde çıkarsa ne güzel. Ama kolay değil ki bu. Çok zaman kötü sözler çıkar ki dillerden, o da gönüller yıkar. Hatta iyi sözü, sert ve haşin söylemek bile gönlü kırar değil mi? Öyleyse biz her zaman tatlılıkla konuşmaya gayret edelim. Hani bizim Yunus ne güzel anlatmış bunu;
Söz ola kese savaşı,
Söz ola kestire başı,
Söz ola ağulu aşı,
Yağ ile bal ede bir söz.
“Dil, kalbin kapısı” demiş büyükler. Ne çıkarsa, içerde o vardır. Gerçekten de öyle. Bazen de insan dilini tutmayı bilirse çok nimetlere nail oluyor. Süfyân bin Abdullah es-Sekafî radıyellahu anh anlatıyor: “Ey Allah’ın Resulü, bana sımsıkı sarılacağım bir şey haber ver” dedim. Resulullah sallellahu aleyhi ve sellem; “Rabbim Allah’tır! de, sonra da dosdoğru ol” buyurdu. Ben; “Ey Allah’ın Resulü! Benim hakkımda en çok korktuğunuz şey nedir?” dedim. Mübarek dilini eliyle tutarak; “İşte budur” buyurdular. (Tirmizî, Zühd, 60)
Pek cömertti
Yusuf Amca’nın cömertliği ise dillere destandı. Hele bir hali vardı ki hayret eder insan. Çarşı veya pazardan evine erzak vs. alıp gelirken araba tutar, fiyatını sorar ve eve gelip indirince, at arabacının verdiği fiyattan fazlasıyla ödeme yapar. Tabii ki arabacı da sevinçle karşılar ve ona dua ederek yoluna düşer. Artık bunu bilen arabacılar hep Yusuf Amca’yı gözler… Tabi eskiden para verildiğinde esnaf; “Allah bereket versin” derdi. Para veren de; “Bereketini gör” derdi. Bu ifadeler ne güzel değil mi? Ama ne yazık ki unutuldu…
Sonra gelir bazıları; “Yusuf Amca niçin fazla veriyorsun? Hiç görülmüş mü böyle bir şey? Herkes pazarlık eder, sen ise bol bol veriyorsun” derler. “Olsun evlâdım! Allah onlardan razı olsun, atı var, arabası var, onlar bize hizmet ediyor. Fazlaca verelim ki, gönülleri hoş olsun, dualarını alalım.” Ah Yusuf Amca’yı bir anlayabilsek! Merhametli olmasa, insanları sevmese bu davranışı yapabilir mi? Keşke biz de onun gibi insanlar hakkında böyle güzel düşünebilsek.
Gerçekten böyle yaşamış Yusuf Amca… Ama ne güzel bir iz bırakmış. Herkes rahmetle anıyor onu. Hem güzel ahlâkını, hem hayret verici dua ve teşekkürlerini, hem de cömertliğini… Böylesi kullar kendileri hoca değildir ama onların hocalara, alimlere, salih kişilere çok düşkünlüğü vardır. Onları dinlerler, ellerini öpüp dualarını alırlar. Kendileri de salihlerden olurlar. Öyle ya, Allah dostlarını sevenler, Allah dostlarından olmaz mı?
Hacıveyizzade’nin sohbeti
Konya’mızda böyleleri genelde Hacıveyiszade Hocamızın ardında saf tutarlar, onun sohbet ve rızık duasını dinlerlermiş. Eğer sabah namazı sonrası birisi acele eder de; “Hocam da pek uzattı, geç kaldık, müşterileri kaçırıyoruz” diye içinden geçirse anında; “Otur yerine, müşterin hazır” deyiverirmiş ve adam da şaşkınlıkla yerinde kalır, sohbeti sonuna kadar dinlermiş. Dükkanına varır varmaz da satış yaparmış.
Âh o dostlar âh! Onların Allah korkusu bambaşkadır. Hangi günah olursa olsun, Allah’ın hudutlarının aşılmasına asla razı olmazlardı. Onlar günahlardan -hele ki faiz, kredi gibi günahlardan- bahsedince yüzleri değişirdi, kızarlardı, böyle nefret ederlerdi. “Sakın, sakın bankayla işiniz olmasın, önündeki kaldırımdan bile geçmeyin, kokusu size bulaşmasın” derlerdi. Hacıveyiszade Hocamızın kendisi de bizzat öyle yaparmış.
Onların daha başka halleri de olurdu. Anlatılır ki bu mübareklerden bir kaçı bir köye giderler. Yemek zamanı sofra konur. Ama biraz beklerler. Ellerini uzatmazlar. “Efendim buyurun” der ev sahibi. İçlerinden Hacıveyiszade Hocamız der ki; “Biz bu yemeği yemeyiz.” Niçin yemeyeceğini sorarlar. “Sen yemek hazırlarken eşine kızmış, bağırıp gönlünü kırmışsın. Böyle bir yemek yenmez” der Hocamız.
Tasavvuf ehlinin buna benzer çok menkıbeleri vardır. Şah Nakşibend Hazretlerine bir derviş yemek ikram eder. “Bu yemekten yememiz münasip değildir. Hamuru yoğuran ve bunu pişiren kişi öfkeli ve gafil idi. Öfke, gaflet, gönülsüzlük ve zorla yapılan işte hayır ve bereket yoktur. O işe nefsin hevâsı ve şeytan karışmıştır” buyururlar. Büyüklerin de buyurduğu gibi sinirle yapılan yemekler, insanda, manevî lezzeti keser. Zikir ve muhabbetle yapılanlar ise ibadete hazırlar.
Tabi Yusuf Amca gibi güzel insanların nasıl bir ortamda, kimlerin gölgesinde yetiştiğini anlatabilmek için konuyu biraz dağıttık. Tekrar Yusuf Amca’ya dönersek sözü şöyle toparlamaya çalışalım. İnsan ne ekerse, onu biçiyor tabii ki. Ahirette de böyle. Burada Allah için ekilenler, orada en az on katı hatta yedi yüz misline kadar verilecek inşaallah. İşte kazanç! Bitmeyen servet! Allah’ın rızası ise hepsinden büyük. Ne mutlu onu kazanabilenlere…
Muzaffer Dereli/ İrfanDunyamiz.com
Yayın Yönetmeni Notu: Bugün insanlık olarak egoizmin, bencilliğin, çıkarcılığın, menfaatçiliğin ve bizi insanlıktan uzaklaştıran her türlü kötü duyguların girdabından kendimizi kurtarmak istiyorsak, bir boyacı sandığı ile ailesini geçindiren İsmail Amca, koyunlarını sağıp sütünü hediye eden Kerime Yenge, kurtlar kuşlar yesin diye ağaçlara aşı yapan Kadir Dede, misafir ağırlamayı seven Ahmet Amca, arabacıya fazla para veren Yusuf Amca, her zaman sözünde duran Marangoz Kara Mehmet ve mesleğinin hakkını veren hademe Yaşar Abi gibi şahsiyetlerin güzel, samimi ve sade hayatlarını okumalı ve onlardan ilham almalıyız. Bizi yeniden diriltecek olan ruh bu ruhtur. İşte bu duygularla İrfanDunyamiz. com olarak güzel ve sade hayatları sizlerle buluşturma gayretindeyiz. Sizler de bu güzel içerikleri sevdiklerinizle paylaşabilir, iyiliklerin, faziletlerin, erdemlerin yayılmasına katkı sunabilirsiniz.
Sade Hayatlar ↗
Bize kaybettiklerimizi hatırlatan, ilham veren sade hayatlar tanımak için tıklayın.
Gönül Dünyamız ↗
Gönül insanlarına dair bam telinize dokunacak yazılar okumak için tıklayın.