Allah ve Resulünü çok sevmek

Allah ve Resulünü her şeyden ve herkesten çok sevmek bir dava adamının davet görevini yerine getirirken, ihtiyaç duyacağı en önemli azık ve azim kaynağı olacaktır. Allah ve Resulünü sevmek ancak Allah tarafından Resulüne ve O’ndan da bize bildirilen bu mükemmel dine tabi olmakla mümkün olur.

Allah’ı sevmek, O’nun verdiği nimetlere şükretmek ve bu nimetleri meşru yolda helal ve haram sınırlarını gözeterek kullanmaktır. Allah’ı sevmek, O’nun adı yücelsin diye gayret etmek, İslam düşmanlarına karşı mücadele vermektir. Allah’ı sevmek, O’nun emir ve nehiylerini yerine getirmek ve O’na gerçek anlamıyla kul olabilmektir. Allah’ı sevmek, O’na yönelmek, O’na sığınmak, O’nun için ölmektir.

Allah’ı ve Resulünü sevmek

Allah’ı ve Resulünü sevmek, özellikle Resulünü tanımak, O’nu anlamak, O’nu idrak etmektir. Resulü sevmek, O’nun gibi yaşamak, O’nun hissettiğini hissetmek ve O’nun davasını dava edinmektir. Ashabının yaptığı gibi, O’nun ağladığına ağlamak, O’nun güldüğüne gülmek, O’nun hüzünlendiğine hüzünlenmektir. Yine ashabının yaptığı gibi O’nunla her konuşmada, konuşmaya, “anam-babam sana feda olsun ey Allah’ın Resulü” diye başlayabilmektir.

Bir gün Hazreti Ömer; “Ey Allah’ın Resulü, sen bana nefsimden başka her şeyden daha sevgilisin” dedi. Buna karşı Allah’ın Resulü sallallahu aleyhi ve sellem, “Ömer! nefsinden de sevgili olmalıyım” buyurur. Bunun üzerine Hazreti Ömer; “Nefsimden de ya Resulullah” deyince Allah’ın Resulü; “İşte şimdi oldu Ömer” der.

Sahabe Allah Resulünü, nefisleri de dahil her şeyden öne çıkarmayı başarmış bir nesildi. Onlar, Resul tarafından kendilerine bir soru yöneltildiğinde, söze “Allah ve Resulü daha iyi bilir” derlerdi. Resul sevgisinden, küfre düşmekten korkmaktan bahsedip de ashabın meşakkat görmüşlerinden olan Zeyd ve Hubeyb radıyellahü anhüma’yı anmadan ve nasıl bir davaya sahip olduklarını, Allah’a ve Resulüne sevgi ve bağlılıklarını anlamadan bu sevgi bağı anlaşılamaz.

Canından üstün tutarlardı

Medine civarındaki kabilelerden ikisi, Peygamber efendimize gelip kendilerine İslam’ın esaslarını göstermek, Kur’an öğretmek için birkaç öğretici eleman istemişlerdi. Resulullah da bunlara, Asım’ın başkanlığında 10 kişilik bir heyet göndermişti. Kafïle yolda “er-Recî'” denilen yere vardıklarında, birden bire 200 kişilik bir çete tarafından etrafları çevrildi. Bu İslam’ı anlatmak üzere yola çıkmış sahabe grubu dağa sığınarak kendilerini savunmak zorunda kaldılar. Onlardan sekiz kişi şehid edildi. İkisi ise hayatlarını korunmak şartıyla teslim oldular.

Zeyd İbn Desinne ile Hubeyb ismindeki bu iki zat, Mekke’ye götürüldü ve Kureyş’lilere satıldı. Bu iki sahabe korkunç bir şekilde idam edildi. Desinne oğlu Zeyd’in idamında, Mekke’nin bütün ileri gelenleri bulundu. Zeyd’in başını uçuracak kılıcın tam sıyrıldığı bir sırada Ebu Süfyan, kendisine; “Doğru söyle, ailene dönmek üzere hayatının kurtarılması için, şimdi senin yerinde Muhammed’in bizim elimizde öldürülmesini tercih etmez misin?” diye sordu. Zeyd hiç tereddüt etmeden cevap verdi:

“Asla! Benim hayatım Resulullah’ın hayatı yanında bir hiç hükmündedir. Canımın kurtarılacağını bilsem dahi, Peygamberin, değil burada öldürülmesini, Medine de ayağına bir dikenin batmasını bile istemem, dedi. Bu kuvvetli iman karşısında Ebu Sufyan dayanamayarak; “Gerçekten kabul etmek gerekir ki hiç kimse, Muhammed kadar arkadaşları tarafından sevilmemiştir” dedi.

Zeyd’en sonra Hubeyb getirildi. Öldürüleceğini öğrendikten sonra asla metanetini bozmayan Hubeyb radıyellahü anh, izin istedi iki, rekat namaz kıldı. O zamandan itibaren, idam edilecek bir müslümanın namaz kılması adet hükmüne girdi. İslam’dan vazgeçmek şartıyla özgürlüğünün bağışlanacağını kendisine bildirildiğinde, Hubeyb;

“Benim için ölmek, dinimden dönmekten çok daha hayırlıdır”, dedi. Ve müşrikler tarafından direğe çekilerek şehit edildi. İşte sevgi budur, bağlılık budur, teslimiyet budur. İşte, Allah ve Resulünü her şeyden ve herkesten çok seven, Allah için sevip, Allah için buğzeden ve İslam’dan dönmektense ölümü tercih eden ve dolayısıyla de imanın lezzetini tadan iman ve İslam nimetini idrak eden örnek nesil sahabe nesli…

Sahabe duyarlılığı

Gerçekten, günümüzde sahabenin bu duyarlılığını gösteren kişilere ne kadar da ihtiyaç var. Allah’ın emirlerinin yürürlükten kaldırıldığı, Resulünün hayat tarzının unutturulmaya çalışıldığı, Allah’a, Resulüne, her türlü alçakça hakaretleri yapanların türediği böylesi bir zaman ve mekanda acaba Allah ve Resul sevgisi nasıl olmalıdır? Günümüzde bu sevgi, Allah’ın emir ve yasaklarının yeryüzünde yeniden hâkim olması için mücadele etmekle, Resulün sünnetine sımsıkı sarılmakla, Allah ve Resulüne karşı yapılan saldırıların karşısına dikilmekle, bu noktada duyarsız kalmamakla, Allah ve Resulünün düşmanlarını düşman, dostlarını dost edinmekle bu sevgi gerçekleşir.

Allah’a hamdolsun ki her zaman Allah’ı ve Resulünü her şeyden çok seven, Allah için sevip Allah için buğzeden, küfürden kurtulduktan sonra, tekrar küfre düşmekten ateşe düşecekmiş gibi korkan kişi ve topluluklar vardır. Artık Allah’ın dini yücelsin ve toplumsal hayatta yaşansın diye, sistemli ve ciddi bir mücadele vermek için bir araya gelen, birlikte hareket eden bu işin ızdırabını çeken insanlar vardır.

Allah ve Resulüne hakaret edildiği için gözünü kırpmadan başkaldıran Filistin‘de, Keşmir‘de, Myanmar‘da ve Doğu Türkistan‘da dünyanın her yerinde şehit düşen mü’minler ve sırf Allah’ın adı yücelsin diye mücadele eden ve şehit düşen nice kardeşlerimiz vardır. İşte bu şehitler ve şehit olmamış ancak şehadet arzusuyla yanıp tutuşan milyonlarca Müslüman günümüzde Allah ve Resulünün sevgisini yüreklerinde taşımaktadırlar.

Bu yüce sevgi insanın hayatını anlamlandırır, insanı yüceltir, Allah’a doğru giden yolda mesafe kat ettirir, şuur yüksekliğine eriştirir ve insanı dünyanın süfli isteklerine bağlanmaktan korur.

Dava adamları

Bu yolun yolcuları olan dava adamları, her gün kendilerini muhasebeye çekmeli ve Allah ve Resulünü gerçekten ne kadar sevdiğini, sevdiği diğer tüm varlıklarla; ana, baba, kardeş, çocuk, eş, mal, mülk, ticaret, binek, mesken, şan, şöhret, makam, mevki mukayese ederek kendini ölçmelidir. Eğer terazinin, Allah ve Resulünün sevgisini koyduğu kefe, diğer şeylerin sevgisini koyduğu kefeden kesin bir kararlılıkla daha ağır gelmiyorsa, Müslüman kendisini hesaba çekmelidir. İlahi uyarılarla yeniden ve tekrar baştan muhatap olarak kendine çeki-düzen vermeli ve yeniden misyonunun idrakine varmalıdır.

İşte bu duyarlılık ve hassasiyet, mü’minleri daha da Allah ve Resulüne yaklaştıracak, Mü’minler, Allah ve Resulüne daha derinden bir sevgi ve bağlılık duyacak ve bu sevgi zamanla derunileşecek, coşkun sevgi seline dönüşecektir.

Böylece Allah ve Resulü sevgisiyle dolup taşan müminler artık, Allah için sevecek, Allah için buğzedecek, Allah için çalışacak ve ancak Allah için ölecektir. Allah’ın sevmeyi emrettiği kimseleri kim olursa olsun, rengine, ırkına, diline, coğrafyasına, meşrebine, kendine yakınlığına ya da uzaklığına ve de zenginliği ile fakirliğine bakmaksızın, sadece Allah sev dediği için sevecek ve yine Allah’ın sevmeyi yasakladığı kimseleri, kim olursa olsun sevmeyecektir.

İşte Allah ve Resulünün sevgisi budur.

Not: Bu yazı Prof. Dr. Ahmet Ağırakça hocanın Fikriyat sitesinde yayınlanan 23.05.2018 tarihli yazısıdır.

Prof. Dr. Ahmet Ağırakça/ İrfanDunyamiz.com

Sünnet Yolumuz ↗

Peygamber Efendimiz sallellahu aleyhi ve sellem’e dair yazılar okumak için tıklayın.

Hayat Kitabımız ↗

Hayat rehberimiz Kur’an-ı Kerim’e dair ilmi ve seviyeli yazılar okumak için tıklayın.

Şunlara Gözat

Beyefendi bir şair Bahattin Karakoç…

2008 yılınca Mehmet Nuri Yardım Bey ve arkadaşları tarafında Eskader kurulmuş ve derneğe bağlı sanatalemi …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.