Ali Rıza Öztürk hoca davasının eriydi…

Merhum Ali Rıza Öztürk Hocamızın, tanıyan ve bilenlerin dikkatinden kaçmadığına inandığım en önemli hususiyeti, kendisini dönemin ve “coğrafya kaderdir” diye söylenen gerçekler çerçevesinde yaşadığı bölgenin şartları içerisinde en iyi yetiştirmiş olmasıdır. Bu durum, onun ve çevresinin ekonomik şartlarının çok iyi olduğundan değil, o gün ve o yörenin dine, eğitime, manevi terbiye ve milletine faideli nesil yetiştirmeye verilen önemden geliyordu.

Köklü ve çok sağlıklı dini bir eğitim alan, milli ve manevi değerlerini hayat felsefesi olarak telakki eden her fert ve toplumun din-i mübin-i İslam, devlet ve yönetim ile toplum ilişkisini en sağlıklı şekilde kurması kaçınılmaz bir gerçektir. Ali Rıza Öztürk Bey, bu manada kendisinden sonra gelen gençlerin model alabileceği ender şahsiyetlerdendir.

Cihanşümul gaye

O ve onun gibi düşünen Müslümanların İslam dini tasavvuru; fert ve toplumun dünya ve ahiret mutluluğunu temin ve tesis eden nizamın adıdır. Zira günün beş vaktinde kılınan her namazda; “Ey Rabbimiz bize dünyada da, ahirette de iyilik ve güzellikler ver. Ve bizi cehennemin azabından koru!” (Bakara, 201) ayetiyle duada bulunmayı emreden Mevlamızın hükmü, bu gerçeğin ifadesidir.

Şayet bir din, kişiyi hem dünya hem de sonsuz alemde mutlu ve mesut etmeyi amaçlamıyor, eğitim metodolojisinde bu gerçek üzere hareketle, bir hedef ve gaye gütmüyorsa, elbette böyle bir dinin cihanşümul olma iddiası bulunamaz.

İslam dini cihanşümul bir gaye, evrensel bir mesaj ve tüm insanlığı kendisine ümmet-i davet olarak vazifelendirilmiş aziz ve ufuk bir peygamberin, Hazreti Muhammed sallellahu aleyhi ve sellem’in tebliğ ettiği bir nizam olduğuna göre, onun yaşaması ve yaşatılması için gücünün devletleşmesi, siyasi iktidar ve muktedir güçlerin onu kuşanması, ona sarılıp sahip çıkması gerekecektir.

İktidar gücünün sürekliliğine de imkan sunacak, din o toplumda yaşayacak, o dine eksiksiz ve yanlışsız sarılanlar da Allah’ın yer yüzündeki halifeleri olma gücünü koruyacaklardır. “Siz Allah’ın dinine yardım ederseniz, O da size yardım eder ve ayaklarınızı sabit kılar ( iktidar ve gücünüzü asla kaybetmezsiniz..” (Muhammed, 7) ayeti bize bu gerçeği çok özlü bir şekilde ifade ediyor.

Asr-ı Saadetten günümüze kadar İslam adına saf, temiz bir akide ve hayat tarzıyla aile ve toplum bazında mutlu ve huzurlu hayat sürmeye muvaffak olanlar, İslam’ı kuşanmışlıkları nisbetinde başarılı olmuş, izzet, onur ve şerefle yaşamışlardır. Aksi zillet ve perişanlıktır. Belki de İslam coğrafyasının bu günkü perişan halinin bir fotoğrafıdır.

Hak ve batıl

Bugün takribi iki milyar Müslümanın yaşadığı dünyamızda, karşısındaki nüfus ve sahibi oldukları imkan ve silahları ne olursa olsun, şayet bir güç, kuvvet ve kudret ifade etmiyorsa, var veya yok olma mücadelesinde bir araya gelemiyor, kendi meselelerini dahi çözmek için Müslüman olmayanların himmet ve gücüne sığınıyorlarsa, baştan sona bir din algısı bozukluğu, daha açık ifadesiyle ciddi bir savrulma ve dinden kopuş var demektir.

Bu durumu düşmanın entrika ve hilesine bağlamak, yanlışı başka yerlerde aramak en ciddi bühtan ve hatalardan birisidir. Düşmanın görevi sana olan adavet, seni yok etme ve senin üzerindeki hesaplarını tahakkuk ettirebilmektir. Şeytan ve nefis ne kadar açık bir düşmansa, karşındaki avaneleri de, sana ve senin “i’lay-ı kelimetullah“ davana da o derece düşman olacaktır.

Hazreti Adem’den beri devam ede gelen Hak ve batıl mücadelesinin temelinde bu var. Bedir’den- Afrin’e, oradan Menbiç’e ve bugün Gazze’de devam eden bir avuç Hamaslı müslüman kardeşimize karşı küfrün bir cephe halinde ki ittifakında da kıyamete kadar devam edecek olan mücadele ve mücahedenin arkasında da bu var. Bu hakikati göremediğimiz takdirde, başımıza çok farklı felaketlerin gelmesi mukadder olur. Farklı saiklerle İslam dışı farklı noktalara savrulmamızın arkasında da bu algı ve hayat tarzımızdaki dayanılmaz ve adeta affedilmez bu bozulma ve çöküş var.

Din ve toplum

Ali Rıza Öztürk Hoca ve bu çizgide siyaset yapanlarla, sağlıklı din ve toplum algısına sahip olan çok önemli bir hareket, dünyanın bir çok bölge ve ülkesinde mücadele verip, boy göstermeye çalıştığı dönemlerde, Türkiye’de de, fikri ve ruhi alt yapısı esasen var olan, dava şuur ve erdemi, merhum Prof. Dr. Necmeddin Erbakan Hocamız ve arkadaşlarının siyasi kalıba büründürdüğü o harekete dahil olarak, aksiyoner mü’min olmanın şuurunu, halka halka etraflarına yaymaya başlamışlardır.

Çok partili hayatın (1946 ve sonrası) takribi yirmi yılı bocalamalar, sağlam zemin arama, güçlü ve inançlı kadrolar oluşturma gayreti içerisinde, ehl-i kalem ve ehl-i kelam olan mütefekkir, siyaset ve bilim dünyasında yer edinmiş öncülerin koşturmacasıyla geçmiş, bütün zorluk, meşakkat, hapis, yıldırma ve düzen adına ceberrut davranışlara rağmen, dava taşını gediğine oturtmak isteyen kahramanların zerre kadar mücadeleden yılgınlığı olmamıştır.

Merhum Erbakan Hocamız, her ahval ve şerait altında Türkiye’nin bütün il, ilçe ve kasabalarında güçlü, samimi, örnek ve toplumun defosuz veya en az defolu olanlarını bir araya getirerek, adına Milli Görüş dediği, mensuplarının ne demek istediğini çok iyi idrak ettiği bir hareketi başlattığı o süreçte, Samsun’umuzun da seçkin insanları, kanaat ve manevi önderleri bu arı-duru hareketin içinde yerlerini almışlardır.

Onlar öncüler

Ali Rıza Öztürk, İslam Varlı, Ali Manzak, Haşim Bektaş, Sebahattin Gündem, İbrahim Piyade, Hasan Sandıkçı, Mehmet Şen, Hasan Tahsin Varilci, Ahmet Ulaş, Şevket Kehribar, Ali Acar, Şükrü Karaca, Necdet Akdoğan, Hikmet Yaka, Hasan Yazgan, Mahmut Danışman ve Hasan Albayrak gibi ismini saydığım, sayamadığım ve bugün çoğu sonsuzluk alemine göçen büyüklerimizin yanında resmi ve kamusal görevleri nedeniyle kendisini açık edemeyen yüzlerce dava adamı, esnaf, tüccar, meslek erbabı davanın Samsun önderleri olmuş, bayraktarlığını yapmışlardır.

Bağımsızlar Hareketinden (1968) itibaren Türkiye’nin her yerinde olduğu gibi Samsun’da da bu davanın bağımlıları ve sevdalıları yola koyulmuş, mücadele için kolları sıvamışlardır. Bugünkü idealist nesle öncülük eden ve her bireri rahmet ve minnetle yad edilecek o nesle açıkça ifade etmek gerekirse bugün sadece devleti yönetenler ve hatta bu ülkenin insanları değil, huzur, barış ve insanca yaşamanın özlemini çeken tüm insanlığın minnet ve şükran borcu vardır.

Bendeniz Erzurum‘da İslami İlimler Fakültesi öğrencisiyken aynı zamanda yeni kurulan MSP’nin Erzurum Gençlik Teşkilatı Başkanlığına getirilmiş, siyasi çalışmaların, bir kısmında Erzurum’da bulunmuş, Milletvekilliği genel seçimi (14 Ekim 1973) yapıldığı ve yaz tatiline tevafuk ettiği için seçim çalışmalarının çok büyük bir kısmını Samsun’da geçirmiştim.

Kısmen Erzurum’un seçimlerinde çalışmış olsam da mesaimin büyük bir kısmını Samsun seçimlerinde geçirmiş, eski halin karşısı bedestenin bitişiğinde eski bir binanın ikinci katı olan parti binasında gece- gündüz çalışıyor, program hazırlama, gündüz köy ve mahallelere gitme, hatta miting meydanlarında konuşmak gibi görevlerim vardı.

Gece-gündüz, tabirimi kinayeli bir lafız olarak düşünmeyin, gerçekten şehirde evimiz olmadığı ve çok yoğun bir mesainin içinde bulunduğumuz için, esasen küçük bir mekan olan partimizin matbu afiş ve boya kokularıyla yoğrulu materyallerin olduğu bir odada kanepede yatıyor, sabah namazla mesaiye koyuluyordum. Adeta bir amele gibi partime ve davama hizmete koşuyordum. Takribi iki ay mesaimi parti binasında vermiştim.

Tüm bu vazifeler arasında beni en çok yoran ise, Mecidiye caddesindenki, Yakalar konfeksiyon mağazasının ranza katında sahipliğini merhum Hikmet Yaka, Yazı İşleri Müdürlüğünü de benim yürüttüğüm ve tüm hazırlıkları, mizanpajı, haber ve köşe yazıları benim tertip ve düzenlememden geçen, ismi de amblemi de Anahtar (MSP’nin amblemi) olan Anahtar Gazetesi’ni çıkarmak olmuştur.

Tabii günlük değil haftalık olan bu gazeteyi çıkarmak, kurşun harf puntolarını ayna karşısında okuyup yanlışları cımbızla çekilen harflerin yerine doğrularını koymak suretiyle düzeltmek, adayların resimlerini veya her hangi bir haberin resmini gazeteye basmak başlı başına bir meseleydi. O ahvali bugün dijital ve internet ortamında istediği yazıyı yazıp, istediği resmi dünyanın bir ucuna anında aktarabilen genç nesle anlatmak imkansızdır.

Resimlerin kurşun tabletler halinde klişelerini çıkarttırmak bile tavassutlarla dahi günler alıyordu. Bir de aday sırasına veya yapılan yanlışlığa itiraz ve tepkisi olanların haber ve resimlerini yayınlamak da, doküman almak da çektiğin zahmet de işin cabası.

O zamanlar zannediyorum Samsun’da düzenli çıkan bir gazete olmadığı gibi, o günkü televizyonlarla gazeteler de siyah- beyazdı. Renklendirme yerel ve mahalli gazetelerde hemen hemen imkansızdı. Tabii haftalık da olsa, o gazetelerin ilçe teşkilatlarına, köy ve mahalle temsilcilerine ulaştırılması başlı başına bir meseleydi. Haftalık bin- iki bin adet çıkan gazetenin seçim haftası, yanılmıyorsam 12 Ekim 1973 cuma günü 30.000 adet basılıp dağıtılabilmesi de çok zor bir işti.

Şimdiki gibi herkesin aracı yok. Partimizin üst düzey Samsun yöneticilerinin bile bir kaç tanesinin otomobili var. Tabii, Erbakan Hocamızın Samsun’a geldiklerinde Samsun ve bölge seyahatlerini yaptığı merhum İslam Varlı Beyin o gün için en lüks, yeni ve modern otomobili var.

Bunları söylememin nedeni o gün hizmet ve imkanların ne kadar zor ve az olduğunu anlatabilmektir. Daha önceden, Samsun Büyük Camii‘nin hemen karşı arastasında bulunan ve yanlış hatırlamıyorsam Öztürk Kırtasiye ismini taşıyan dükkanında zaman zaman Ali Rıza Hocamı görmüştüm. Ancak benim dostluk, abi-kardeş ilişkim daha çok 1973 seçimleri, MSP Milletvekili adaylığı, sonraki süreçlerde il başkanlığı, MSP genel idare kurulu azalığı, hatta üçüncü Büyük Kongre Divan Başkanlığını yönetmesi süreçlerinde Hocamı daha iyi tanıma fırsatım olmuştur.

Hatta hiç unutamayacağım hatıramız ise 1973 seçimi öncesi, şimdi zamanını çok iyi hatırlamıyorum ama, sıcak bir yaz günüydü. 14 Ekim 1973 seçim günlerine yakın bir tarih olabilir. Ali Rıza Hocamın özel otomobiliyle büyük Konya mitingine gidişimiz, merhum Erbakan Hocamızın o büyük meydanda on binlerce insana yaptığı konuşma ve o seyahatte hem Ali Rıza Hocamı, hem de o gün Samsun’un Milli Görüş siyasetinde yer alanlarını farklı bir boyutta tanıma fırsatım olmuştur.

Taviz vermez

Prensiplerinden asla taviz vermediğini, doğru bildiği hiç bir konuda geri adımı olmadığını bildiğim, gerçekten örnek alınacak bir siyasi kimlik olan Ali Rıza Hocamızın, İl Başkanları toplantılarında, hemen her toplantıya- belki de kendinden kaynaklanmayan nedenlerle- geç gelen Erbakan Hocamızı çekinmeden rahatlıkla ve hem de tabir caizse en acımasızca eleştirebilen Ali Rıza Hocayı, partinin üçüncü büyük kongresinin divan başkanlığına aday gösterip seçtirmesi, yüzlerce üniversite mezunu partili ve üst düzey görevli varken böyle onurlu ve şerefli bir görevi ona verdirmesi, Samsunlu çok iyi fark edemese de, Ali Rıza Hocamıza, Erbakan Hocamızın verdiği değeri göstermesi bakımından çok önemlidir.

Filhakika, o kongrede divan başkanlığı yaparken, kendi iradesi dışında aday gösterildiği Gik üyeliğini yedi oy farkla kazanıp, bakanlık yapmakta olan muhterem Hasan Aksay ağabeyimizin liste dışında kalmasına sebep olması, kendi deyimiyle; Mamak Muhabere’de takribi bir yıl mahkumiyet, bir diğer ifadeyle askerlik, Medrese-i Yusufiye’de manen terakki, imtihan ne derseniz deyin, 12- Eylül-1980 darbesinin sonucunda bedel ödeyen, cihadını cezaevleriyle taçlandıran ender insanlardan birisi olmuştur.

Yeri geldiği için Gik üyeliğine seçilişi ve sonucuna dair bizzat kendisinden dinlediğim ve bir çoğunuzun da dinlediğini zannettiğim şu anekdotu zikretmeden geçemeyeceğim. Yukarda arz ettiğim gibi, Erbakan Hocamızın tensipleriyle MSP’nin olağan büyük kongresinin divan başkanlığını deruhte ederken, hazırlanan Gik listesine Ali Rıza Hocamın ismini de yazdırmış delegasyondan bazıları. Esasen hocanın -ifadesine göre- böyle bir talebi olmadığı gibi, son ana kadar bu listeden de haberi yok.

Oylama yapılıyor. Malum Genel Başkan ayrı bir oy pusulasıyla, GİK’te ayrı bir pusulayla gizli oyla seçiliyor. Ali Rıza Hoca, 7 oy daha az alsa, Devlet Bakanı Hasan Aksay GİK’e girecek. Fakat Hocayı bir kader bekliyor. O arada hala divan başkanı olarak görevinin başında olan Ali Rıza Hocamıza, yanından geçerken hem tebriklerini iletiyor, hem de ince bir serzenişte bulunarak; “Hadi divan başkanlığı gücünü kullandın beni liste dışına bıraktın!” diye söyleyen Hasan Aksay’a, Ali Rıza Hoca hiç bir şey demeden sadece şu ayetin bir bölümüyle cevap veriyor; “Ve sizin hoş görmediğiniz şeyde sizin için hayır vardır…” (Bakara, 216) Kendisi de ilahiyatçı olan Hasan Aksay, bu cevaba daha çok üzülüyor. Yani; “Ben bunu, neyin hayır neyin şer olduğunu bilmiyor muyum” dercesine…

Bilahare 12 Eylül 1980 Askeri darbesi oluyor. Gik azalığı nedeniyle Ali Rıza Hocamız da Mamak’ta cezaevinde yatarken ziyaretlerine diğer dostlar gibi Hasan Aksay Bey de geliyor. Ali Rıza Hocama geçmiş olsun deyince, Hoca ayetin diğer bölümünü de okuyor: “Ve bir şeyi de sevdiğiniz halde o, hakkınızda şer olur.” Hasan Aksay Hocaya diyor ki; “Hoca, o ayetin ilk bölümünü bana kongrede hatırlattığında sana öyle öfkelenmiştim ki, tarifi imkansızdı. Ama şimdi gördüm ki, sen o hatırlatmanda haklıymışsın. Şayet ben senden bir oy fazla alsaydım, şimdi burada sen değil ben yatıyor olacaktım.”

Yukarda askeri darbe tabirini kullandım. Bizde bilinen bir çok darbe asker tarafından yapılmıştır, ancak askeri kullanarak darbe yapan sivil alçaklar, satılmış kansız ve vicdansızlar da darbeler yaptılar. Nitekim, 28 Şubat post modern darbesiyle, (asker ve mahşerin beş atlısı/ sivil kuruluşlar, ) ve 15 Temmuz 2016’da bu milleti yıllarca ağlayarak, sızlayarak, dini ve tüm mukaddes değerleri kullanarak aldatan ve sonra da tüm ülkenin istila edilmesine zemin hazırlayan alçak Feto ve avanelerinin asker ve dış güçleri kullanarak yaptığı çetrefilli darbeler de maalesef vardır ki, bana göre bunların en şen’i ve alçağı 15 Temmuz darbesidir.

Ali Rıza Hocamız, Siyasetin tüm meşakkat ve külfetlerini yaşamış, fert ve aile hayatında hiç bir nimetine, dünyevi karşılığına nail, bir anlamda da talip olmamıştır. Nitekim, başta MSP’nin merkezi idaresi dahil, yerelde hizmet verenleri o gün (1973) ısrarla milletvekili adayı olmasını istemiştir. Hatta kendisi seçime girerken teşkilatın önünde ve başında hizmette bulunmasının doğru olacağını söylemesine rağmen, liste başı adaylık ısrarı ve maalesef siyasetin içerisinde var olan bir kısım hesap, oyun ve düzenler sonucu ikinci sıradan aday edilmesine de tepki vermiştir.

Neticede 14- Ekim 1973 seçimlerinde Samsundan ikinci milletvekilliği ve bir senatörü bin küsur oyla kaybettik. Dolayısıyla da emekli hakim merhum Mahmut Danışman senatörlük, Ali Rıza Hocamız da bin civarındaki oy eksiğiyle milletvekillik görevleri ve hizmetlerini ifa edemediler. Hani diyoruz ya; “Kaderin üstünde bir kader vardır” diye. Evet sonuçta mukadderat diyoruz her şey için.

Bir kaç hatıra

Benim 1985 yılında Hollanda dönüşümde, Diyanet İşleri Başkanlığı Eğitim Şubesi Müdürlüğüne tayinim için başlatılan işlemi durdurup, Havza ilçesine Müftü olarak gelmem için ısrar eden, Havza ve ardındaki serüvenlerin yaşanmasında ilahi takdirin yanında, yegane müsebbip Ali Rıza Hocamdır.

Akçakoca’ya, Havza’dan müftü tayin edilmemden kısa bir müddet sonra, 1991 seçimlerinde Samsun birinci bölgeden milletvekili adaylığım için beni adeta zorla ikna eden, Samsun’daki çalışmalar ve yine diyelim ki siyasetin doğasında var olan bazı farklı senaryolar karşısında, en sevdiğini bildiğim insanlara ve yaklaşımlarına tavır koyan, dik ve onurlu duruşunu hiç bir mülahazayla terk etmeyen, doğru ve Hak bildiği ne varsa o sözü ve fiili esirgemeyen bana göre müstesna ve model şahsiyettir.

Bugünkü Müslümanların hal-i pür melalini ifade etmesi bakımından hüzünlenip anlattığı şu olay hepimize çekidüzen vermek açısından çok önemlidir. İki vasıflı Müslüman arasında cereyan eden bir anlaşmazlıkta, her iki tarafın kendisini hakem kabul edip, sonra da Allah için verdiği kararı taraflardan birisinin kabul etmeyip; “Hocam, şer-i şerif adına verdiğin karar doğru olabilir. Ancak benim menfaatime uygun düşmediği için verdiğin kararı kabul etmiyorum!” beyanı, Müslümanlar adına Hocayı yıkan ve derinden yaralayan hususlardan birisi olduğu için, bu hadiseyi yakın dostlarıyla hangi noktalara savrulduğumuzu görmemiz bakımından ibret olsun diye anlatırdı.

Hoca, işi eveleyip gevelemeyi hiç sevmez. Kesin ve bir anlamda radikal kararlarla hedefe varılmasını, onun için adeta, zamanla yarışarak mümteni denebilecek bir kısım başarılara imza attığını herkes bilir. Bunların başında Samsun Yüksek İslam Enstitüsü binasına o günkü şartlarda başlanıp bir kaç ayda bitirilmesi hadisesidir ki ne o zamanın Milli Eğitim Bakanı Ali Naili Erdem, ne de Başbakan Demirel böyle bir şeyin gerçekleşebileceğini adeta tahayyül bile edemiyorlardı.

Enstitünün açılması, yeni bina yapma, adeta ölümü gösterme şartına bağlanmış, o gün merhum Ali Rıza Hocamız ve etrafındaki dostları bu işi umulmadık bir şekilde tahakkuk ettirmişlerdi. Bendeniz de o zaman Samsun Müftü Muavini olduğum için birebir ve yakinen bilenlerdenim. Kesin, çabuk ve hızlı karar alma ve sonuca varma ustasıydı. İpe un serilmesi, gevşeklik ve ilgisizlik onun lügatinde yoktu.

Şu hatırayı da kendisi anlatmıştı. Din Görevlileri Federasyonu başkanı merhum İsmail Coşar ve kendisinin de içinde olduğu bir heyetle zamanın Diyanet İşleri Başkanı’nı ziyarete gidip, din görevlilerinin sorunlarını anlatacaklar. Her zaman olduğu gibi o zamanlar da din görevlilerinin çok farklı ve ciddi sorunları, klikler arası sürtüşme ve sıkıntılar var.

Reisin yanında bulundukları esnada bir ilçe Müftüsü pürtelaş içeri, makama girerek kendisini tanıtır ve reise ölüm tehdidiyle karşı karşıya kaldığını, ilçesindeki bir grubun hanesine tecavüz ettiklerini, evinin kapısına kanla yazı yazdıklarını, dolayısıyla, evin arka penceresinden kaçarak geldiği ve çocuklarını dahi alamadığını, şimdi ise, değil müftülük imamlık, müezzinlik dahil Türkiye’nin istedikleri yerine tayininin yapılmasına razı olduğunu, bu ölümcül hadiseden kendinin ve ailesinin kurtarılması gerektiğini söylemesi karşısında, zamanın Diyanet İşleri Başkanı gayet sakin ve soğuk kanlı bir şekilde; “Hoca efendi! Agah ve mütenebbih olunuz, telaşlanmayınız. Sizin durumunuzu düşünmeye, vakit ayırmaya gayret edeceğim!…” deyince, Müftü boynunu bükerek dışarı çıkmış.

Ali Hoca ve ekibi hayretler içinde.. Böyle bir hadiseye yaklaşım tarzı onları tabii derinden üzmüş. Reis bu sefer İsmail Coşar başkanlığındaki ekibe dönerek sebeb-i ziyaretlerini sorunca, Ali Rıza Hoca dayanamamış ve; “Hocam! Bu derece hayati bir konuda, müftünün ölümle yüz yüze geldiği bir hadise karşısında bile; durumunu düşünmeye vakit ayırmaya gayret edeceğinize göre, bizim arz edeceğimiz hususa hiç ama hiç vakit ayıramazsınız. Biz çayımızı içip çıkalım…” der ve maksatlarını ifade etmeden ayrılırlar.

Dava adamıdır

Her alanda olduğu gibi siyasette de, vakur, kişilik sahibi, prensip ve kurallara harfiyen uyan, zamanı en iyi kullanan, “sözünü dudaktan- gözünü budaktan esirgemeyen” bir modeldir Ali Rıza Öztürk. Davası adına bu derece hassas ve madden kimselerin yapamayacağı derecede de fedakar bir din hizmetlisi, siyaset ve dava adamıdır. Başlı başına kitap olacak hatıraları ve gelecek nesillere örnek olacak hayat, siyaset ve hizmet anlayışı umarım sevenleri ve eli kalem tutan dostları tarafından kitaplaştırılır da gelecek nesillere aktarılıp tanıtılır.

Ben, kısa bir şiirle de olsa, onu ve hayat hikayesini dostlarına ve gelecek nesillere aktarmaya gayret ettim. Bu cümleden olarak; 2011 yılında yazmakta olduğum O’nun Yolunda İz Bırakanlar adlı şiir kitabımda, manzum hayat hikayelerini anlattığım zevat-ı kiramla birlikte ona da yer vermeyi düşündüğüm için, kendisinden kısaca hayat hikayesini dinledim. Kendileri ne yapacağımı bilmiyordu. Esasen farklı bir konsepte görüntülü kayıt alarak ondan mufassalan hayat hikayesini ve özellikle siyasi hatıralarını dinlemek istiyordum. Ne var ki onu tahakkuk ettiremedik.

Sayın Cumhurbaşkanımıza, 2014 yılı Cumhurbaşkanlığı seçimi öncesi, Samsun ziyaretlerinde Ali Rıza Hocamın ciddi rahatsızlığını arz ettiğimde, memnuniyetle ve özellikle kendilerini ziyaret etmek ve geçmiş olsun demek arzusunda olduklarını ifade ettiler. Vali, milletvekilleri, belediye başkanları ve bir kısım dostlarla ziyarette basının kaydettiği bazı bölümler dışında benim elimde görseli olmayan hocamın, hayat hikayesini o kitabımda şöyle anlatmışım;

ALİ RIZA ÖZTÜRK HOCAMA

Bin dokuz yüz kırk iki, Şalpazarı, Sütpınar,
Doğduğu köy ve Samsun onu minnetle anar.

Henüz sekiz yaşında hıfzını tamamladı,
Bir-çok saygın hocadan ilim ve feyiz aldı.

Yaptırınca hıfzını baba Mehmed Efendi,
Mustafa Tütüncü’ de kıraat dersi verdi.

Abdülvehhab Efendi, şer’i ilimler, usul,
Okutunca hocaya, maksuda oldu vusul.

Tashih-i huruf dersi Mehmet Eren hocadan,
Ben de yetiştim ona, Hak razi olsun ondan.

Trabzon’un vaizi, Mehmet Sönmez Efendi,
Mezun etti hocayı, ona icazet verdi.

Arapca, usul,mantık,fıkıh,hadis ve kelam,
Hocalarına olsun sonsuz saygı ihtiram.

Dokuz yüz altmışlarda Samsun’a nakl-i hane,
Kader örer ağını, hepsi birer bahane.

Sonunda karar kıldı, Samsun’da etti iskan,
İlmi sohbet mekanı, nerde açtıysa dükkan.

Kur’an Kursunda hoca, kürsüde vaiz,hatip,
Hizmet aşkıyla aldı o sayısız meratip.

Samsun’da insanlığa hizmete oldu memur,
Gece-gündüz koşturdu, kolay değil bir ömür.

Sıcak-soğuk, yaz ve kış, hayra mevkuf bir hayat,
Ne kendi ne dostları edemez istirahat.

Fahri kurs hocalığı, ardından resmi görev,
İrşad için koşuyor, Müslümanlara ev-ev…

Vaizlik sınavını kazanır görev almaz,
Ona göre hizmetler memuriyetle olmaz.

Çünkü hocası ona, fahri görev,ticaret
Yap, Ebu Hanife ol, kimseye etme minnet.

Açtı bir kitabevi, düşünüldü gereği,
Allah zayi etmedi bu hayırlı emeği.

Din görevlilerinin dernek, Federasyonu,
Her türlü Hayri hizmet artık bekliyor onu.

İmam-Hatip Mektebi, Kur’an Kursu, camiler,
Enstitü, ilahiyat ve daha neler-neler.

İlim Yayma Derneği, başkan İslam Vakfında,
En küçük menfi bir söz, söylenemez hakkında.

Gece-gündüz durmadan koşar ve hizmet eder,
Dokuz yüz yetmiş üçte; “Merhaba siyaset!…” der.

MSP il başkanı, aday vekillik için,
Bunca hizmete rağmen, seçilemedi, niçin ?

Çünkü siyasette var, entrika, farklı kural,
Sonunda karar verir kaderin, bir de kral!…

On iki eylül seksen darbesinde o mahküm,
GİK azalığı ona giydirdi böyle hüküm.

Üçüncü Büyük Kongre, olur divana başkan,
GİK üyeliği için adeta doğar imkan.

Bakan Hasan Aksay’a atınca yedi oy fark,
Böylece Mamak olur, Ali Hocama durak.

Mamak Muhabere’de tutukluydu yedi ay,
Allah yolunda ecir, alınmıyor ki kolay…

Hocam her türlü ecre oldu dünyada nail,
Ahirette olmasın mükafatları zail.

Rabbim ihsan eylesin sağlık ve sihhatini,
Ömrünü müzdat etsin, sildirmesin adını.

29 Kasım 2014 tarihinde irtihal-i dar-ı beka eyleyince, kaleme aldığım şiirimle ise şöyle seslenmek istemiştim:

O BİR ÇINARDI

Ah!… Yirmi dokuz kasım, iki bin on dört günü,
Ve bir dev çınar göçtü, Samsun’um mahzun yine.

Ali Rıza Öztürk’ün duyunca öldüğünü,
Hocayı sevenlerin ateş düştü kalbine.

Sadece Samsun değil, tümüyle Karadeniz,
Akın akın geldiler, onun cenazesine.

İnandık iman ettik, hepsine kader deriz,
Başa gelen ne varsa, ölüm hakikatine…

Evet ölüm bir gerçek, bir son ve bir iptida,
Bir ayrılık, bir gurbet, göçtür gerçek yurduna,

Gelir ilahi davet, yaratandan bir nida,
Öyle ani yolculuk bakamazsın ardına.

Ne gelişin soruldu, ne gidiş sorulacak,
Yaptığın- yapmadığın bu dünyada ne varsa,

Hesap ve tartı için bir mizan kurulacak,
Bundan kesin ne vardır, akıl bunu anlasa!?

İyilik ve kötülük, zulüm ile adalet,
Karşılık bulmamışsa, gayr-i adil dünyada,

Bunca zulüm, kan dökme, hırlı-hırsız hıyanet,
Hesabı sorulmaz mı mahkeme-i kübrada?!.

Ali Rıza hocam mı? O hayır fabrikası,
Kur’an Kursu, Cami’ler; İmam-Hatip binası,

O bir ilim adamı, o Hakkın davetçisi,
Ona Cennet’ler versin Yaratan’ı Mevlası…

Biz şehadet ederiz, Rabbim sen de şahit ol,
Cennet hazinesinden verilsin ona bol bol,

Hocam kapanmayacak hizmetin, açtığın yol,
Çektiğin hastalıkla dileriz sen şehit ol…

Bu vesileyle tekrar hocamız ve tüm ebediyete göçenlerimize rahmet ve sayısız fatihalar, hayatta olanlarımıza da istikamet üzere uzun bir ömürle muammer olmayı diliyorum. Bu makale hocamızı anma programı için vaktiyle kaleme alınmış, kısmi değişikliklerle güncel hale yeniden getirilerek siz okuyucularımızın istifadesine sunulmuştur.

Musa Uzunkaya/ İrfanDunyamiz.com

Gönül Dünyamız ↗

Gönül insanlarına dair bam telinize dokunacak yazılar okumak için tıklayın.

İrfan Mektebi ↗

Sevdirici, müjdeleyici üslupla yazılmış hayata dair yazılar okumak için tıklayın.

Şunlara Gözat

Bize nasıl kıydınız?

Bir otobüs yolculuğundayım, yolcuların birçoğu uyuyor. Önlerindeki ekranlardan akan pislikleri izleyerek günah bataklığına batanlar da …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.