İsmailağa’da Fikri Efendi’yi ziyaret ettik…

Günah ve isyanlarla dolu bu şehrin içerisinde öyle bir yer vardır ki bunca çürümüşlüğe inat varlığı ile Müslümanlara umut olur. Orası Mahmud Efendi Hazretleri ve İsmailağa Camii ile özdeşlemiş olan Fatih/ Çarşamba mahallesidir. Birçok güzel insanın yolu oradan geçmiştir. Dervişlerin sığınağı, ilim talebelerinin yuvası olmuştur. İsmailağa şimdiye kadar nice güzel güller yetiştirmiş, yetiştirmeye de devam etmektedir.

İsmailağa’da yetişenlerin bağırları yanık, gönülleri merhametli ve yumuşaktır. Vicdanları ise körelmemiştir. Her birisi İslam’ın derdiyle dertlenmiş, ahir zamanın fitnelerine karşı uyanık nur yüzlü insanlardır. Zaten Mahmud Efendi Hazretleri gibi bir Allah dostunu sevenlerden de ancak bu beklenir. Cenab-ı Hak hepimizin hatalarını, kusurlarını bağışlayıp bizleri Habib-i Edib’i Muhammed Mustafa sallellahu aleyhi ve sellem’e layık bir ümmet eylesin.

Hoca fabrikası

İsmailağa adeta bir hoca fabrikasıdır. Bu ilim merkezinde yetişen pek kıymetli birçok hocaefendiyi tanırım. Kimilerini zaman zaman ziyaret ederim. Bu hocalarımız içerisinde öyle güzel insanlar vardır ki kendileri ilim sahibi oldukları halde yeryüzünde hep tevazu ile yürürler. İlim aşığıdırlar; sanki şarzı prize takmış gibi her an bir motivasyon ile insanlara güzel dinimizi anlatma heyecanı içerisindedirler. Onların gözlerinden her zaman samimiyet okunur.

Merhum Metin Balkanlıoğlu Hocamız bu güzel hocalardan birisiydi. Kendisi ile çeşitli ortamlarda görüşmenin yanı sıra telefonda görüşür, çoğu zaman da mesajlaşırdık. Vefat etmeden önce birkaç yıldır hemen hemen her gittiği yerden sesli veya yazılı mesaj gönderir, “Aydın kardeşim” diyerek gönlümüzü alırdı. Belki benim gibi yüzlerce insana bu şekilde özel mesajlar göndererek onlarla olan dostluğunu taze tutuyordu.    

Merhum Metin Hoca’yı tanıyanlar bilir ki o şahsiyetini dostluk ve kardeşlik potasında eritmiş, Allah’ın kullarını bağrına basmayı başarmış bir gönül insanıydı. Allah Teâlâ’nın gönlüne düşürdüklerini kendine has üslubuyla insanlarla paylaşır, vaktini en fazla davet ile değerlendirirdi. Gittiği yerlerde hizmetini ifa ederken de ön plana çıkmaz, nefsine pay çıkartmaz, adeta saf kulluğun tadını çıkartırdı. Anlatırlar ki Şam’da bir mısırcının bütün mısırlarını satın alıp oradaki çocuklara dağıtırken; “Bunlar size Mahmud Efendi’nin hediyesi” diyormuş. Yani kendini değil mürşidini ön plana çıkarırdı.

Allah Teâlâ Metin hocamıza rahmet eylesin, onun yerini doldursun. Bir de Mehmud Efendi’ye bende olmuş Aziz Çınar hocamızın oğlu vaiz Mustafa Çınar hocamızın ismini burada anmak isterim. Güzel bir niyet ve bitmek tükenmek bilmeyen gayreti ile fakiri etkilemiş bir hocamızdır. Allah Teâlâ onu ve tüm hocalarımızı nazarlardan ve fitne ateşlerinden muhafaza eylesin. Huzur-u kalp ile bu ümmete hizmet etmeyi cümlesine nasip eylesin.

Bu görsel boş bir alt niteliğe sahip; dosya adı manzara-hatiralarin-izinde-hatira-arsivi-anilar-gecidi-irfandunyamizali.jpg

Kervan yürüyor

İsmailağa’dan feyz almış hocalarımızı saymaya kalksak buna güç yetiremeyiz. İşte İsmailağa ümmet adına böyle bereketli bir ilim irfan membaı olunca tabi ki şeytan da boş durmuyor ve oraya fitne sokmak için elinden geleni yapıyor. Nitekim öyle de oldu. Mahmud Efendi Hazretleri vefat edince yine kendisi gibi nurani bir zat olan Hasan Kılıç Efendi’ye vazife intikal etti. Cemaatin dışından birisi olarak biz de bu zatın ismini ilk defa cenaze merasimindeki anonsla duyduk. Sonrasında da elinden yüzünden nurlar yağan böyle güzel bir zatın varlığından haberdar olduğumuz için çok sevindik.

“Ko gülen gülsün/ Hak bizim olsun/ Gafil ne bilsin/ Hakkı sever var” diyen Yunus Emre Hazretleri ne güzel söylemişti. Hakkı sevenleri bazı kimselerin tanıyamaması normaldi. Vefatına yakın bir dönemde çok sevdiğim ve hürmet ettiğim İhsan Şenocak Hocaefendi’ye bir mesaj göndererek cemaat içindeki fitne ateşinden dert yandığımda; “Onun kalbini kıranın vay haline” diyerek sesli bir cevap göndermişti. Bunu da önemli bir şahitlik olarak tarihe not düşmek isterim.

Hasan Efendi Hazretlerinin de vefatıyla ismini daha önce hiç duymadığım Fikri Efendi Hazretleri emaneti devraldı. Yüzyıllar boyunca şeyh efendiler vefat ettiğinde kimi ihvan kalbini yoklamış ve kendi kapılarına bağlı kalmış, kimisi de kalbine yahut nefsine söz geçiremeyip başka arayışlara girmiştir. Sonuçta bu bir kalp meselesidir, gönlünüz buraya akmamışsa kimseye illa burada kalın denilmez. Onun için biz işin o kısmına karışamayız, “Kişi sevdiği ile beraberdir” der ve yolumuza devam ederiz. Kalbi karartan fitneli konulara ise girmemeye çalışırız.

Kalbim ısındı

Fikri Efendi Hazretlerinin ismini de yeni duymuş olduk. Gönül merkezlerimizden biri olan İsmailağa’nın yeni şeyhini elbette merak ediyorduk. O günlerde Fikri Efendi’nin şeyh olduktan sonra cemaate ilk defa hitap ettiği videoyu izledim. Hani bazılarının hatipliği çok kuvvetli olur, etkileyici sözlerle hemen gönülleri fethederler. Fikri Efendi Hazretlerinin konuşması öyle değildi. Sessiz sakin bir hitabeti vardı. Fikri Efendi’nin ağzında dili yokmuş da sanki kalbiyle konuşuyormuş gibiydi. Onun o yumuşak ses tonu sanki başka âlemlerden geliyordu.

Bu zatı görür görmez çok sevdim. Çok farklı ve çok müstesna bir büyük zat olduğuna hüsnü zan ettim. Tanıdığım bir arkadaşa; “Ben müntesip değilim ama böyle bir zatın elini ayağını öperim” dedim. Onun güzel yüzü, alaycıların ateşini arttıran nuru, o pırıl pırıl saflığı ve ancak mürşidlerde olan halleri fakire tesir etti. Fitne kazanlarının kaynatıldığı bir dönemde Fikri Efendi Hazretleri o ilk konuşmasında; Mahmud Efendi’nin kendisine yazdırdığı hadis defterinden teberrüken av bahsine dair hadisler okudu. Öyle ya, bir Allah velisi böyle olurdu, dışarıda kıyamet kopsa o ilimle meşgul olur, gönlünde, kalbinde, aklında ilimden başka bir şey düşünmezdi.

Bu arada bir arkadaş mesaj attı, başvekil olarak başka kıymetli bir hocanın isminin geçtiğini söyledi. Tabi arkadaşımıza bu işin vekillikle olup olmayacağını bilmediğimi söyledim. Bildiğim kadarıyla irşadın mürşid-i kamil ile olabileceğini fakat büyüklerimiz hakkında da olumsuz konuşmayacağımı ilave ettim. Çünkü fakirin tasavvuf kitaplarından okuduğu buydu. İlla bir mürşid-i kâmil gerekir diyordu büyükler. Ne güzel söylemiş Niyazi Mısri:

Mürşid gerektir bildire Hakk’ı sana Hak-kal yakîn
Mürşidi olmayanların bildikleri güman imiş

Her mürşide dil verme kim yolunu sarpa uğratır
Mürşidi kâmil olanın gayet yolu âsân imiş

İlk ziyaretim

Fikri Efendi Hazretlerine kanımız ısınmıştı, onu çok sevmiştik ve artık onu bir an önce ziyaret etmek istiyorduk. Fakat bütün Allah dostlarına gitmeden önce; “Bu kötü halimle nasıl huzuruna gideceğim, hangi yüzle elini öpeceğim, buna layık değilim” gibi düşünceler kaplar içimi. Bir taraftan gitmeyi çok isterken, bir taraftan da; “Senin gibi günahkârı kim ne etsin” diye içimden geçiririm.  

10 Mayıs 2024 günü işte tam da böyle duyguların içerisindeydim yine. İman ve dava adamı muhterem Prof. Dr. Ahmet Akgündüz Hocamı Sultanahmette’ki Osmanlı Araştırmaları Vakfı’nda ziyaret ettim. Hatta hocamız o gün “Ehli Sünnet’in avukatı Aydın Başar ile vakıfta sohbet eyledik” diye fotoğrafımızı sosyal medyada paylaştı. Ben kim Ehl-i Sünnet’in avukatı olmak kim? Belki ahirette işime yarar diye “dua” niyetine bu hatırayı kayıt altına almak istedim.

 Ahmet Akgündüz Hocamızın yanından ayrılınca Fatih’e geçip İsmailağa’ya gitmek istiyordum. Ancak demin de arz ettiğim iç konuşmalar yüzünden oraya değil de Eminönü tarafında doğru yöneldim. Tahtakale’nin alt taraflarından Haliç’e doğru bir saat kadar mahalle aralarında yürüdüm. Geçtiğim yerlerin isimlerini bilmiyorum. Ara sokaklar olduğu için otobüs ve minibüs de görmedim. En sonunda bir otobüs görünce merkezi bir yere götürür, oradan da eve geçerim diye düşünerek otobüse bindim.

Otobüsün nereye gittiğini bilmiyordum, çünkü aceleyle yetişmiştim. Bir müddet sonra otobüs İsmailağa Camii’nin yanından geçti ve durakta durdu. Ben de; “Mevla herhalde ziyaret nasip edecek” diye düşünerek o durakta indim. İkindi namazına yarım saat vardı. Caminin yakınındaki bir tatlıcıdan bir dilim tatlı yedikten sonra namaza camiye geçtim.

Namazdan sonra; “Fikri Efendi Hazretlerini nasıl ziyaret edebilirim” diye oradakilere sordum. Ziyaret yerini gösterdiler, herkes sırayla sandalyede oturan Fikri Efendi’nin önüne diz çöküyor ve bir iki cümle konuşup, musafaha yapıp ayrılıyordu. Sıra bana geldiğinde kendimi tanıttım; “Efendim sizi çok seviyorum” dedim. “Allah birbirimize sevgimizi arttırsın. Memnun oldum” dedi. Gülümsedi ve birkaç kelam daha konuştuk. Elini öpmeye yeltendiğimde ise hızla elini çekmişti.

Onu gördüğüm zaman çok güzel duygular hissetmiştim. Ancak mürşid-i kâmilleri ya da Allah dostlarını ziyaret ettiğimde hissettiğim duygulardı bunlar. Ona karşı hüsnü zannımı doğrulayan çok güzel duygulardı hem de. Böyle bir huzuru, böyle bir tatlılığı nasıl tarif edeyim şimdi? İstanbul’un orta yerinde böylesine saf kalmış, duygulu ve ipek gibi yumuşak sesli bir mürşid… Hâsılı kelam o anlara doyamadık. Haşa ki biz bu sözlerle bu zatlara değer katacak değiliz. Sözümüzün konusu böylesi bir zat olunca, asıl onlar sözümüze değer katmış oluyor.

İkinci ziyaret

26 Haziran 2024’te Sultan Ahmet’teki Osmanlı Araştırmaları Vakfı’nda dava ve iman adamı Prof. Dr. Ahmet Akgündüz Hocamızın vakfında mütevazı bir sofrada muhterem Dr. Abdulkadir Erbalcı Bey ve birkaç davetli ile birlikte öğle yemeği yemiştik. Orada misafir olan ve Urfa’da vaizlik yapan Dr. Şemsettin Karcı Hoca ile tanıştık. Kendimi fahri bir Urfalı olarak gördüğüm için çıkışta Urfa’dan gelen Hocamızın peşine takıldım, beraber Fatih’e geçtik.

Fikri Efendi Hazretlerinden konu açılınca; “Dilerseniz ziyarete gidebiliriz” dedim. “O kadar kolay ziyaret edilebiliyor mu?” dedi. “Hocam biliyorsunuz bu işler kalple ilgili, gönülden istersek neden olmasın?” dedim. Tevafuka bakın ki hiç planlamadığımız halde bugün de Ahmet Akgündüz hocadan sonra Fikri Efendi’yi ziyaret nasip olacaktı. Yani bir ay önce de aynısı olmuştu ve her ikisi de plansızdı.

Yürüyerek İsmailağa Camii’ne gittik ve ikindi namazını orada kıldık. Namazdan sonra oradakilere kendimizi tanıtıp ziyaret etmek istediğimizi söyledim. Bir müddet misafir odasında bekledikten sora bizi Fikri Efendi Hazretlerinin bulunduğu odaya çağırdılar. Şemsettin Hoca ile birlikte Fikri Efendi’nin önüne diz üstü oturduk. Kendimizi tanıttık. Fikiri Efendi Şemsettin Hoca’ya mezuniyetini, yurt dışı denkliğini vs sordu. Bir müddet sohbet ettiler. Ben de öğretmen olduğumu, ikinci kez ziyaret ettiğimi ve kendisini çok sevdiğimi söyledim.

Şemsettin Hoca; “Allah mübarek etsin” tarzı bir ifade söyleyince Fikri Efendi seksen küsur yaşında olduğunu söyledikten sonra; “Ben artık bu yaşıma geldim ölümü bekliyordum, böyle bir şey nasip oldu. Hiç aklımda yoktu” dedi. Şemsettin Hoca’yı en çok etkileyen sözü de belki de bu olmuştu. Çünkü çıkışta bu sözüne şaşırdığını söyleyecekti. Öyle ya onun hiçbir beklentisi yokken, çeşit çeşit hastalıklar ve yaşlılıkla imtihan olurken bir nasip ile altın silsileye halka olmuştu.  

Kahve içtik

Edep gereği sözü uzatmadan müsaade istedik. Elini bir önceki görüşmede de öptürmemişti bu sefer de yine aynı şekilde çekti. Fakat bu sefer biz ayağa kalkınca; “Kahve ikram edelim size” dedi. Bizden karşıdaki koltuklara oturmamızı istedi. Fakir çok şaşırmıştım; “Ziyaret nasip olur mu?” diye düşünürken bir de kahve mi içecektik… Nasip olunca her şey olur, olmayınca olmaz efendim. Şeyhlik de aynı böyle bir nasip işidir. Nasibi olana görev intikal eder, nasibi olmayan ise hakkına razı olmalıdır. Yoksa Allah muhafaza manevi cezalara uğratılır.

Kahvenin hazırlanması, gelmesi, içilmesi derken yaklaşık 15 dakika kadar Fikri Efendi Hazretleri ile sohbet etmek nasip oldu. “Efendim merhum Metin Balkanlıoğlu hocamızla muhabbetimiz vardı” deyince Fikri Efendi çok neşelendi: “Ne kadar farklı, ne kadar güzel bir insandı” dedi. Sohbet esnasında yüzünde gülücükler açıyordu. Bundan cesaret alıp; “Bir fotoğraf çekinsek olmaz mı efendim?” dedim. Bizi kırmamak için çok dikkatli bir şekilde; “Onu sevmiyorum” dedi. Yine aynı nazik üslupla şunu ilave etti: “Mahmud Efendi Hazretleri fotoğraf çekelim diyenlere. Bunlar çocukça şeyler derdi” dedi.  

Onun her halinden, her sözünden kemalatın yansımaları okunuyordu. Fakat fakir madem böyle bir fırsat elde etmişim konuşmadan duramazdım. “Efendim bu fakir biraz fazla konuşuyor, beni affedin. Bir duygumu paylaşmak isterim” dedim. İzin verince şunu söyledim: “İnsanlar çeşitli yerlerden bu dergâhlara gelip; ‘Biz kendimizi düzeltmek istiyoruz, nefsimizi terbiye etmek istiyoruz’ diyerek boyun büküyorlar. Fakat bazıları boyun bükerek girdikleri bu dergahı yıllar sonra bombalıyor yahut karalıyorlar.”

Bu sözlerim karşısında Hazretin ne demesini beklersiniz? “İnşallah hepimiz iyi olur, iyi şeyler nasip eder Allah” gibi dua cümleleri söyledi sadece. Ben tabi hızımı alamadım: “Efendim özür dilerim, Mevla bu kapıyı muhafaza eder, yanlış insanlardan korur” dedim. Bütün bu sözlerimizi güler yüz ve tevazu dolu ifadelerle karşıladı ve sadece dua cümleleri ile mukabele etti. Mürşidlerin huzurunda çok konuşmak doğru değildir ancak onların da kemali bizim gibi cahiller karşısında belli oluyor.

Konuşmamız esnasında herkese iyilik diliyor, hiçbir şekilde ismen kimseyi eleştirmiyor yahut; “Falan yanlış yaptı” bile demiyordu. Böyle güzel bir zatın ikramını nasip ettiği için Mevala’ya hamd ederiz. Ayrıldığımız zaman da bizi ayağa kalkarak yine o güzel yüzü ve tebessümü ile yolcu etti. Bir önceki görüşmemizde olduğu gibi ziyaretin kokusu burnumuzu sızlattı.

Fakir bu tarihi görüşmeyi kayıt altına almak istediğim için bu yazıyı kaleme aldım. İnşaallah Rabbim de bizleri evliyaullahı sevenler defterine yazsın. Keşke imkan olsa da bu sefer sessiz sakin konuşmadan mübareğin huzurunda bir kaç vakit dursak… Kişi sevdiği ile beraberdir ves selam…

Aydın Başar/ İrfanDunyamiz.com

Gönül Dünyamız ↗

Gönül insanlarına dair bam telinize dokunacak yazılar okumak için tıklayın.

İrfan Mektebi ↗

Sevdirici, müjdeleyici üslupla yazılmış hayata dair yazılar okumak için tıklayın.

Şunlara Gözat

Mutluluk bir sırdır…

Mutluluk mutsuzluğun içinde bir sırdır. Mutsuzluk da mutluluğun içinde bir sırdır. Daimi mutluluk yoktur. Yedi …

2 Yorumlar

  1. Maşallah hocam. Resmen bizi de şeyh efendinin feyzine müşterek kıldınız. Elinize sağlık. Allah razı olsun

  2. Ustad bizde gitmis kadar olduk.Ne kadar da duygu yuklu yazi kaleme almissiniz.Rabbimiz hayirlara vesile eylesin.Dostlarinin dizinin dibinde omur gecirebilmeyi en azindan o ugurda hep mucadele edebilmeyi nasip eylesin..Düzce’den selamlar..‍♂️

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.