Konya günlerim böyle başladı…

Konya’nın meşhur hafızlarından Hayra Hizmet Vakfı kurucusu merhum Hasan Hüseyin Varol hocamızın hatıralarını rahmete ve Fatihalara vesile olması niyeti ile yayınlamaya devam ediyoruz.

1945’lerde benim hatırladığım kadarıyla ülkede jandarma egemenliği vardı. Özellikle köylerde her şey onlardan sorulurdu. Jandarmanın korkusu bütün köylülerin içine oturmuştu. Caminin önünde namazdan önce köy halkı namazı beklerken otururlardı.

Bir ara karşı sokaktan jandarmanın geldiğini gören köylüler, başlarındaki örmeden yapılmış takkayı, aniden başından alıp altına koydu ve üzerine oturduğunu gördüm. İyi ki asker bir şey demeden geçip gitti. Fakat adamların benizleri sapsarı kesilmişti.

Gizli dersler

Rahmetli Yusuf Hocam bizi, yukarı mahallede Halil eniştenin evinde okuturdu. Oda biraz geniş olduğu için çocukları içine alabiliyordu. Arı kovanı gibi uğultunun devam ettiği bir ortamda bir ses duyduk. Baktık ki kapıya bir köylü adam gerilmiş; “Hocaam! Jandarmalar geliyor!” deyiverdi.

Şöyle hocaya baktık ki hocanın korkudan benzi sapsarı oldu. Dili tutuldu. Bir şey söyleyecekti, fakat söyleyemedi. İki kolunu yanlara açarak bize dağılın işareti yaptı. Hepimiz neye uğradığımızı bilmeden büyük bir korku içinde her tarafa dağıldık. Ahırlara, samanlıklara, çalıların arkasına, tuvaletlere saklandık. Bir müddet öyle bekledik.

Sonra gördük ki jandarmalar, köyün diğer tarafındaki yamaçta gidiyorlar. Herhalde Ağras köyüne gittiler. Bizler de tehlike geçince saklandığımız yerlerden çıkıp evlerimize gittik. Bu olaylar çocuk ruhumda çok derin izler bırakmış olacak ki hâlâ jandarmalardan korkarım.

Hicret göründü

Yusuf Hoca rahmetli hâlâ köyümüzde imamlık görevini sürdürüyordu. Ben de camide ezan okur, kamet yapar ve Kur’an okurdum. Yani müezzinlik vazifesini ben yapıyordum. Bir gün namazdan sonra aşır okudum.

Taha Suresi’nin baş tarafından okuduğumu hatırlıyorum. Fakat nasıl bir tavırla, nasıl bir ağızla okuduğumu bilmiyordum. Meğer ben aynen Yusuf hocanın okuduğu gibi okumuşum. Namazdan sonra cemaat dağılmış giderken Yusuf Hoca babamı çağırmış. Babam gelmiş; “Buyur Hocam” demiş. Yusuf Hoca babama; “Tahsin Efendi beni iyi dinle sana diyeceklerim var”, “Buyur Hocam!”

Yusuf Hoca; “Ben bu çocukta fevkalade bir kabiliyet görüyorum. Ağzı Kur’an’a çok yatkın, sesi ve nefesi çok iyi. Bu çocuğu götür Konya’da iyi bir hocaya teslim et. Zayi olmasın. Yetişirse Ümmet-i Muhammed’e faydalı olur” demiş.

Bunun üzerine rahmetli babam; “Hocam! Bir kız bir oğlan iki çocuğum var. Bunu göndersem nasıl dayanacağız, başında bizim de gitmemiz lazım. Olur mu bilmem ki?” demiş. Yusuf Hoca hemen; “Senin bu köyde ağır işin mi var, sen de başında git ve bu çocuğu yetiştir” diye cevap vermiş.

Anneme sormuş

Babam eve gelmiş, ama düşünceliymiş. Rahmetli anam; “Ne o herif sende düşünceli bir hal görüyorum. Yoksa birisiyle kavga mı yaptın?!” diye sormuş. Babam; “Hayır avrat, kavga falan yapmadım. Lâkin Yusuf Hoca Hasan’la ilgili; ‘Bu çocuğu götür Konya’da iyi bir hocaya teslim et orada yetişsin. Çocuk çok kabiliyetli, Ümmet-i Muhammed’e faydalı olsun. Siz de başında gidin’ dedi. Ne yapacağımı bilmiyorum, onu düşünüyorum. Sen bu işe ne dersin?”

“Bana sorarsan ben de Yusuf Hocanın dediğini derim. Bizim, bu köyde terk edemeyeceğimiz bir şey yok. Alırız çocuklarımızı gideriz. Çocuğumuzun başında durur onu okuturuz. Sen hemen git bir ev bul da gidelim” demiş. “Bunu kimseye duyurmayalım. İnşallah ben yarın gideyim” demiş babam.

Babam Konya’ya gelince doğruca Büyük Kumköprü mahallesinde bulunan Hasta Mehmetler diye anılan meşhur bir ailenin büyük oğlunun hanımı olan kız kardeşinin yanına geliyor, kardeşiyle ve eniştesiyle görüşüp konuyu anlatıyor. Onlar da sevinmişler, hemen o civardan bir ev bulup kiralamışlar.

Babam köye geldi. Hazırlıklar başladı. Her şey tamam olunca bir kamyona eşyayı yüklettiler biz de üstüne oturduk, köye elveda diyerek yola çıktık. 10 Ekim 1947 yılı sonbahar günleriydi. Konya’ya geldik. Kız kardeşim ve ben ne oluyor ne gidiyor hiç bilgimiz yoktu.

Sabah evin kapısından sokağa baktım. İnsanlar bisikletlerle, motorlarla, at arabalarıyla ve kimisi de yaya olarak çarşıya doğru gidiyorlar. Hiç bilmediğimiz, tanımadığımız bir şehire geldik. Yeni bir hayata burada başlayacağız.

(Not Bu yazı merhum Hafız Hasan Hüseyin Varol Hocamızın “Yaşadıklarım ve Gördüklerim” adlı kitabından kısaltılarak derlenmiştir. Başlıklar sitemize aittir. Geçmişlerimiz için Fatihalara ve dualara vesile olması niyazı ile.)

Hasan Hüseyin Varol/ İrfanDunyamiz.com

Yayın Yönetmeni Notu: Bu hatıran 1940’lı yıllarda geçtiğini düşünecek olursak, o yıllarda ülkedeki korku ve baskı rejiminin karakterini daha iyi anlarız. Köylerde jandarma korkusu ile gizli gizli Kur’an öğretimi yapıldığına dair binlerce hatıradan sadece biri. Unutmayın ki resmi tarih kimin gölgesinde yazılmışsa onun kurgusu ve senaryosu geçerlidir. Gerçek tarih ise yaşayanların bizzat şahitlikleridir. Bu anlamda yazıya geçen bu hatıralar gerçek tarihin ortaya çıkması için önemli bir belge niteliğindedir. Yazının devamındaki şehre göç hikayesi ise bizlere çok güzel bir ders veriyor. Düşünün, 1940’larda bir anne baba sırf çocuğunun Kur’an öğrenmesi için köy hayatını terk ederek, şehre göç ediyor. Üstelik geniş imkanları olan zengin bir aile de değil. Köy şartlarında yetişmiş bu anne baba, bu asil tavırlarıyla günümüzdeki anne babalara da çok güzel bir ufuk açmış oluyorlar. Bütün planlarını çocuğunun Kur’an eğitimine göre hazırlayan anne babalar bugün de kalmış mıdır; ne dersiniz? İşte Hazreti Kur’an’a hizmet edecek nesilleri böyle anne babalar yetiştiriyor.

İrfan Mektebi ↗

Sevdirici, müjdeleyici üslupla yazılmış hayata dair yazılar okumak için tıklayın.

Gönül Dünyamız ↗

Gönül insanlarına dair bam telinize dokunacak yazılar okumak için tıklayın.

Şunlara Gözat

Sünnetin diriltici ruhu…

2020 yılında Ramazan sohbeti için Almanya’nın Ulm bölgesine gitmiştim. Tokat asıllı bir kardeşimizin sünnetle ilgili …

Bir yorum

  1. Babam 1932 Isparta/Eğirdir doğumlu idi. Gölün ortasında Yeşilada (Eski adı:Nis Adası) diye bilinen bir ada var; oradan kayıkla Eğirdir’e gidip geliyor, Eğirdir’de ‘Maşacı Hoca’ nezaretinde hafızlık eğitimi görüyor. Babam yetim büyümüş, babaannesi, yani büyük ninemiz bakıyor ona. Buna benzer hikayeleri ben babamdan da dinledim. Babam, Kuran cüzünü, görünmesin diye,paltosunun içine saklar öyle gidermiş okumaya. Bir kaç defa jandarmalar eve gelip; ‘çocuğun nerede?’ diye sorguya çekmişler ninemizi. 40’lı yıllarda, Anadolu’nun bir çok yerinde buna benzer hadiseler yaşanmıştır.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.