Varlığı okumak…

Bütün hakikatlerin tek kaynağı ve çekirdeği olan Kur’an’ın nüzulüne şahit olduğu için Kadir gecesi Kur’an’da bin aydan daha hayırlı olarak nitelendirilmiştir. Kur’an’ın nazil olan ilk ayetleri insanlığın yeni vahiy ile yani Kur’an’la tanışmasının ilk müjdesi olmuştur. Bu bakımdan ayrıca bir öneme haizdir. “Yaratan Rabb’inin adıyla oku!” (Alâk, 1) Cebrail aleyhis selam’ın Efendimiz’i sıkarak ona tekrar etmesini söylediği bu ayet, Kur’an’ın ilk inen ayetidir.

Bu ayetteki “İkra” (oku) emri müfessirlerce Peygamberimize Cebrail’in getirdiği “Kur’an’ı oku” şeklinde anlaşılmakla birlikte mefulünün olmayışı itibariyle farklı şekillerde de tefsir edilmiştir. En yaygın anlama şekillerinden birisi de bütün müminlere “ilim tahsili yapın” şeklindeki bir öğüt ifadesi olarak anlaşılmasıdır.

Kendini bilen Rabbini bilir

Bazı mutasavvıflar ve İslam arifleri buradaki “oku” emrini geniş bir mana dâhilinde izah etmişler ve bu emri kâinattaki mahlûkatın yaratılış hikmetlerini düşünme telkini olarak anlamışlardır. İnsan ilk olarak tabiata bakar yaratılmışları görür, bu gördüklerinin her birisi Yaratıcı’yı gösteren birer işaret olduğundan onları yaratanın kudretini düşünür. Sonra bu düzen içerisinde kendisini sorgular ve kendi kendine sorar “ben kimim?” diye… Kendisini çözümler, kendi üzerinde düşünür ve nihayet, “Kendini bilen Rabb’ini bilir” hadis-i şerifinin mucibince Rab bi’ni bilmeye doğru gider.

Bu bakış açısıyla insana yapılan “kâinatı oku” telkinini şu şekilde hülasa edebiliriz: Ey insan! Yeryüzünde yaşarken bilinçsiz varlıklar gibi düşünmezlik yapıp da sakın ha başıboş gezme! Yeryüzünde olan biteni anlamaya ve ondaki hikmetleri bulmaya çalış! Marifete yani Hakk’ın bilgisine yaklaş! İlimden kokla! Tabiatın her bir parçası Halık’ının varlığına ve O’nun vahdaniyetine birer işarettir. O halde tabiat kitabını da oku! İnsana baktığında fıtratında, Yaratıcı’yı tanımaya olan apaçık meylini görürsün, öyleyse insanı da oku! (Bkz; Rum, 30)

İnsanların tabiatı ve varlığı okuma düzeyleri birbirinden farklıdır. İnsanların tabiatı okuyup onun hikmetlerini sezmeleri ve bu vesileyle Yaratan’ını bulmaları için Kur’an bazı ipuçlarını vererek insanlığın tabiatı okumasına yardımcı olur. Bu bağlamda Kur’an’da bildirilen yaratılış hikmetlerini insanın düşünmesi zaten kâinatı okuması demektir.

Mesela Kur’an’daki şu ayet insanları kâinat kitabını okumaya yönlendirir: “O sabahı aydınlatandır. O, geceyi dinlenme zamanı, Güneş ve Ay’ı (vakitlerin tayini için) birer hesap ölçüsü kılmıştır. İşte bu, aziz olan (ve her şeyi) pek iyi bilen Allah’ın takdiridir.” (Enam, 96)

İslam âlimlerimiz de bazı ibretlik vakıalara dikkat çekerek kâinat kitabını en güzel şekilde okuyarak tefsir etmişlerdir. Mesela İmam-ı Gazali hazretleri yaratılmışlardaki hikmetleri ibretlik bir dille şöyle anlatır: “Allah Teâla insanda iki el yaratmıştır. Bu eller eşyayı alabilecek şekilde uzun fakat kazık gibi olmayıp uzanıp, toplanmak ve istedikleri şekilde hareket edebilmeleri için eklemeleri vardır. Ayrıca bu ellerin uçları yassı ve enli olup bunların da uçlarına beş tane parmak eklenmiştir. Bu parmakların kendilerine has hareket ve ek yerleri olduğu gibi bir arada veya karmakarışık şekilde yapılmış değillerdir. Çünkü o zaman maksada elverişli olmazlardı. Dördü bir arada başparmak ise ayrıdır. Aynı zamanda bütün diğer parmakların etrafında devredecek durumdadır. Bu eller öyle bir düzenle yaratılmış ki açtığın vakit kürek, az yumduğun vakit kaşık, tamamıyla kapadığın vakit düşmana vuracak şekilde bir yumruk ve silahtır. Parmakları korumak ve daha ince şeyleri yerden alabilmek için, bir de uçlarında tırnaklar yaratmıştır…” (İhya-yı Ulumi’d Din, c.4, s.210)

Kainat kitaptır

Timaios’ta filozof Eflatun kâinattaki mükemmelliklerden birisini şöyle anlatır: “Başlangıçta ciğer yumuşak ve kansızdır, aynı zamanda hava ile içilen şeyleri içine almak için, bir sünger gibi delik delik oyulmuştur. Böylece kalbi soğutur, kalp ısınınca da ona serinlik, askinlik verir.” (Çeviren: Erol Güney, Lütfi Ay, İstanbul, 1997, s.100) Yine bu bağlamda Descartes; “Tanrı’nın kudret ve iyiliğini göstermeyen hiçbir şey bulunmaz.” (Metafizik Düşünceler, Çev: Mehmet Karasan, s.259) der.

Kâinat kitabında her şey mükemmeli bir uyum içerisindedir. İslam kelamcıları kâinattaki bu uyumu Yüce Allah’ın varlığının delili olarak zikretmişlerdir. Kur’an ilk inen ayetinde “oku” dedikten sonra buna “Yaratan Rabbin’in adıyla” kaydını koymuştur. Çünkü kâinat kitabı bu kayıt olmadan layıkıyla okunamaz. Yani sebepler zincirinin en başında Yüce Allah zikredilmeden kâinattaki hiçbir şeye bir anlam yüklemek mümkün değildir. Bir sonraki ayette ise “O insanı alâktan yarattı” buyurarak kâinatta okunması gereken ibretlik bir duruma dikkat çeker. Bu durum insanın nasıl tek hücreyken çoğalarak meydana geldiğini düşünmemize vesile olur.

Alak nedir?

Bu ayetteki “alâk” kelimesi bazı yerlerde “kan pıhtısı” olarak meallendirilse de onun kan pıhtısı olduğunu söylemek doğru olmaz. Onun “rahim duvarına yapışan canlı hücre” olduğu yönündeki görüş daha kuvvetlidir. Merhum Bekir Sadak Hoca “alâk” kelimesinin şu anlamlarına dikkat çekmiştir: “Alaka” bir şeyin askıya asılması anlamına gelir. İki şeyin birbirine geçmesi; alaka kurması demektir. Bebeğin oluşumuna baktığımızda spermanın biri rahmin duvarına yapışınca, öbürü de ceketin askıya asıldığı gibi ona asılınca oluşum başlar. Yani her ikisinin birleşmiş/alaka kurmuş halidir bu.

Cenab-ı Allah burada insanın yaratılışındaki hikmetleri düşünmemizi istiyor. Bir başka ayette de şöyle buyurur: “İnsan, kendisini bir damla sudan yarattığımızı görmedi mi de şimdi apaçık bir hasım kesildi” (Yasin, 77) Yaratılışta bütün insanlar aynı basit sudan yaratıldığı halde Rabbi’ne düşman olan bazı insanlar yeryüzünde “üstün soy” ve “üstün ırk” gibi iddialarda bulunurlar. Bu tip iddiaları taşıyan insanların bilinçaltında bir “aşağılık duygusu” olsa gerektir. Irkçılığın temelinde şeytani bir üstünlük aldatmacası yatmar. Nitekim İsra Sûresi 61’de şöyle buyurulur: “Meleklere; Âdem’e secde edin demiştik, İblis’ten başka hepsi secde ettiler. İblis ‘çamurdan yarattığına mı secde edeceğim?’ demişti.”

Bununla beraber Elmalılı Hamdi Yazır tefsirinde, bu ayetteki “alâk” kavramının “muhabbet ve aşk” anlamına da gelebileceğini söyler. İslam filozoflarından İbni Sina’ya göre eğer Yüce Allah insanlar arasında “aşk”ı yaratmasaydı, insanlar için türün devamını sağlamak, büyük bir külfet olurdu. Bu nedenle bu kavramı Elmalılı Hamdi’nın dediği gibi “aşk ve muhabbet” mânalarında anlamak da mümkündür. Yüce Allah neslin dünyada devamını sağlamak için kadın ve erkeğe birbirine karşı aşk ve muhabbet vermiştir.

Aydın Başar/ Somuncubaba Dergisi

İrfan Mektebi ↗

Sevdirici, müjdeleyici üslupla yazılmış hayata dair yazılar okumak için tıklayın.

Gönül Dünyamız ↗

Gönül insanlarına dair bam telinize dokunacak yazılar okumak için tıklayın.

Şunlara Gözat

Celal Hoca okulun yemeğini neden yememiş?

Seksenine merdiven dayamış olduğu halde İstanbul Yüksek İslam Enstitüsü‘nde vefatına kadar ders verdi. Ona göre …

Bir yorum

  1. Çok Güzel Bir Bilgi İçeriyor, Bu Site Sayesinde Dinimin Zenginliklerini Öğrendim, Siteyi Çok Öneriyorum.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.