Bir zihniyet olarak demokrasi

Demokrasi günümüzde hep bir yönetim biçimi olarak tartışıldığı için, “bir zihniyet olarak demokrasi” meselesi şimdiye kadar neredeyse hiç gündeme gelmedi. Hep demokrasinin iyi bir yönetim biçimi olduğu ön kabulü ile meseleye yaklaşıldı.

Oysa demokrasinin tehlikesi sadece bir yönetim biçimi olmasından kaynaklanmıyordu. Demokrasinin asıl tehlikesi “demokratik kafa” da diyebileceğimiz bir zihniyeti teşekkül ettirmesiydi. Yani onun asıl tehlikesi, bir seçim sistemi olmasından öte bir “dünya görüşü” olması idi.

Demokrasinin Müslüman zihniyetini değiştirdiği, dönüştürdüğü ve hatta fesada uğrattığı hep göz ardı edildi. Demokratik zihniyetin, İslam şahsiyetiyle örtüşemeyeceği, net ve tutarlı bir şekilde ortaya konulamadı.

İslam şahsiyeti

Maalesef bugün “fıkıh” ölçüleri ile yetişen, “helal, haram, mekruh, mübah” gibi kavramlarla düşünmesi gereken, şuurlu, firasetli “Müslüman şahsiyeti”nin yerini, batılı kavramlarla düşünen “demokratik birey” almıştır.

Demokratik birey, batı rahminde üretilen demokrasi, laiklik ve liberallik gibi kavramları bir biri ardınca içselleştirmekte bir sakınca görmemiştir. Bütün felsefesini “bireyin özgürlüğü” söyleminin üzerine kurmuştur. Neticede kendisi olmaktan çıkmış ve bambaşka bir dünyanın insanı olmuştur. Özgür olduğunu zannetmiş amma heva ve hevesinin kölesi olarak zelil yaşamıştır.

İslam şahsiyeti ise “istikamet” merkezli bir düşünce sisteminin insanıdır. Karakterini şeriat, fıkıh ve Sünnet gibi kavramların üzerine bina eder. Fıkıh usulü kuralları ile güvence altına alınan sağlam, kavi ve müstakim bir çizgidedir. Kafirlerden ayrışma prensibi ile hareket ettiği için özgün bir duruşa sahiptir.

Bunların dışında İslam şahsiyeti denilince bir de, vakar, izzet, hamiyet, celadet gibi kavramlar ön plana çıkar. Emr-i maruf ve neh-yi münker yani iyiliği emretmek, kötülükten sakındırmak gibi bir takım asil ve aslî vazifeler gündeme gelir.

Kötülüğü eliyle, diliyle ve kalbiyle düzeltmek gibi bir takım mükellefiyetler, sorumluluklar söz konusu olur. Nitekim İslam şahsiyetinin farik vasfı münkere engel olma düşüncesidir. Münkere engel olabilmenin yolu ise Allah’ın dinini ve hükümlerini hayata hâkim kılmaktır.

Okul ve medya

Bugün ne yazık ki dindar diyebileceğimiz insanlar bile, artık hayata ve olgulara Müslümanca bakmak yerine, demokratik bir bakış açısıyla bakmayı tercih ediyorlar. Bu durumun temel sebebi, demokrasi ve laiklik gibi seküler terimlerin düzen tarafından yıllardır beynimize şırıngalanmasıdır. Hepimiz çocukluğumuzdan itibaren orantısız bir şekilde demokrasi telkinatına maruz kaldık.

Bir taraftan okul, diğer taraftan da medya, sabah akşam demokrasi ve laiklik teraneleri ile beynimizi yedi ve yemeye de devam ediyor. Eğitim sistemimiz henüz Allah’a hayırlı bir kul, Habibine de hayırlı bir ümmet yetiştirme idealinden çok uzak. Müfredatıyla, ıvırıyla zıvırıyla eğitimin felsefesi demokratik birey yetiştirme üzerine kurulu. Böyle bir sistemde İslam şahsiyeti yetiştirmek ise neredeyse imkânsız.

Kelimenin tam anlamıyla Müslüman şahsiyetinin yerine demokratik bir zihniyet inşa edilmeye çalışılıyor. Hem de bizzat şuursuz Müslümanların eliyle… Müslümanca düşünmesini beklediğimiz kimseler bile, nasıl bir projenin içinde yer aldıklarının farkında değiller.

Her birisi birer demokrasi savunucusu olmuşlar. Neredeyse bütün sözlerine demokrasiye atıf yaparak, onu referans alarak başlıyorlar. Tabiri caiz ise referanslarını ve kıblelerini şaşırmışlar. Namaz haricinde Mekke’ye değil, Brüksel’e doğru dönüyorlar.

Dindar yöneticilerimiz ise “demokrasi” kelimesini dillerinden düşürmeyerek, bu kelimenin iyiden iyiye meşrulaştırılmasına ve içselleştirilmesine katkı sağlıyorlar. Şöyle ki İslam’ın muazzam bir zaferi olan 15 Temmuz şehitler zaferini bile “Demokrasi zaferi” olarak niteleyerek, bir rol çalmanın da ötesinde adeta demokrasiyi kutsuyorlar.

Maalesef bu ferasetsizlik yüzünden sonraki nesiller, 15 Temmuz’u şehadet giden bir iman zaferi olarak değil, ruhsuz bir demokrasi zaferi olarak hatırlayacaklar.

Millet olarak bu kadar ciddi badireler atlatmamıza rağmen, demokrasinin üzerimizde yapılan bir ameliyat olduğunu hâlâ fark edemedik. Demokratikleşme denilen olgunun, doğu toplumlarında İslam şahsiyetini yok etmeye yönelik bir”gavurlaştırma” projesi olduğunu anlayamadık.

Mesela Abant toplantılarında Fetö’nün neden sürekli demokrasi deyip durduğunu, demokrasiyle İslam’ı bağdaştırmaya çalıştığını hiç düşünmedik. Fetö’nün bizi demokratikleştirerek zihinsel bir köle yapmaya çalışan batılıların bir maşası ve maskarası olduğunu kavrayamadık. Batının “demokrasi götüreceğim” diyerek, maddi ve manevi olarak sömürdüğü coğrafyalardan ibret almadık. Şu soruyu kendi kendimize bir türlü sormadık: Batılılar doğu toplumlarını neden ısrarla demokratikleştirmeye çalışıyor?

Evet, batılılar bizi demokratikleştirmeye çalışıyorlar çünkü onların tek derdi bizim topraklarımızı veya zenginliklerimizi sömürmek değil, karakterimizi de hedef alıyorlar. Karşılarında “Müslüman şahsiyet”i görmek istemiyorlar.

Çünkü demokratik bireyin kapitalist sömürü düzeni ile bir derdi yoktur. Demokratik birey, ailede, iş yerinde ve hayatın diğer alanlarında Allah’ın hükümlerini hayata geçirmeyi hedeflemez. Hiçbir şekilde düşmanlarını ürkütmeyi düşünmez. Kâfirleri telaşa sokmaz… Münafıklara korku salmaz. Emri bil maruf, nehyi anil münker, cihad, mücadele gibi kavramların yabancısıdır.

Batıla firen

Demokratik bireyin batıla firen ve hayra motor olmak gibi de bir derdi yoktur. Her türlü ortam müsait olduğu halde, yetkisi ve kudreti olduğu halde, münkerle mücadele etmek veya ona engel olmak için gayret sarf etmez. Demokratik birey; “İsteyen içki içer, isteyen namaz kılar” ya da “İsteyen mini etek giyer, isteyen başını örter” gibi kadınımsı ve layt söylemlere kaptırmıştır kendisini. Bu tür layt söylemlerin amacı ise İslam’daki münkere eliyle, diliyle ve kalben engel olma düşüncesini atıl bırakmaktır.

Bugün dindar insanlarımız bile bu türlü garip söylemleri benimseyebilmektedir. Ya da dindar olarak bildiğimiz bir yönetici çalıştığı kurumda, bir taraftan ahlaki içerikli bir etkinlik organize ederken, diğer taraftan da dini ve ahlaki ölçülere uymayan bir eğlenceye göz yumabilmektedir. Ya da ne bileyim, dindar bir okul müdürü okulunda hem mescid de hem dans solonu açtırabilmektedir. Daha da uç bir örnek verecek olursak, bir kız imam hatip lisesinin müdürü kız öğrencilerini şortla voleybol müsabakalarına sokabilmektedir. Böylece imam hatip liselerini açan takva sahibi öncü neslin kemiklerini sızlatabilmektedir.

İşte bütün bunlar demokratikleşmenin Müslüman karakteri üzerinde yaptığı tahribatın küçük örnekleridir. Bu öyle bir tahribattır ki kabaca “Üstü Mekke altı Paris” diye de özetleyebileceğimiz bir karakter zaafına sebebiyet vermektedir. Bundan bir sonraki aşaması ise deizm bataklıklarına düşmektir.

Aydın Başar/ İrfandunyamiz.com

İstikamet Yazıları ↗

İslam’ın şuur boyutuna vurgu yapan yazıları okumak için tıklayın.

Kaynak Metinler ↗

İlim yolcuları için derlenmiş temel dini metinlere ulaşmak için tıklayın.

Şunlara Gözat

İlk Japon Müslüman kimdi?

Japonya’nın en eski ve en büyük İslamî kuruluşu olan Japonya İslam Merkezi Başkanı Dr. Salih …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.