Hazreti Lokman’ın şirk hassasiyeti

Hazreti Lokman, Kur’an-ı Kerim’de kendisine ilim ve hikmet verildiği açıklanan fakat bir veli mi yoksa peygamber mi olduğu açıkça belirtilmeyen büyük bir şahsiyettir. Kur’an’da O’nun verdiği bir tevhid mücadelesinden bahsedilmez. Bu nedenle ilk dönem müfessirlerinden kabul edilen Mukatil bin Süleyman (ö. h: 150), Hazreti Lokman’ın peygamber olmadığını belirtmiştir. (1)

Hazreti Lokman’ın, çocuğu ile kurmuş olduğu sevgi yollu diyalog, Kur’an’da ele alınmış ve evrensel bir formda insanlığa örnek olarak sunulmuştur.

Adı, Lokman bin Âd’dır. Kur’an-ı Kerim’de örnek bir kişi olarak anlatılmıştır. Çok uzun bir ömür yaşadığı söylenmiştir. Hikmetli söz söylemesiyle meşhur olmuştur. Eyüp Peygamberin kız kardeşinin veya teyzesinin oğlu olduğu rivayet edilmiştir. Davut Peygamber zamanına yetişip ondan ilim öğrendiği, fetva verdiği ve Hazreti Davut’un yardımcısı olduğu nakledilmiştir.

Hekimliğin atası

Lokman Suresi’nin on iki ile on dokuzuncu ayetleri arasında onun bilgisinden, çocuk yetiştirme konusundaki öğütlerinden bahsedilmiştir. Lokman, kendisine verilen bilgi ve hikmetin yanında hekimliğin de atası olarak tanınmıştır.

Bütün bitkilerin özünü bildiği ve bu bitkilerden dertlere deva olacak formüller ürettiği haber verilmiştir. Biz onun doktorluk yönüyle değil de hikmet yönüyle ilgili yazacak ve bu hikmet sahibi kişi çocuk eğitimini konu alacağız.

Onun üzerinden Yüce Allah’ın istediği bir eğitimi ve bu eğitimin önceliklerini araştıracağız. Çocuk eğitimiyle ilgili araştırma yapmak isteyenler Kur’an bütünlüğü ve Sünnet üzerinden işe başlamaları ve tarihi örneklerden yaralanmaları gerekirken günümüzdeki olumlu gelişmeleri de kendilerini yenileyerek ihmal etmemeleri şarttır.

Kur’an kıssaları bağlayıcıdır

Fıkıh usulünde “Şer’un men kablenâ/bizden öncekilerin şeriatleri” diye bir bahis vardır. Yüce Allah Kur’an’da Peygamber Efendimiz sallellahu aleyhi ve sellem’den önceki peygamberlerin tevhid mücadelelerinden ve uygulamalarından örnekler vermiştir.

Bu uygulamaların yürürlükten kalktığına dair sübutu ve delaleti kati bir nas yok ise Kur’an’daki bu uygulamalar bizim için de geçerlidir. Çünkü Kur’an’ın ve Peygamber Efendimiz’in mesajı evrenseldir.

Kur’an’dan sonra kitap gelmeyeceği gibi, Peygamber Efendimiz’den sonra da peygamber gelmeyecektir. Kur’an’da var olan kıssa ve uygulamalar bizim için de bağlayıcı örneklerdir.

Kur’an’ın önemle üzerinde durduğu Lokman aleyhis selam kıssasında çocuk eğitimiyle ilgili ayetler bütün sureyi kaplar vaziyette değildir. Toplam sekiz ayettir ama her bir ayetle ilgili ciltler yazmak mümkündür. Zaten bu bereketli durum Kur’an’ın icaz özelliklerindendir.

Hikmet verildi

Surede Hazreti Lokman’la ilgili tanıtıcı ayet şöyle başlamaktadır:  “And olsun, biz Lokman’a ‘Allah’a şükret’ diye hikmet (hüküm, kavrama ve anlama melekesi) verdik. Kim şükrederse ancak kendisi için şükretmiş olur. Kim de nankörlük ederse, bilsin ki Allah’ın hiç bir şeye ihtiyacı yoktur; mutlak zengindir, övülmeye en layıktır.”(2)

Kendisine verilmesiyle Hazreti Lokman’ı diğer insanlarda farklı kılan “hikmet” kavramı Kur’an’ın odak kavramlarından birisidir. Zengin anlamları olan bu kavramı kısaca açmakta yarar görüyoruz. Sözlükte men etmek, engellemek anlamlarına gelen “hikmet” kelimesi “ata vurulan gem” için isim olarak kullanılmıştır.

Araplar “hikmetü-t dabbe” yi licam (gem) diye ifade ederler. Kelimenin sözlük anlamı ile kavramsal anlamı arasında bir ilgi vardır. At nasıl ki gem vasıtasıyla yanlış bir yere gitmekten korunursa hikmet de insanı haram yollara gitmekten korur.(3)

Hüküm ve hikmet

“Hakeme” kökünden türeyen hikmet, Kur’an-ı Kerim’de bu formuyla (hikmet biçiminde) on dokuz ayette geçer.(4) Hikmetin kök fiili olan “hakeme”nin çeşitli kullanılış biçimleri ise Kur’an-ı Kerim’de 210 defa geçer. Bu kullanım zenginliği gösteriyor ki hikmet, Kur’an-ı Kerim’in temel ve anahtar kavramlarından biridir. Hâkim, hüküm ve hükümet de aynı kökten gelir.

Sözlük anlamı olarak hikmetle hâkim arasında da bir benzerlik vardır. At nasıl gem vurulmak suretiyle istenmeyen yöne gitmekten engellenirse hâkime de zalimi zulümden engellediği için “engelleyen”  anlamına  “hâkim” denilmiştir.(5)

Fayda, maslahat, garaz, illet-i gaiye, hikmet-i teşriiye manalarına gelen hikmet, fıkıh ilminde hükm-ü şer’i ile amaçlanan maddi ve manevi fayda, maslahat-ı amme (toplumsal fayda), o hükmün hikmet- i şer’iyyesidir.(6) Dini bir hükmün haram ya da helal oluşunun illeti ile o hükmün konulmasındaki maslahat ve garaz olan hikmet birbirine karıştırılmamalıdır.(7)

İlim artı amel

Kavramsal olarak hikmet, en faziletli şeyleri ilimlerin en efdali ile bilmektir.(8) Beşeri takat ölçüsünde, eşyanın hakikatinden varlıkta olduğu şekliyle bahseden bir ilim olan hikmet,(9) Kur’an-ı Kerim’deki helalleri ve haramları öğrenmektir.(10)

Resulullah sallellahu aleyhi ve sellem’in, Abdullah bin Abbas’ı (ö:68/687) bağrına basıp sonra da; “Ey Allah’ım! Abdullah’a hikmeti ve Kur’an-ı Kerim’in te’vilini öğret”(11) duasını yukarıdaki tanım çerçevesinde; Kur’an-ı Kerim’in helallerini ve haramlarını bilmek olarak anlamak mümkündür.

İlimle amelin bir arada ve aynı şahısta toplanması olan hikmet, kaynaklarda mutlak anlamda kullanılmış ve güzellik vasfı ile kayıtlanmamıştır. Çünkü hikmetli olan her şey güzeldir.(12) Bu çerçevede hikmet, hakka uygun olan şeydir.(13)

Davranışlarında hikmet olmayan kişi hikmet sahibi de olamaz.(14) Davranışlardaki hikmet, amellerin ilahi emirlere uygun olması ile ortaya çıkar.

Hikmetin beş anlamı

Kur’an-ı Kerim’in tefsiri üzerine çalışmalar yapan erken dönem müfessirlerinden Mukatil bin Süleyman (ö, h 150), el Eşbah ve’n-Nazâir adlı eserinde hikmetin beş değişik anlama geldiğini söylemiştir: (15)

a- Kur’an-ı Kerim’deki emir ve yasaklardan oluşan nasihatler. Müellif, konuyla ilgili şu ayeti delil olarak gösterir: “(Ey Muhammed!) Eğer Allah’ın sana lütuf ve merhameti olmasaydı, onlardan bir grup seni saptırmaya çalışırdı. Hâlbuki onlar, ancak kendilerini saptırırlar. Sana hiçbir zarar veremezler. Allah, sana Kitabı ve hikmeti (dindeki emir ve yasakları) indirmiş ve sana bilmediğin şeyleri öğretmiştir. Allah’ın sana lütfu çok büyüktür.”(16)

b- Hüküm, fehim, anlama ve kavrama melekesi. Mukatil’e göre Hazreti Lokman’a verilen hikmetin bu türden bir hikmet olduğu şu ayette belirtilmiştir: “And olsun, biz Lokman’a ‘Allah’a şükret’ diye hikmet (hüküm, kavrama ve anlama melekesi)  verdik. Kim şükrederse ancak kendisi için şükretmiş olur. Kim de nankörlük ederse, bilsin ki Allah’ın hiç bir şeye ihtiyacı yoktur; mutlak zengindir, övülmeye en layıktır.”(17)

Hazreti Lokman’a sen bu konuma nasıl geldin diye sorduklarında o şu şekilde cevap vermiştir: “Yüce Allah’a karşı takvalı olmak, her zaman doğruyu söylemek, emanetin hakkını vermek ve faydasız şeyleri terk etmekle.”(18)

Tüm bunları yerine getirebilmek insanda hikmet nurlarının doğması için bir liyakat oluşturur ki Yüce Allah da hikmeti, liyakatin oluştuğu dilediği kullarına lütfeder.

c- Nübüvvet, peygamberlik. Şu ayet- i kerimede hikmet, nübüvvet anlamında kullanılmıştır: “ Yoksa insanları; Allah’ınlütfundan kendilerine verdiği şey dolayısıyla kıskanıyorlar mı? Şüphesiz biz İbrahim ailesine de kitap ve hikmet (nübüvvet) vermişizdir. Onlara büyük bir hükümranlık da vermiştik.”(19)

d- Kur’an- Kerim’i tefsir edebilme yeteneği. Mukatil bin Süleyman, şu ayette ise hikmeti Kur’an-ı Kerim’i tefsir edebilme yeteneği olarak anlamıştır: “Allah hikmeti dilediğine verir. Kime hikmet vermişse, şüphesiz ona çokça hayır vermiş demektir. Bunu ancak akıl sahipleri anlar.”(20)

e- Kur’an-ı Kerim. Şu ayet-i kerimedeki hikmetin Kur’an-ı Kerim anlamında kullanıldığı iddia edilmiştir: “İnsanları Rabbinin yoluna hikmetle (Kur’an- ı Kerim’le) ve güzel öğütle davet et…”(21) Hikmetin kırka yakın anlamı olmasına rağmen biz, konuyu uzatmamak için bu kadarıyla iktifa ettik.

Hikmet bir nurdur

Hikmet, Yüce Allah’ın mümin kullarından salih olanlara vermiş olduğu bir nurdur. Hikmet sayesinde insan doğruyu yanlıştan ayırt eder. Resulullah sallellahü aleyhi ve sellem, hikmet nurunun kaynağının dinde ihlas olduğunu belirtmiş ve şöyle buyurmuştur: “Kim kırk gün dini en içten bir şekilde Allah için ihlaslı olarak yaşarsa kalbindeki hikmet pınarları, dilinde (konuşmalarında) ortaya çıkar.”(22)

Kur’an-ı Kerim kavramları konusunda derin araştırmalar yapan Muhammed el Behiy hikmetle ilgili çeşitli tanımlar yaptıktan sonra İsra Suresindeki: “Bunlar, Rabbinin sana vahiy etmiş olduğu hikmetlerden bir kısmıdır…” (23) ayetinden yola çıkarak ayetin öncesinde tek tek sayılan şu davranışların da hikmet olduğunu vurgulamıştır:

1- Yalnızca Allah’a ibadet edip O’na ibadette hiçbir varlığı ortak koşmamak,

2- Anneye ve babaya şeriatın emrettiği çerçevede iyilikle muamelede bulunmak,

3- Yakın akrabaların, yetimlerin ve fakirlerin üzerimizdeki haklarını eda etmek,

4- Şahsi harcamalarında dengeli davranıp cimrilikten ve israftan kaçınmak,

5- Anne ve babaların fakirlik korkusu ile çocuklarını öldürmemeleri,

6- Zinanın her türlüsünden uzak durup zinaya yaklaştıracak davranışlardan kaçınmak,

7- Hiçbir cana haksız yere tecavüz etmemek; öldürmemek,

8- Yetimlerin ve güçsüzlerin mallarına haksız yere yaklaşmamak; yememek,

9- Verilen sözleri yerine getirmek,

10- Her türlü muamelede adaleti gözetip hak ve sorumluluklara riayet etmek,

11- İnsanların gizliliklerini araştırmamak ve kendisini ilgilendirmeyen şeylerin peşine düşmemek,

12- Yürüyüş de ve davranış da alçak gönüllü olup kibirlenmemektir.

Bir bilinçtir

Bütün bu anlatılanlardan sonra hikmeti tanımlarsak; vahyi, hayatın merkezine alarak iman edilen Peygamberin önderliğinde ibadet ve ibadetle nitelikli bir ömür sürüp helaller ve haramlar hususunda titiz davranmak; elde edilen ilahi nur ile eşyanın hakikatine ermek; hakkı hak, batılı batıl olarak bilmektir. Olaylara risalet misyonuyla bakabilmektir. Her atılan adımda Allah beni görüyor ve biliyor bilinciyle hayata anlam vermektir.

Hazreti Lokman bütün peygamberlerin de ortak sıfatı olan hikmetle donatılmış veya Yüce Allah’ın “el-Hakîm” isminden gerekli nasibi almıştır. Almış olduğu bu nasip çerçevesinde hayatın genişlik alanında günaha düşmemeye ve ilahi rızayı kaybetmemeye çalışmıştır.

Bütün bunların hülasası olarak çocuk yetiştirme ve terbiyesinde de azami gayreti göstermiştir. Lokman Suresi’nin 12. ayetinde kendisine hikmet lütfedilen bir insan diye bahsedilen bu şahsın çocuk yetiştirmedeki hikmetli davranışları da müteakip ayetlerde anlatılmıştır. Biraz da okuyucuya kolaylık için bu ayetlerdeki eğitim biçimini maddeleştirerek vermeyi uygun gördük.

Çocuk eğitimi

1- Hazreti Lokman çocuğuna sevgi diliyle konuşmuştur. Kur’an üslubunda ayrıntılara çok yer verilmez. Fakat biz Lokman aleyhis selam’ın hikmet sahibi bir insan olmasından mütevellit meşru bir evlilik yaptığını ve seçmiş olduğu eş için ahlaki nitelikleri öne çıkardığını anlayabiliriz. Böyle nitelikli bir şahsın ailesinde elbette saygı ve sevgi ön plândadır. Dışarda hikmet ehli bilinip ev halkına bu hikmeti yansıtmamak hikmetsiz bir eylemdir. Hazreti Lokman gibi bir şahsın böyle bir duruma düşmesi mümkün değildir. Hele de “gönül meyvesi” “göz nuru”(24) diye bilinen çocuklara karşı itinalı davranmak ilahi emirdir. Çünkü onlar imtihan için insana lütfedilmişlerdir. (25) Ana-babanın imtihanı onların vahiy eksenli yetiştirilmeleridir. Çocuklarını peygamber terbiyesine göre yetiştirmeyen aileler imtihanlarını baştan kaybetmişlerdir.

Çocuk yetiştirmek bir süreçtir. Allah ömür verdikçe ana-baba çocuğundan elini çekmediği gibi, çocuklarda onlardan kopmazlar. Ebeveyn ile çocuklar arasında tarif edilmez bir yakınlık vardır. Bu yakınlığı kaybederek birbirlerine yabancılaşanlar fıtrat sınırlarının dışına çıkanlardır ki bizim bu marjinal ve fıtratı bozuk kimseler için yaratılışın doğal mecrasına dönmedikçe söyleyecek bir sözümüz yoktur.

Ana-baba ve çocuklar arasındaki sevgi fıtrîdir. Hazreti Lokman bu fıtrat gereği çocuğuna konuşurken“Ya büneyye” şeklinde bir ifade kalıbı kullanmıştır. Arapçada “ism-i tasgir”diye ifade edilen bu kalıp “Ey oğulcuğum” şeklinde çevrilebilir. Merhamet ve şefkat bildirir. Daha yürekten bir söylemle “Ey oğulcuğum, kuzum, canım, ciğerim, biricik yavrum vb.” gibi anlamlar verilebilir.

Daha ilk baştan çocuğun kalbine hitap etmek onu vaaz ve öğüdü daha dikkatli dinlemeye ve gereğini yerine getirmeye hazır hâle getirir. Rabbimiz bize Hazreti Lokman’ın üzerinden çocukların gönül kapılarını hakikate açacak anahtarın sevgi olduğunu beyan etmiştir.

Sevgi dili

Hazreti Yakub’un da çocuklarına aynı dili kullandığını görürüz. Ayet şöyledir: “(Babası) şöyle dedi: “Ey oğulcuğum, rüyanı kardeşlerine anlatma! O zaman (anlattığın taktirde) sana tuzak kurarlar. Muhakkak ki şeytan, insana apaçık düşmandır.”(26)

Sevgi dili peygamberlerin “Beşir/müjdeci” olmalarının ümmetlerine yansımasıdır. Bu sıfatla donandıkları için hiçbir peygamberde kabalık ve katılık yoktur.(27) Ümmetlerine karşı baba mesabesinde olan peygamberler onlara nasıl kibar konuşmuşlarsa, kendi aile bireylerine de öyle kibar konuşmuşlardır.

Peygamberlerin davranışlarını Sünnet kabul eden Müslümanların da nezaket ve kibarlığı karakter hâline getirmeleri hayatın güzel devam etmesi için önemlidir. Eğer Hazreti Yakub’la ilgili şefkat ifadesini Hazreti Yusuf’un peygamber olacağını bilmesine ve bundan dolayı sevgi ifadesi kullanmasına yorumlarsak(28) o zaman da şöyle bir anlam ortaya çıkar: ana-babaların istikbal ifade eden çocukları daha bir özenle yetiştirmeleri ve onlara konuşurken daha seçici olmaları gerekir.

Tüm bu söylenenlerden bir sonuca varacak olursak ana-baba, çocuklarına karşı sevgi dilini tercih ederse çocukta bir özgüven oluşur. Bu özgüven çevreye karşı da olumlu yansır, hiçbir zaman hayata bakışında ve olayları değerlendirişinde komplekse düşmez. Aksi durumda ise çocuklar güvensiz ve korkak olurlar.

Sevgi ihtiyacı

Çocuklarını sevmeyen ailelerin yetiştirdiği nesiller merhametsiz, suç işlemeye meyyal, çekingen ve başarısız bir hayat sürerler. Sevgiden mahrum ve sevgiyi aile içerisine yansıtamayan ailelerde yetişen çocukların sevgi tulumları boş olduğu için bu boşluklarını başka sevgilerle telafi etmeye çalışmaktadırlar. Neticede kız veya erkek çocukları kara sevda denilen illet dâhil her türlü hastalığa yakalanmaktadırlar. Uyuşturucu kullanmak gibi rahatsızlıklar da yine sevgi ve saygı ortamında yetişmeyen veya hiç görmeyen çocuklar arasında olmaktadır.

Bu durumda yapılması gereken; daha baştan aileyi sevgi ve ahlaki temeller üzerine kurmak ve göz aydınlığı yavruları şefkat, merhamet, sevgi ve saygı esaslarına göre yetiştirmektir. Çocuklar itina ile büyütülür ve kendilerine hitap edilirken konuşma biçimi başta olmak üzere sevgi gösterilir ve hissettirilirse umarız sağlıklı bir nesil yetişir.

Bitkilere ve hayvanlara dahi sevgi diliyle konuşulan bir dünyada çocuklardan bu sevgiyi esirgemek çok büyük bir yanlıştır. Peygamberler ve Hazreti Lokman bize sevgi dilini öğretmişken bu dili vahiyden öğrenen Müslümanlar olarak çocuklarımıza karşı bütün cömertliğimizle güzel konuşmalıyız. Çocuklara karşı sevgi dili kullanmak yaşayan sünnettir.

Asıl mesele Tevhid

2- Çocuk eğitiminin öncelikli konusu tevhiddir. Yüce Allah’ın zatında, isimlerinde, sıfatlarında, yaratmasında ve emretmesinde tek ve eşsiz olduğunu ifade eden tevhid, Kur’an-ı Kerim’in de öncelikli konusudur. Esasında Kur’an’ın tamamının konusu tevhid olduğu gibi bütün peygamberler de insanlığa tevhidin hakikatini öğretmişlerdir.

Kur’an’ın ¾’ünün Allah Teâlâ’yı öğrettiğini söyleyen İslâm bilginleri, temeli tevhide dayanmayan amellerin de geçersiz olduğunu beyan etmişlerdir. Bu nedenle Allah Teâlâ, Kur’an-ı Kerim’de kendisini yaratmada ve emretmede eşsizliği, birliği, sıfatları, fiilleri ve isimleriyle tanıtmıştır. Bu isimlerle tanıtma çerçevesinde sadece Lafza-i Celal (Allah ismi celali) tüm Kur’an-ı Kerim’de 2967 defa geçmektedir. Bu şu anlama gelir: Yüce Allah celle celaluh’ün bu ismi Kur’an-ı Kerim’in bir sayfasında yaklaşık beş defa geçmektedir. Diğer isim ve sıfatların geçme oranlarını da düşünürsek vahyin ana konusu; insanlarda doğru bir “marifetullah” bilinci oluşturmak ve bu bilinçle hayata anlam vermeyi gerçekleştirmektir.

Marifetullah

Marifetullah denilen Allah celle celaluh’u doğru ve hakkıyla bilme en çok peygamberlerde tecelli etmiştir. Bu durumu ve üzerindeki nimeti Hazreti Muhammed sallellahu aleyhi ve sellem şöyle itiraf buyurmuştur: “Allah celle celaluh’e yemin olsun ki sizin içinizde Allah’ı en iyi bileniniz benim; en takvalı olanınız da benim.”(29)

Hadis-i şeriften de anlaşıldığı gibi marifetin bedeli takvalı olmaktır. Hadisi tersinden okursak; “Takvası olmayan kimsenin marifeti yoktur; eksiktir veya sahih temellere dayanmamaktadır.”

Kur’an-ı Kerim, bu durumu hem takva hem de haşyet kavramlarıyla açıklamıştır. Buna göre, marifetin tecelligahından olan ulema, Allah’tan en çok haşyet duyan insanlardır. Bu durum Kur’an-ı Kerim’de şu ayette ifade edilmiştir: “Allah’tan en çok âlim olan kulları haşyet duyar.”(30)

Haşyet kavramı

Haşyeti yalın bir korku olarak algılamamak gerekir. Haşyet: “Kulun, gelecekte hoşa gitmeyecek şeyler başına gelebilir endişesiyle elem duyması veya Allah celle celaluh’u bilip O’nun yüceliğinden dolayı O’na mutlak saygı göstermesidir.”(31) Böyle yüce bir ruhi durum ancak bilgiyle (marifetullah) olabilir.(32)

Abdullah bin Mes’ud radıyellahü anh, bu durumu kavradığı için, âlimi tarif ederken bilgi eksenli bir tanımlamaya gitmemiş ve şöyle bir tercihte bulunmuştur: “Âlim, çok ayet ve hadis bilen değildir. Âlim haşyetullahı çok olan kimsedir.” Üst seviyede bir marifetullah ile takva, haşyet, vera, sabır ve yüksek tempolu çalışma arasında doğru orantı vardır.

Şirk tehlikesi

Şayet insan vahiy eksenli bir tevhid ilmi öğrenmezse Allah’ı da hakkıyla bilemez. Bilmediği için müşrik, kâfir, Yahudi, Hristiyan, zalim ve fasık olur. Çocuğunun böyle olmasını istemeyen Hazreti Lokman ona önce tevhidin “nefy” kısmını öğretmiştir. Allah’tan başka bütün ilah zannedilen varlıkları inkâr etmek tevhidin “nefy” bölümüdür. Gönlü her türlü maddi ve manevi putlardan arıtıp şirkten uzak durulmadıkça gerçek Müslüman olunamaz.

Bu çerçevede şirki kısaca tanıtalım ki hem kendimizi hem de neslimizi koruyalım. Zat’ta, mülkte ve sıfatlarda Allah’a ortak koşmak(33) anlamına gelen şirk; Allah’a mahsus olan sıfatlardan her hangi birisini ondan başkasına isnat etmektir.(34) Böylece, yaratılmış bir varlığı ulûhiyet konumuna yükseltme çabasıdır.

Neticede müşrik, kendince yüceltmiş olduğu bu varlık veya varlıklarla hayatını anlamlandırır. Onun, olaylara bakışını; siyasi ve sosyal faaliyetlerini bu uydurma tanrılar belirler. Hayatın sosyal, siyasi, ahlaki ve hukuki cephelerini Allah’tan başkasına teslim etmek; bir otorite paylaşımı veya paylaştırımıdır. Allah’ı yaratıcı kabul edip emir alanında O’nun tek ve eşsizliğini kabul etmemektir. Şirkin belki de en anlamlı tanımı budur.

Gizli şirk

Şirk, tevhidin karşıtıdır. Çok ilahlılıktır. Hayatı bu ilahların isteklerine göre şekillendirmektir. İlah denince illa da tarihselci bir yaklaşımla Lat, Menat, uzza ve Hübel ile ilgi kurulmamalıdır. Her dönemin Hübelleri farklıdır. Bazen; “Damarlardaki kanın bile kıpırdamasından daha gizli hareket eder de” insan müşrik olduğunun farkına bile varmaz.

Şirkin çok ilkel bir yüzü de olabilir; çağdaş bir form içerisinde de kendisini sunabilir. Hangi yüzü ile gelirse gelsin mü’min şuna iman eder: “Yaratmak da emretmek de Allah’a aittir.”(35) Yaratma ile emretmenin arasını ayıran ve hayatın yönetip yönlendirilmesini Allah’tan başkasına teslim eden şirke düşer. Şirkin en doğru tanımlarından biri de bu önermedir.

Hayatın genişlik alanı dediğimiz ve insan olarak en ayrıntılı davranışlarımızı içeren bu alandaki eylemlerimiz ilahi bir kaynaktan beslenmelidir. İlahi olana göre varlığına anlam vermelidir. Bu yapılmaz ve emir alanı yontulara, totemlere, ruhlara, ruhbanlara, şeytana, hevaya, monarka, krala, din büyüklerine, oligarşiye, tağuta, hahama, ideolojilere ve İslam düşmanı kimselerin iradesine teslim edilirse şirkin en büyüğü hayata hâkim olur ve insanlara buyruklar yağdırır.

Onlar necistir

Kur’an-ı Kerim; “Onlar ki iman ettiler ve imanlarına şirk bulaştırmadılar”(36) ayeti ile yaratma alanı gibi emir alanının da Allah’a özgü kılınmasını istemektedir. Modern insan gibi cahiliye insanı da tanrı tanımaz; ateist değildi. Allah’ı biliyordu ve her şeyi yarattığına da iman ediyordu. Fakat hayatın siyasi, iktisadi, sosyal, eğitim ve hukuki cephesinin Allah tarafından düzenlenmesinin imkânsızlığını iddia ediyordu. Allah’ı sözde kutsayarak dünyaya karışmasını istemiyordu. İşte bu, inanca necaset karıştırmaktır. Abdest suyuna kan akıtmaktır. Bundan dolayı da müşriklere pislik anlamında “neces” denilmiştir.(37)

Kur’an-ı Kerim, müşriklerin tanınmasını ve bu çerçevede şirk amellerinden mü’minlerin uzak durmalarını istemektedir. Allah’ın ayetlerini taradığımızda müşriklerin şu sıfatlarla muttasıf olduklarını görürüz. Onlar gibi olmamak için bilinmesinde mutlak fayda gördüğümüz sıfatlarını şöyle sıralayabiliriz.

Müşrikler korkak ve güvensiz kimselerdir.(38) Mü’minlere karşı aşırı düşmandırlar.(39) Mü’minlere her hangi bir hayrın verilmesini ve iyiliğin dokunmasını istemezler.(40) Yaptıkları salih amellerin(!) Allah katında hiçbir değeri yoktur.(41) Ayet dinlemekten hoşlanmazlar; nefret ederler.(42) Din ve siyaset büyüklerini tanrılaştırırlar. (43)

Allah’a rağmen helal-haram tayin ederler.(44) Allah’tan başkalarını Allah’ı sever gibi severler.(45) Allah’a çocuk isnat ederler.(46) (Yahudiler, “Üzeyir Allah’ın oğludur”; Hıristiyanlar da “İsa Allah’ın oğludur” dediler ve müşrik oldular.) Akıllı değil ama akılcıdırlar.(47)

En büyük ilahları hevalarıdır.(48) Dinleri parçacıldır, bütüncül bir imanları yoktur.(49) Atalarını körü körüne taklit ederler.(50) Putlarının aracı varlık olduğunu iddia ederler.(51) Korku anında iman ederler. Korku hali geçtikten sonra tekrar küfre dönerler.(52) Hayatlarını parçalarlar ve her alanını bir putla anlamlandırırlar.(53) Günahlara karşı çok cesaretlidirler.(54)

Kur’an şirki ve müşrik toplumu bütün yönleriyle tanıtmıştır. Tehlikesinden dolayı Hazreti Lokman oğlunu eğitirken önce şirki tanıtmış ve oğlunun şirkten uzak durmasını öğretmiştir.

Dr. Mehmet Sürmeli/ İrfanDunyamiz.com

DİPNOTLAR
1 Mukatil b. Süleyman, Tefsir, D.K.İ, Beyrut, 2003, c. III, s. 20.
2 Lokman 31/12
3 Isfahani, Ragıb,el-Müfredat Elfazı’-l Kur’an,Darü’l- Kalem,Beyrut, 1992, s.248; , İbn-i Manzur,Cemalüddin, Ebu’l- Fadl Muhammed b. Mükerrem, Lisanü’l- Arab,Darü’l-Mearif,Kahire trsz,c.II, s.954; Bagavi, Mealimü’t-Tenzil,Riyad, trsz s.24; Hazin, Alaaddin Ali bin Muhammed,Lübabü’t-Te’vil ve Meani’t-Tenzil, trsz c.I, s.217
4 Bak: Bakara 2/129, 151, 231, 251, 269; Al-i İmran 3/ 48, 81, 164; Nisa 4/54, 113; Maide 5/110; Nahl 16/125; İsra 17/ 29; Lokman 31/ 12; Ahzab 33/34; Sa’d 38/20; Zuhruf  43/63; Kamer 54/5; Cuma 62/2
5 Isfahani, Müfredat, s.952-4; İbn-i Manzur,Lisanu-l Arab, c.I, s.952
6 Bilmen, Ömer Nasuhi, Istılahat-ı Fıkhiyye Kamusu, İstanbul, 1985, Bilmen Yay. c.I, s.18
7 Bazı araştırmacılar hikmet, illet, sebep, şart ve rükunu birbirine karıştırmaktadırlar. Özellikle de sebep, illet ve hikmet arası tefrik edilememektedir. Bu ayrımın yapılabilmesi için çok iyi derecede  fıkıh usulü bilmek gerekir. Aksi halde yanlış sonuçlar ortaya çıkar. Bu konularla ilgili daha geniş bilgi için fıkıh usulü kitaplarına müracaat ediniz.
8 İbn-i Manzur, Lisanu-l Arab, c.I, s. 951
9 Cürcani, Seyid Şerif, Tarifat, Beyrut, 1995, s. 91
10  Cürcani, a.g.e, s.91
11 İbn-i Mace, Ebu Abdullah Muhammed b. Yezid, Sünen, 1,Mukaddime, 11, had.no:166, c.I, s.58
12 İbn-i Kayyım el Cevzi, Ebu Abdullah b. Muhammed b. Ebi Bekir, Medaricu’s-Salikin, c.I, s.479
13 Cürcani, a.g.e, s. 91
14 Sülemi, Ebu Abdurrahman Muhammed b. Hüseyin, Hakaiku’t-Tefsir, Daru’l- Kütübi’l- İlmiye, Beyrut 2001c.I, s.378
15 Mukatil b. Süleyman, el Eşbah ven-nazair, s. 138-140
16 Nisa 4/113; ayrıca bak: Bakara 2/231; Al-i İmran 3/48
17 Lokman 31/12
18 Taberi, Ebu Cafer, Cami’ul Beyan, Beyrut 1992, c.X, s.209; Şemsüddin Ebu Abdullah Muhammed b. Müflih, Adabu’ş-Şeriyye, Kahire trsz, c.I, s.378
19 Nisa 4/54; ayetin tefsiri için bak: Zemahşeri, Muhammed b. Ömer, el Keşşaf an Hakaiki Gavamizi’t- Tenzil ve Uyuni’l- Akavil, Darü’l- Mektebetü’l –İlmiyye, Beyrut 1995,c.I, s.292
20 Bakara 2/269
21 Nahl 16/125
22 Darimi, Ebu Muhammed Abdullah b. Abdurrahman, es- Sünen, c.I, s. 359
23 İsra 17/39
24 Bak: Furkan 25/74
25 Bak: Enfal 8/28
26 Yusuf 12/5
27 Âl-i İmran 3/159
28 Ebu’s-Suud, Muhammed b. Muhammed,İrşad’u-l Akl’ı-s Selim, D.İ.K. Beyrut, 2010, c. IV, s. 393.
29 Ahmed, Müsned, c. VI, s.61
30 Fatır 35/28
31 Cürcani, Tarifât, s.98
32 el-İsfehanî, Müfredât, s.283
33 El-Müncid, fi’l Lüga ve’l- A’lam, s.384
34 Dehlevi, Şah Veliyyullah, el-Fevzü’l Kebir, (terc: Mehmet Sofuoğlu), Çağrı Yay 1980, İst. S.6
35 A’raf 7/54
36 En’am 6/82
37 Tevbe 9/28
38 Bak. A’li İmran 3/151
39 Bak. Maide 5/82
40 Bak. Bakara 2/105
41 Bak. İbrahim 14/18; Tevbe 9/19
42 Bak. Hac 22/72; Fussilet 41/26
43 Bak. Tevbe 9/31
44 Bak. Nahl 16/116
45 Bak. Bakara 2/165
46 Bak. Tevbe 9/30
47 Bak. Mü’minun 23/82
48 Bak. Casiye 45/23, Furkan 25/43
49 Bak. Rum 30/32
50 Bak. Zuhruf 43/22, Lokman 31/21
51 Bak. Zümer 39/3
52 Bak. Ankebut 29/65, Rum 30/33, Lokman 31/32
53 Bak. Zümer 39/29
54 Bak. Ankebut 29/12

Çocuk Eğitimi ↗

Çocuk eğitimini batılı pedagojiyi esas almadan işleyen yazılar okumak için tıklayın.

Aile Okulu ↗

Mutlu evlilik ve huzurlu aile konusunu ele alan seçme yazılar okumak için tıklayın.

Şunlara Gözat

Hayata farklı açılardan bak…

Bir olayı veya bir nesneyi ya da bir olguyu analiz ederken herkes bulunduğu pencereden, kendi …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.