Savaş istenen bir şey olmadığı gibi kolay da değildir. Zorunluluk hâsıl olunca da sabretmek şarttır. İnsan ve toplumun emniyetlerini sağlamada başvurulan en son çare olunca elbette insanın kavrayamayacağı yararlar da vardır. Bu durum ayette de ifade ediliştir: “Hoşunuza gitmese de savaşmak size farz kılındı; mümkündür ki nefret ettiğiniz bir şey sizin için iyi olabilir ve yine mümkündür ki hoşlandığınız bir şey de sizin için kötü olabilir: Allah bilir, ama siz bilmezsiniz.”1
Bu ayette Yüce Allah savaşın psikolojik tarafını tahlil etmiş ve Müslümanları uyarmıştır: Eğer Müslümanlar savaşın gözüken tarafına bakarlar ve zaruret hâlinde savaşı terk edecek olurlarsa işte o gözükmeyen hayır taraflarını elden kaçırırlar; vatanları, değerleri, namusları, emekleri ve bütün kutsalları yok edilir. Bu durumda asıl tehlike savaş değil, savaş için hazırlık yapmamaktır.
Caydırıcılık gerekir
Caydırıcılık ve düşmana karşı güçlü gözükmek için hazırlıklı olmayı Allah kullarına emretmiştir: “O hâlde, onlara karşı toplayabildiğiniz kadar kuvvet ve binek hayvanı hazır edin ki bununla hem Allah’ın, hem sizin düşmanınız olan bu insanları, hem de sizin bilmediğiniz ama Allah’ın bildiği başkalarını caydırabilesiniz (ve bilin ki), Allah yolunda her ne sarf ederseniz size bütünüyle ödenecek ve size haksızlık yapılmayacaktır.”2
Ayette emredilen hazırlıkların yapılmaması ve yerine göre bir savaş bütçesinin hazırlanmaması hayatı tehlikeye atmaktır. Allah celle celaluh bu realiteyi Kur’an’da dile getirmiştir: “Ve Allah yolunda (sınırsızca) harcayın, kendi elinizle kendinizi mahvetmeyin ve iyilik yapmaya azimle devam edin; unutmayın ki, Allah iyilik yapanları sever.”3
Bizim ülkemizde bu ayet bağlamından kopuk ve ilgisiz alanlarda okunsa da cihad hukukuyla ilgilidir. Bu ve benzeri ayetleri doğru anlayabilmek için metodolojiyi iyi bilmek zorunludur. İslami ilimlerin kendisinden ve metodolojisinden zerre kadar nasibi olmayan cahil kâfirlerin ağzında ayetler yanlış yorumlanmaktadır. Kasıtlı ve yanlış olduğu bilinen bu yorumlar üzerinden din ve onun ibadet kurumlarına karşı aleni düşmanlıklar üretilmektedir.
Sistemin adamları
Esas varılmak istenen sonuç; İslam ile bireyler arasına engeller koyarak toplumsal dönüşümleri engellemek; dünya sisteminin iktidarının devamını sağlamaktır. Burada şu ayeti yanlış anlama ve yorumlamalarla ilgili bir örnek olarak verebiliriz: “Onları bulduğunuz yerde öldürün. Sizi çıkardıkları yerden siz de onları çıkarın. Fitne çıkarmak, adam öldürmekten daha kötüdür. Mescid-i Haram’ın yanında, onlar savaşmadıkça siz de onlarla savaşmayın. Sizinle savaşırlarsa onları öldürün. Kâfirlerin cezası işte böyledir.”4
Ayetin akışından da anlaşıldığı gibi; Müslümanları yurtlarından çıkaran, baskı ve işkence yapan, mallarını gasp eden, tehditlerini devam ettirip onlarla savaş hâlinde olan bir millete karşı Müslümanlar motive edilmektedirler. Bu gerçeği ilmi ve irfanı olan her Müslüman bilir. Durum böyleyken; “Bakın! Kur’an inanmayanların her hâlde ve yerde öldürülmesini istiyor” biçiminde din karşıtı söylemler geliştirenlerin İslam düşmanlığından başka bir amaçları olabilir mi? İslam karşıtları şunu bilmeli ki savaş İslam’ın lazımı değildir.
Hayatın içinde olan ve sorunları vahye göre çözüme kavuşturan Peygamber Efendimiz sallellahu aleyhi ve sellem, barış ve huzur ortamı için çok çalışmıştır. Çünkü İslam barış ortamlarını sever ve bu ortamlarda daha çok gelişir. Diktatörlük ve savaş ortamlarında belki daha az genişleme fırsatı bulabilir. Fakat bütün bunlara rağmen Peygamber Efendimiz, savaş kaçınılmaz olunca da savaşlar yapmıştır.
Teşvik etti
Savaşın insani kurallarını o koymuştur. Yüzlerce seriye hazırlamış ve yirmiden fazla büyük muharebeyi yönetmiştir. Müslümanları cesaretlendirmiş ve onları savaştan kaçmamaya teşvik etmiştir. Bu çerçevede savaşçılara şu muştuyu vermiştir: “Allah yolunda bir deve sağımı kadar bile savaşana Allah cehennemi haram kılar.”5 “Bir Müslümanın savaş safında bir anlık kıyam etmesi yapacağı altmış yıllık (nafile ibadetten) daha faziletlidir.”6 buyruğu ile de müjdesini perçinlemiştir.
Emperyal hedefleri olmayan milletler durduk yere savaş açmazlar ve açamazlar. Fakat emperyal niyet ve hedefleri olan milletlerin açmış olduğu savaşlara direnmek, vatan savunması yapmak, vatanın bir karış toprağını bile kutsal bilip düşmanlara vermemek, ülkedeki emniyetleri sağlamak için mücadele vermek, mazlumların arkasında durup onları zalimlere ezdirmemek ve kaynakları sömürtmemek için düşmanla vuruşmanın kötü bir tarafı da yoktur.
Tarihin hiçbir döneminde Müslümanlar kimseyi sömürmemişler; kaynaklarını çalmamışlar ve almamışlar, hep kendilerinde olan nimetleri başkalarına verip paylaşmışlardır. Savaşlarda din adamlarının, kadınların, çocukların, yaşlıların, sakatların ve hayvanların öldürülmemesini sünnet bilip bu sayılanlara silah çekmemişlerdir. Tabiatı Allah’ın bir emaneti bilip kimyasal silahlar ve atıklarla doğal dengeyi bozmamışlardır.
Durum böyleyken ilahî olanla bütün bağlarını kesmiş olan modern devletlerin ve onların emirlerinde çalışıp yollarını açan kurumların Müslümanları vahşet ve terörle beraber anmaları çok talihsiz ve düşmanca bir yaklaşımdır. Olaya insaf ölçülerini kaybederek yaklaşanların Peygamber Efendimiz’in ordu sevk ederken komutana verdiği şu talimatı dikkatle incelemelerini tavsiye ediyoruz:
“Allah’ın adını anarak savaşa gidiniz. Sizler sadece Allah’ı inkâr edenlerle O’nun yolunda savaşacaksınız. Savaşta da olsa kimseye haksızlık yapmayınız, ganimet mallarını aşırmayınız/çapulculuk yapmayınız, ölünün veya dirinin organlarını keserek işkence etmeyiniz, çocukları ve ibadethanelerdeki kimseleri sakın öldürmeyiniz.”7
Kim dinler?
Bugün bu kuralları gözeten bir millet var mıdır? Atılan atom bombaları, kullanılan kimyasal silahlar, Amerika’da soyu kesilen kavimler, her iki dünya savaşında ölen milyonlarca kişi, Afganistan, Keşmir, Hindistan, Kuzey Afrika başta olmak üzere kıtada yapılan katliamlar, Irak, Suriye ve Filistin’deki soykırımın arkasında Müslümanları terörle itham eden Amerika, Batı Avrupa ülkeleri ve Yahudi lobileri vardır. Müslümanların onların baskılarına aldırmadan yollarına devam etmeleri ve din karşıtı söylemleri karşısında aşağılık duygusuna düşmemeleri şarttır.
Peygamber Efendimiz, Müslümanları vatanlarını korumaları için sınırlarda nöbet beklemelerini istemiştir. Bunun kınanacak bir tarafı var mıdır? Şu hadiste olduğu gibi bu durumu teşvik de etmiştir: “Kim ki Allah yolunda sınırlarını bekleyerek ve savaşa hazır vaziyette (teyakkuz hâlinde) ölürse Yüce Allah o kimseyi kıyamet gününün en büyük korkusundan emin olarak diriltecektir.”8 Eğer Müslümanların savaşmaları zorunluluk arz etmesine rağmen, çeşitli nedenlerle “Savaşmazlar; ağır davranırlar ve cepheyi terk edecek olurlarsa Yüce Allah o kavme yağmur vermez ve azap eder.”9 buyuran Peygamberimizin ülke savunmasını teşvik etmesinden daha normal bir şey olabilir mi?
Savaşın zorunlu olduğu durumlarda samimiyeti ve Allah rızasını öne çıkaran Peygamber Efendimiz kahramanlık gösterisi, ganimet elde etmek, şöhrete ulaşmak veya kavmiyet taassubu nedeniyle savaşan kimselerin durumu üzerine bir soru sorulduğunda şu cevabı vermiştir: “Her kim ki Allah’ın kelimesi/koyduğu kanun ve kurallar daha yüce olsun (hayat vahye göre anlam bulsun) diye savaşacak olursa ancak onun savaşı Allah yolundadır.”10 buyurmuştur.
Halis niyet
Savaşın kuralları olduğu gibi niyetinin de halis olması elzemdir. Aksi hâlde riya karışarak amel iptal olabilir. “Allah yolunda savaşan kimsenin niyetinde bir yular elde etmek (basit dünyalık) varsa niyet ettiği şeyi elde eder.”11 hadisiyle Peygamberimiz, niyeti düzelmenin amellerin kabul olmasındaki önemine değinmiştir.
Müslümanların bir yöntem dâhilinde Peygamber Efendimiz’i örnek alarak mücahedelerini sürdürmeleri Müslümanlıklarının zorunlu sonucudur. “(Sizin için) kolay da olsa zor da olsa, savaşa çıkın ve mallarınızla, canlarınızla Allah yolunda yürekten çaba gösterin; (çünkü) eğer bilirseniz, bu sizin kendi iyiliğiniz içindir!”12 ayettindeki “hifaf ve sigal” kavramlarını; yaşlı/genç, hasta/sağlıklı, zengin/fakir, büyük/küçük şeklinde anlayan sahabe her an Allah yolunda savaşa hazır olmuştur.13
Bu hazırlık çerçevesinde oluşan “ordu millet” yeryüzünde hakkın hâkimiyeti için çalışmış ve kâfirlere ve zalimlere iktidar şansı vermemiştir. İktidar şanslarını yeniden elde etmek isteyen kâfirler Müslümanların ibadetlerine dil uzatmaya başladılar. Yapılması gereken, Allahuteala’nın koyduğu ibadetlerdeki hikmetleri kavrayıp ibadetlerin meşruiyetini tartışmaya açmamak ve kâfirlere kesinlikle fırsat vermemektir.
Dr. Mehmet Sürmeli/ İrfanDunyamiz.com
DİPNOTLAR
1 Bakara 2/216
2 Enfal 8/60
3 Bakara 2/195
4 Bakara 2/191
5 Abdürrezzak, Musannef, c.V, s.253
6 Darimi, 7, Cihat, Had. no:2296, c.II, s.266
7 İbni Mace, Cihat, 38, Had. no:2857, c.II, s.953
8 Ramahurmizi, Hasan b. Abdurrahman, el- Muhaddisu’l-Fasıl, Daru’l-fikr,1984, Beyrut, s.288
9 Hâkim, Müstedrek, Had. no:2504, c.II, s. 114-5
11 Abdürrezzak, Musannef, Had. no:9567, c.V,s.268; Buhari, 56, Cihat,15, c.III, s.256
11 Ahmed, Müsned, c.V, s.315
12 Tevbe 9/41
13 Hâkim, Müstedrek, Had. no:2503, c.II, s.114
İstikamet Yazıları ↗
İslam’ın şuur boyutuna vurgu yapan yazıları okumak için tıklayın.
Kaynak Metinler ↗
İlim yolcuları için derlenmiş temel dini metinlere ulaşmak için tıklayın.