Of‘un en ücra dağ köylerinin birinde fakirliğin ve yoksulluğun olduğu bir bölgede oniki kardeşli bir ailenin 10. çocuğu olarak doğmuşum. Benden önce doğan erkek kardeşlerimin hepsi öldüğü için annem ve babam benim üzerime çok ehemmiyet göstermişler. Annemin okur yazarlığı yoktu fakat bizim dini tahsil almamızı çok isterdi. Yaşayan ilk erkek çocuk olmam nedeniyle benden ayrı kalmayı hiç düşünmezdi. Altı yaşımdayken büyük ablamın eşinin yanında hafızlığımı yaptım.
Daha sonra bölgemizin meşhur Kıraat alimlerinden Mehmet Rüştü Aşıkkutlu Hocaefendi’den Arapça ve Kur’an eğitimi aldım. Kendisi tam bir Osmanlı aydını alim bir zattı. Derin bilgisi, anlayış ve hoşgörüsü ile mümtaz bir şahsiyetti. Merhum Hocamız, yaşadığı dönemde hem nazarî olarak hem de fiilen Reisül Kurra idi. Ondan sonraki reisül kurralar da ya fiilen onun talebesi veya hükmen onun talebesi sayılanlardan olmuştu.
Evinde kaldım
Hocaefendi sadece hafızlık yaptırmaz, Kıraat ilimlerini de okuturdu. Belli bir seviyeye kadar Arapça okuttuğu talebeleri de olurdu. İleri seviyedeki talebelerini ise yardımcı hoca olarak istihdam ederdi. O dönemde Of’ta Hocaefendi’den başka Kıraat ilmini onun seviyesinde okutan hoca yoktu. Bir alt seviyede olanlar vardı ki onlar da zaten onun talebeleri idi.
Mehmet Rüştü Aşıkkutlu Hocamızı, 1963-64 yıllarında evinde talebe olarak kaldığım dönemde tanımıştım. Bizim Hamzalı isimli şimdiki mahallemizin, 1950 den önce Hocamızın köyüne bağlı bir mahalle olması sebebi ile kendisi ile aynı köylü sayılırız. Babam da onun talebesi, aynı zamanda da ustası sayılırdı. Çünkü babamdan saatçilik öğrenmişti.
Uğurlu (Çufaruksa) köyündeki evinde yatılı olarak kalırken 9 yaşında olmam sebebi ile evlatlık gibi hizmetinde bulunmanın yanında, eğitim ve terbiyesinden de istifade ettiğim ikinci hocam olmuştur. İlk hocam da onun talebesi olan eniştem H. Hilmi Yıldız Hoca idi. Hafızlığı ilk hocamda yaptıktan sonra onun yanına gitmiştim.
Evinde toplam 1,5- 2 sene kadar kaldım. Hafızlık kuvvetlendirme, Talim, Tecvit ve Arapça eğitimi alarak hafızlık diplomamı ondan aldım. Fakat kendisinden Kıraat ilmi okumadım çünkü o dersleri camide ve kurs merkezinde okuturdu. Evinde ise benden başka talebe yoktu. Dolayısıyla camide ve kurs merkezindeki uygulamalarının ayrıntısını bilme ve aktarma imkanım yok. Mısır tarikini benimsemiş bir hocamız olarak namazı evde kıldığımız zaman, misafirine veya bana aşır okuturdu.
Köylülerin fedakarlığı
Mehmet Rüştü Aşıkkutlu Hocamız kendi köyünde görev yaptığı halde, evi müsait olan köylülerin evinden başka, talebelerin barınacağı bir kurs binası olmadığı gibi dershane binasında da sınırlı sayıda oda vardı. Bundan dolayı köylülerinin ona olan hürmet ve sevgisi sebebi ile imkanı olan herkes evini talebelerin barınması ve konaklamasına açardı. Türkiye’nin bir çok ilinden gelen talebeler köylülerin evlerinde kalırdı.
Kendisinin herkesle çok iyi münasebetleri olduğunu onu tanıyan herkes bilir ve kabul eder. Kabiliyetli gördüğü talebelerini, kendisi icazet verdikten sonra Hacı Dursun Güven ve Hacı Hasan Rami Yavuz Hocalara yönlendirir; talebelerin durumunu da o hocalara yazılı olarak bildirirdi. İlkokul okumayanları imtihan eder, okul müdürüne yazı yazarak uygun gördüğü sınıftan başlatılmalarını rica ederdi. Benim için de okul müdürüne yazı yazmış ve 3. sınıftan başlamamı sağlamıştı.
Hocamız adeta kendisini talebelerine adamıştı. Gelen talebeyi reddettiğini ne gördüm ne de duydum. Ancak talebenin yaşına, kabiliyetine ve yapısına uygun yönlendirme yaptığına şahit oldum. Hocaefendi’nin kızdığını veya şiddet kullandığını da ne duydum ne de gördüm. Kabiliyetini yeterli görmediği talebeleri ayırır; onlara zaruri gördüğü dersleri öğretmekle iktifa ederdi. Kabiliyeti olmayanları zorlamaz, kapasitesinin hacmi ile orantılı bilgi öğretmekle iktifa ederdi.
Yumuşak huyluydu
Rahmetli Aşıkkutlu Hocamız ilmi kadar ahlakı ile de temayüz etmiş bir zattı. Mütevazi, cömert, sakin, ilmi ile amil bir insan olduğu için toplumda örnek kabul edilen bir gönül insanıydı. Onu gören sahabeden birini görmüş gibi hürmet gösterme ihtiyacı duyardı. Hayvanların bile kendisine farklı davrandığına çok şahit oldum.
Talebelerine çocukla çocuk, büyükle büyük gibi davranacak kadar mütevazi ve samimi davranırdı. Bana Arapça okuturken, anlamakta zorlandığım yerleri resim çizerek anlatır; her soruma ayrıntılı cevap verir; anlayacağım şekilde izah ederdi. Ona olan hürmet ve saygımız, korkudan ya da çekinmekten dolayı değil gönül bağımızdan kaynaklanan bir saygı idi. Yumuşak tabiatlı, hoş görülü, ilim, ahlak ve sevgi ile otorite oluşturan bir yapıya sahipti.
Yaramaz talebeler dahi Hocamıza sıkıntı yaşatmaktan haya eder; onun görmemesi ve duymamasına dikkat ederlerdi. Hocamız da bunu bildiği ve takdir ettiği için çoğu zaman görmemeyi, duymamayı tercih ederdi; talebenin haya perdesinin yırtılmasına imkan ve fırsat vermezdi. Talebelerle ilgili istihbarat kaynaklarından biri de bendim; bana sorar durumu öğrenmeye çalışırdı. Beni çok kesin konuşur gördüğünde: “Evladım, bir kapı açık bırak; geri dönmek zorunda kalırsan, o kapıdan çıkarsın” derdi.
Saygı duyulurdu
Merhum Hocamızın boş vakti olmaz; gelişi güzel konuşmazdı. Onu kendi köylüleri sevdiği gibi bütün bölge insanları da sever sayardı. İlmi sorular dışında politik konularda ona kimse soru sormaz; rahatsız olacağı yaklaşımda bulunmazdı. O ihlas ve samimiyet abidesi bir insan olduğu için onu boş soru ve işlerle kimse meşgul etmek istemez; onunla gereksiz konuşmaktan haya ederlerdi.
Merhum Hocamız politik konulara hiç girmez; yanında konuşulanları dahi duymazlıktan gelirdi. O sadece ilme ve talebelerine yoğunlaşmıştı. Politikacılarla irtibatı sadece eğitimci olarak işi ile sınırlıydı. Onun politik eğilimini benden başka duyan olduğunu zannetmiyorum. Ağızdan sevdiğini duyduğum tek kişi Necmettin Erbakan Hocamız olmuştur.
Soru sorardım
İsmailağa Camii‘nin emekli imamı Mahmut Efendi, Aşıkkutlu Hocamızın talebesi idi. Her sene evine ziyarete gelir, misafiri olurdu. Benim evinde olduğum dönemde bir iki defa ziyaretine geldiğini hatırlıyorum. Evde cemaatle namaz kılarken onu imamete geçirir; namazı onun kıldırmasını isterdi. Hacı Mahmut Efendi, gelişinde ve ayrılışında elini öpmek ister, kendisine “hocam” diye hitap ederdi.
Çocukluğumdan beri doğal davranıp doğal yaşamaya meyyal bir yapım olduğu için hasbi davranıp düşündüğümü ona sormaktan çekinmezdim. Bir seferinde, çocukluk sadelik ve rahatlığı ile kendisine: “Hocam niçin talebenizi imamete geçiriyorsunuz” diye sormuş; cevap olarak; “O benden daha takvadır” dediğini çok iyi hatırlıyorum.
Fötr şapkayı fırlatırdı
Hocaefendi aynı zamanda Of ilçesinin resmi vaizi idi, haftada bir gün Of’a gidip vaaz ederdi. Giderken de başına şapka giyer; döndüğünde evin bir köşesine sallayıp fırlatarak atardı. Of’un meşhur alimlerinden Hacı Ferşat Efendi‘nin eniştesi Hacı Muhammed Efendi’den; “Kendi tercih ve isteği ile başına şapka giyenlerin kafir olacağını” duyduğum için Hocama çocukluk saflık ve doğallığı ile bu bilgiyi aktarıp neden şapka giydiğini sordum. Yola çıkmak üzere olduğu halde geri döndü; oturup beni karşısına aldı ve tane tane konuşup bana bir izahatta bulundu.
“Fetva-i Ali Efendi” isimli bir Osmanlı fetva kitabının olduğunu bana bildirip öğrettikten sonra, o kitapta şöyle bir fetva var; deyip özetle şöyle bir bilgi aktardı: “Bir kimse gayrimüslim bir kişiden bir inek satın alsa, ineğin eski sahibi şapkalı kafir bir kişi olması sebebi ile inek şapkasız kişiye süt vermediği anlaşıldığında, ineğin yeni sahibi olan Müslüman şapka takarak ineği sağmak zorunda kalsa, kafir olur mu sualine, el cevap olmaz der ve gerekçesini de, Müslümanın şapka takmaktan maksadının ineği sağmak olduğu, kafire benzemek olmadığı şeklinde açıklar.”
Bu izahı yaptıktan sonra; “Sehpada idam edilmiş insan gören bir hoca olarak ben bu fetvaya binaen şapka giyiyorum. Gördüğün gibi ineği sağma dışında da kullanmıyorum. Sadece Of’a giderken kullanıyorum” diyerek benim de olurumu aldı ve evden öyle çıktı. O yıllarda 9-10 yaşında bir çocuk olmama rağmen Hocaefendi’nin bana bu yaklaşımı örnek alınacak ibretlik bir yaklaşımdır. Kıraat ilmindeki maharetinden daha etkili olan edep ve ahlakı bizim beynimize ve gönlümüze işte böyle nakşolmuştur.
Hiç bir talebesine sözlü veya fiili hiddet veya şiddet kullanmadığı halde ona olan sevgi ve saygımızı, onun kadar hak eden başka bir hoca tanımadım. O talebelerine sadece hocalık yapmaz, müşfik bir baba gibi davranırdı. Bu vesile ile hayatımda silinmez izleri olan muhterem Mehmet Rüştü Aşıkkutlu Hocamı saygı ve hürmetle yad ediyor; ruhunun şad olmasını, kabrini cennet bahçesi kılmasını Rabbimden niyaz ediyorum.
Not: Mehmet Rüştü Aşıkkutlu Hocamızın hayatı hakkında doktora çalışması yapan İstanbul Ortaköy Büyük Mecidiye Camii imamı Esat Şahin Hoca bana Hocamızla ilgili bazı sorular yöneltmişti. Hocamızla olan münasebetimizi bu vesile ile ifade etmiş olduk.
Ahmet Ziya İbrahimoğlu/ İrfanDunyamiz.com
KARADENİZ ÇEVRESİ İRFAN DÜNYAMIZ
Gönül Dünyamız ↗
Gönül insanlarına dair bam telinize dokunacak yazılar okumak için tıklayın.
İrfan Mektebi ↗
Sevdirici, müjdeleyici üslupla yazılmış hayata dair yazılar okumak için tıklayın.
- İstanbul’da bir mevlid hatırası…
- Altın ekinler ekmeye geldik…
- Pulurlu Maksut baba gözü yaşlı bir zattı…
- Tahsin Karanfil hoca ile Mevlid’i konuştuk…
- Abdullah Tivnikli abiden bir hatıra…