Dursun Aksoy amcadan semerci hikayesi

2000’li yıllarda Cağaloğlu’nda bir dergide çalışıyordum. Ziyaret amacıyla İzmir’e gitmiştim. İzmir’in manevi şahsiyetlerinden merhum Dr. Dursun Aksoy Amcamızı ziyaret etmiştim. Güzel güler yüzlü bir insandı, devamlı tebessüm halindeydi. Bendeki kafa karışıklığını, ya da telaşımı hissetmiş olacak ki: “Kuzum sana bir hikâye anlatayım da beraber istifade edelim” dedi. Tabi ki can kulağı ile dinledim.

Zamanın birinde bir semerci varmış. Geçimini bu işten sağlıyormuş fakat artık şehir hayatının giderek yaygınlaşması üzerine ne semer yaptıran ne de semer yapan kalmış. Şehirde kim semer yaptırsın ki, artık ulaşım ve nakliye motorlu vasıtalarla yapılıyor. Bizim semerci ustamız da köyden gelenlerin ihtiyaçlarına göre haftada en fazla bir ya da iki semer yapıyormuş.

Semer istemiş

Tabi geçim sağlamak zor, evden çıkarken ayakları geri geri gidiyor. Yani bu meslek artık tat vermiyormuş ama yine de işini terk etmemiş. Her sabah dükkânını açmış, iyi kötü işini yapmaya devam etmiş. Bir sabah dükkânını açmış rızkını beklerken bir adam gelip semer istemiş. Adam; “Çok hafif olsun, taşınması kolay olsun” diye de siparişini tarif etmiş.

O da; “Peki efendim” diyerek sevinçle tüm maharetini gösterdiği bir semer yapmış. Ertesi gün ve ondan sonraki günler hep aynı adam semerci dükkânına gelip bazen bir bazen de dört– beş tane semer siparişi veriyormuş. Artık bizim semerci ustamız semer yapmayı yetiştiremez hale gelmiş.

Önceleri bizim ustamız bunu turistik amaçlı istediklerini sanıyormuş. Her halde şehirde evlerine ya da bahçelerine dekor olarak koyacaklar da onun için istiyorlar diye düşünmüş. Hatta siparişi vereni de toptancı sanmış. Fakat bu kadar ince ve hafif istemesine şaşırmıyor da değilmiş. Bunu nasıl bir hayvana takmak istediği konusunda hiç bir fikri yokmuş.

İşe sabahın karanlığında gelip akşamın karanlığında da işten çıktığı için sokaklarda kimseleri göremiyormuş. Yani çevresinde ne olup bitiyor, bunlardan habersizmiş. Bir gün hanımının istediği bir siparişi almak için çarşıya çıkmış. Çıkmasıyla birlikte şaşırmış tabi. Aman Allah’ım insanlar sırtında semerle dolaşıyorlar! Hem de kendi yaptığı semerlerle. Gözlerine inanamamış.

Sokaktan geçen insanlardan bir tanesinin yanına gitmiş, dayanamamış sormuş: “Kardeşim niye sırtında semerle dolaşıyorsun?” Adam bu soru karşısında şaşırmış; “Ne semeri kardeşim ben katır mıyım?” demiş. Bir diğerine sormuş; “Yahu ne semeri ben eşek miyim?” demiş. Kime sorsa, “Ben öküz müyüm, ben at mıyım?” diyerek sırtında semer olmadığını söylüyormuş.

Açıklama yapmış

Bizim semercinin kafası iyice karışmış. Dükkânına gitmiş ve ertesi sabahı iple çekmeye başlamış. Çünkü kendisine semer siparişi veren adam sabahları geliyormuş. Adam gelmiş bu sefer on tane semer sipariş etmiş. Bizim semerci dün gördüklerini adama bir çırpıda heyecanla anlatmış. Adam sakince dinledikten sonra şöyle bir açıklama yapmış:

“Bak semerci usta. Sen bu hafif semerleri özenerek yapıyorsun. Ben de bu semerleri senden alıp o gördüğün insanların sırtına takıyorum. Bu insanlar daha önce kanaat ehli insanlardı. Fakat sonraları kanaat etmedikleri için; ‘Hep daha fazla olsun, hep daha iyisi olsun’ diyerek hırsa kapıldıkları için dünyaya niye geldiklerini unuttular. Biz de anlara semer takıyoruz ki put yaptıkları heva ve heveslerini, arzu ve isteklerini sırtlarında taşısınlar.

Onlar dünyevi hırslarını kendilerine yük edindiklerinin farkında değiller. İnsanların sırtlarında işte böyle gizli semerleri vardır. Kimin sırtında semer var, kiminkinde yok; bunu herkes göremez. Ancak kalp gözü açık kanaat ehli insanlar görebilir. İnsanlar giderek açgözlü hale geldikleri için, gelirlerine göre değil de nefislerinin istediklerine göre yaşıyorlar. Sen de eğer hırsa kapılıp açgözlü olursan bir gün senin de sırtına bir semer vurulur.”

Mal hırsı

Ben Merhum Dursun Aksoy Amcamızdan bu hikâyeyi dinledikten sonra bana gülümseyerek döndü ve şöyle dedi: “Kuzum Peygamber Efendimiz sallellahu aleyhi ve sellem buyurmuştur ki: Gerçekten şu mal çekici ve tatlıdır. Kim onu hırs göstermeksizin alırsa, o malda kendisine bereket verilir. Kim de ona göz dikerek hırs ile alırsa, o malın bereketi olmaz. Böylesi kişi, yiyip yiyip de bir türlü doymayan obur gibidir. Üstteki (veren ) el,  alttaki (alan) elden daha hayırlıdır.” (Bkz. Buhârî, Vasâyâ 9, Cihâd 27, Zekât 47, 50, Humus 19, Rikak 7, 11; Müslim, Zekât 96)

Dursun Aksoy Amca güzelce dualar ettikten sonra; “Biz de inşallah açgözlü değil de kanaat ehli olalım” dedi. Tabi güzel insanlar çok zarif oluyor. “Bir eşeklik yaparsanız sırtınıza semer vururlar” ya da “eşek gibi nefsinizin esiri olmayın” demedi mübarek. Bunu böyle bir hikaye ile anlattı. Bazı kardeşlerimiz bu hikayeyi anlamakta güçlük çekebilirler. Tasavvufta “eşek” sembolünden “nefs”in kastedildiği anlaşılırsa buradaki mesaj da daha iyi anlaşılacaktır.

Demek nefsani hayatı tercih edenlerin, hırslarının peşine düşenlerin sırtlarında görünmeyen semerler oluyormuş. Kim vuruyor demeyin, bu bir hikayedir, bir teşbihtir, bir benzetmedir, ders vermek, ibret almak için anlatılır. Rabbimiz de bazı insanları Kur’an-ı Kerim’de hayvanlara benzetmiştir. Bir ayet-i kerimede şöyle buyurulur:

“…Bunların kalpleri vardır ama onlarla kavrayamazlar; gözleri vardır ama onlarla göremezler; kulakları vardır ama onlarla işitemezler. Onlar hayvanlar gibidir, hatta daha da şaşkındırlar. İşte asıl gafiller onlardır.” (Araf, 179)

Fahri Sarrafoğlu/ İrfanDunyamiz.com

Gönül Dünyamız ↗

Gönül insanlarına dair bam telinize dokunacak yazılar okumak için tıklayın.

İrfan Mektebi ↗

Sevdirici, müjdeleyici üslupla yazılmış hayata dair yazılar okumak için tıklayın.

Şunlara Gözat

Yüz yüze iletişimde on altın kural…

Yüz yüze iletişim; doğrudan, aracısız bir iletişimdir. Bu iletişim iki kişi arasında olabileceği gibi, bir …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.