Kendisini kınayan nefis…

Nefs-i emmarenin esiri olan insan, yapmış olduğu hata ve günahlardan dolayı pişman olur ve kendisini levm etmeye yani kınamaya başlarsa “nefs-i levvâme” mertebesine ulaşmış olur.1 Nefs-i levvame kendini kınayan, kötüleyen, azarlayan nefis demektir. Kur’ân-ı Kerim’de nefsin bu mertebesine; “Ve kendisini kınayan nefse yemin ederim”2 ayetiyle işaret edilmiştir.3

Manevî ilerleme sürecinde bu mertebeye ulaşan derviş ayet-i kerimede dile getirildiği gibi emmâre mertebesinin kendisini yönlendirdiği kötülükleri fark eder ve artık yaptıklarından dolayı kendisini kınar.4 Denilebilir ki burası sâlikin vicdanının harekete geçtiği ve bir iç kontrol sisteminin tesiriyle sâlikin hâl ve davranışlarının konumunu değerlendirmeye başladığı mertebedir.5

Vicdani hesaplaşma

Kur’ân’ın bu konuda genel tavrı öncelikle insanın hata yapmaya çalışması, hata yapmışsa da hatasını fark edip bir an önce hatasından dönmeye gayret etmesidir. Şayet insan hatasını görmemezlikten gelirse hatadan daha büyük bir hataya düşmüş olur. Çünkü hatasını göremeyen veya görmemezlikten gelen kimsenin o hatadan dönmesi ve doğru olanı yapması mümkün değildir.

Ben ondan hayırlıyım. Beni ateşten onu topraktan yarattın”6 sözleriyle hata yapan şeytan ve cennetteki yasak meyveden yiyerek hata işledikten sonra hatalarının farkına vararak bu yanlıştan dönen Hazreti Âdem ve Hazreti Havva, iki model olarak Kur’an’da takdim edilmiştir.7

Peygamber Efendimiz sallellahu aleyhi ve sellem de kişinin kulluğa sarılıp yanlışlardan korunma metodu noktasında sevap/ iyilik ve günah/ kötülük kavramlarını şu şekilde tanımlamıştır: “İyilik yaptığın takdirde sana haz veren, içinde hoşnutluk hissettiğin şey, günah/kötülük ise yaptığında içini tırmalayan, seni rahatsız eden ve yaparken başkalarının görmesini istemediğin şeydir.”8 Efendimiz bu hadîs-i şerifleriyle vicdânî hesaplaşmanın kişinin doğru bir kulluk yapması noktasındaki önemine işaret etmiştir.9

Hasan-ı Basrî rahmetullahi aleyh de Kur’ân ve Sünnet’in gösterdiği bu istikamet çizgisindeki mü’mini şu şekilde tanımlamıştır: “Vallahi, mümini her halinde kendini ayıplarken görürsün. Yaptığı iyilikleri az ve yetersiz bulur; bundan dolayı pişmanlık duyar ve kendini paylar. Günaha batmış kimse ise hiçbir şekilde kendini eleştirmeksizin günah islemeyi sürdürür.”10

Nefsin halleri

Sâlikin hatalarının ve aldatıcı emmâre derekesinin farkına vardığı bu aşama sûfîler tarafından emmâreden üstün olarak görülmesine karşın, mülheme, mutmainne ve diğer mertebelere ilerlemede kat edilmesi gereken bir süreç olarak kabul edilmiştir.11 Çünkü bu mertebede sâlik, kendini kınamaya başlar ama bu makamın özelliği olan hileli veya hilesiz bir şekilde sâliki kötülüklere sevk etmek olduğundan12 zaman zaman da hatalara düşerek Hakk’ın rızasına muhâlefet edebilir.13 Oysa Kur’ân ve Sünnet mü’minden konulan yasaklara ve emredilen görevlere sıkı bir şekilde sarılmasını istemiştir.14

Nefsin kötülükleri emreden emmâre aşamasından kurtularak levvâme derecesine ulaşan sâlik ise yermek, kınamak, heves, fikir, kendini beğenmek, başkalarıyla çekişmek, kahır, gizli riya, makam sevgisi, şehvet duygusu; takva, ar, kulluk, namaz, oruç, hac, çokça zikir ve gaza gibi farklı tesirler altında doğru olanı yapma gayretinde olur.15

Birçok sûfî, nefs-i levvâme mertebesinde sâlikin “Allah şüphesiz daima tövbe edenleri sever16 âyetini ve “Günahtan tövbe eden günahsız kimse gibidir17 hadîsini özümseyerek hareket etmesi gerektiğini ifade etmiştir.18 Sûfîler, sâlikin kabz- bast hâlini yaşadığı bu mertebede fiillerini Kur’ân ve Sünnet’in rûhuna uygun yapmaya çalıştığı ve bu süreçte kabir azabı, sırat, mizan, mahşer ve cehennem korkusu gibi konularda yoğun tefekkür süreçlerini idrak ettiği bilgisine de yer vermiştir.

Kalp makamı

Sâlikin bu mertebedeki genel hâlini Bali Efendi şu şekilde özetlemiştir: “Sâlik levvâme mertebesinde (kalp makamında) zühd, takva ve salih amellere çok önem verir. Bu ülfet, aynı zamanda amellerin ruhaniyetini de perdeler. Zira sâlik bu makamda muhabbet vadisindedir ve matlubun müşahedesi için esbaba tevessül etmeye oldukça isteklidir. Bu nedenle kalpte ‘hevâ ağacı’nın yerine ‘mübarek bir ağaç’ diker ve onu salih amellerle süsleyip, her dalından çeşit çeşit meyveler elde etmekle meşgul olur.

Gözün meyvesi ağlama ve ibret alma; dilin meyvesi ilim ve hikmet; kalbin meyvesi şevk ve muhabbet; nefsin meyvesi dünyayı gönülden çıkarma, zühd ve takva; gönlün (bâtın-ı kalb) meyvesi vefa ve emanet; âhiretten yana meyvesi Cennet ve Naîm; Hâlık’tan yana ise şuhûd’dur. Sâlik, son derece şevk duyarak bunlarla meşgul olur ve bu sayede manada kendini bir yönden yok (ifnâ) edip diğer yönden bâkî kılar. Zira nehiylerle ilgili fiilleri yok etmiş, emirlerle ilgili fiilleri ise bâkî kılmıştır.

Bu açıklamalardan amelin bir gaye olduğu anlaşılmamalıdır, çünkü asıl maksat ‘marifet’tir ve amel ancak onun bir sebebidir. Yine unutmamak gerekir ki marifet hâsıl oldu diye amel asla sakıt olmaz; ölünceye kadar devam eder. Zira marifetin sonu yoktur. O halde, salih amellere ve güzel sıfatlara iltifat etmeyi terk edip ruhaniyet tarafına nazar kılarak amel kaydını ifnâ etmek gerekir. Sâlik ilâhî kemâlâtı müşahede edip rabbani marifetleri elde edene kadar bu şekilde devam eder.’19

Kararlı olmalı

Sûfîlere göre nefs-i levvâmenin emmâre ve mülhemeye bakan nispeti vardır. Onlar, nefs-i levvâmenin makamının seyrinin seyr lillâh, âleminin berzah, mahallinin kalb, hâlinin muhabbet ve vâridinin tarîkat olduğunu söylemişlerdir. Kimi sûfîler, dervişin nefs-i levvâmede “Allah” isminin zikriyle meşgul olması gerektiğini ifade etmişlerdir.20

Onlar, bu zikrin yapılış şekli üzerinde de durmuşlardır. Onlara göre sâlik, bu zikri yaparken sesli ve canlı bir şekilde yapmalıdır. Bu esnada da başını yukarı kaldırıp göğsüne doğru sağa sola sallanmadan vurmalıdır.21 Sûfîlere göre Allah ismiyle yapılan davete icabet edilir ve onun vesilesiyle yapılan istek geri çevrilmez22 Receb-i Sivâsî’nin de ifade ettiği gibi sâlik bu süreçte şeyhinin duasını almaya özen göstermelidir. Bununla birlikte sâlik nefsinin kötü isteklerini arındırma konusunda kararlı olmalıdır.23

Sûfîler, sâlikin bir an önce kötülükleri emreden nefs mertebesinden kurtulması gerektiği hususunun altını çizmişlerdir. Bu anlayışa göre, Kur’ân ve Sünnet’in mü’minin önüne koyduğu hedefe ulaşabilmek için sûfî kendini sürekli kontrol etmeli ve hatalarının farkına vararak bu hatalardan bir an önce dönmelidir.

Sûfîler, sâlikin ihsân makamında bir hayata ulaşabilmesi için atması gereken adımlar üzerinde de durmuşlardır. Onlar, sûfînin emmâreden kurtulup bir üst mertebe olan levvâme derecesine ulaşabilmesi için ibadet, ahlâk ve zikir konusunda dikkat etmesi gereken hususları dile getirmişlerdir. Sâlikin bu süreçte “Allah” ismiyle zikre devam etmesi gerektiğini dile getiren sûfîler, bu mertebedeki sâlik için şeyhin/mürşid-i kâmilin önemini de dile getirmişlerdir.

Düşme tehlikesi

Bu mertebeyi geçici bir mertebe olarak kabul eden sûfîler, sâlikin mülheme, mutmainne ve diğer üst mertebelere ulaşabilmesi için bir an önce bu mertebeden ve bu mertebenin tasallutlarından kurtulması gerektiği hususunda da dikkatli olması gerektiğini söylemişlerdir.

Burada uzun süre kalan sûfî için tekrar emmâre mertebesine düşmek tehlikesini dile getiren sûfîler, sâlikleri bu konuda uyarmışlardır. Sûfîler bu mertebede sâlikin bazı psikolojik hallerine de değinmişlerdir. Gördükleri rüyalar ve karşılaşacakları renkler üzerinde duran sûfîler, sâlikin bu durumlar karşısında takınması gereken tavra da vurgu yapmışlardır.

Nefs-i levvâme sahibi sâdık rüyalar görebilir. Mesela sâlik, rüyalarında kırmızı ata binmek, kırmızı renkli giysiler giymek ve güzel kokularla kokmak, kırmızı güllerle donatılmış, sarkmış üzüm ve hurmalarla bezenmiş bahçelere girmek gibi tecrübeler yaşayabilir.24 Bu kimsenin gözü ve kulağı açılır. Bu kimse kalp zenginliğine ulaşır ve her tarafının nurla dolduğuna şahit olur.25  

Netice itibariyle ifade etmemiz gerekirse sûfîler Kur’ân ve Sünnet merkezli düşünce temellerinin üzerine tecrübelerini de ekleyip sâlikin bu mertebeyle münasebetlerini enine boyuna değerlendirmişlerdir. Onların bu tavrı sûfîlerin insana ve onun hallerine verdikleri değeri göstermesi bakımından son derece önemlidir. İnsanın nefisle mücâdelesi sürecinde sûfîlerin tecrübeleri ve bu tecrübeyle ilgili düşünce sistemleri onların insan merkezli hareket tarzlarını da net bir şekilde gözler önüne sermektedir.

Dr. Fatih Çınar/ İrfanDunyamiz.com

1 Mevdûdî, Tefhîmu’l-Kur’ân, İnsan Yay., İstanbul, 1997, c.VI, s.531.
2 Kıyame, 75/2.
3 Nefs-i levvâmeye bu ad, kötülüklerden dönüşe ve onlarla ilgiyi kesmeye başlaması dolayısıyla verilmiştir. Kendisini kötülüklere daldıran nefsini kınadığı için bu nefse levvâme/kınayıcı adı verilmiştir. Ali Tehânevî, Keşşafu ıstılâhât’i’l-Fünûn, İstanbul 1984, c.II, s.1402. Bu konuda farklı yorumlar için bkz., İbn Kayyum, Medâricu’s-sâlikîn, İnsan Yay., İstanbul 1990, c.II, s.7-8.
4 Ethem Cebecioğlu, Tasavvuf Terimleri ve Deyimleri Sözlüğü, Anka Yay., İstanbul 2004, s.547.
5 Abdurrahman Dodurgalı, “Nefs ve Eğitimi”, Din Eğitimi Araştırmaları Dergisi, MÜİFV Yay., İstanbul, 1998, s.79.
6 Araf 7/12.
7 Hz. Âdem ve Hz. Havva hatalarının farkına varıp şu şekilde dua etmişlerdir: ‘Ey rabbimiz! Kendimize yazık ettik. Şayet Sen kusurumuzu örtüp bize merhamet buyurmazsan en büyük kayba uğrayanlardan oluruz, diye yalvarıp yakardılar.’ Araf 7/23. Bekir Dündar, İçimizdeki Düşman- Manevi Hastalıklar ve Tedavi Yolları-, Işık Yay., İstanbul 2013, s.26-27.
8 Müslim, Birr, 14-15; Tirmizî, Zühd, 52.
9 Enver Uysal, “Değerler Üzerine Bazı Düşünceler ve Bir Erdem Tasnifi Denemesi: İnsanî Erdemler–İslâmî Erdemler”, Uludağ Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, Cilt: XII, Sayı: I, s.62. 
10 İbn Kayyım, Nefis Tezkiyesi, Karınca Yay., İstanbul, 2003, s. 100.
11 Receb-i Sivasî, Risâle fî usûli’l-Halvetiyye, Beyazıt Kütüphanesi Veliyüddin Efendi Bölümü, Nu: 1836, vr.2a; Ramazan Muslu, “Seyr u Sülûk Metotları”, Tasavvuf El Kitabı, Editör: Kadir Özköse, Grafiker Yay., İstanbul 2013, s.348.
12 Bali Efendi, Manzume-i Vâridât, Süleymaniye Kütüphanesi, Hacı Mahmud Efendi, Nu: 2338, vr. 60a.
13 Hâkim Tirmizî, Beyânü’l-Fark, beyne’s-sadr ve’l-kalb ve’l-fuâd ve’l-lübâb, Dâru İhyai’l-Kütübi’l-Arabiyye, Kahire 1968, s.81.
14 Gazali, İhyâu ulûmi’d-din, Tercüme: Sıtkı Gülle, Huzur Yay., İstanbul, 1998, c.IV, s.43. Âdem Yıldız, İmam Gazzâlî’ye Göre Nefis ve Nefis Eğitimi (Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi), Konya 2007, s.89.
15 İbrahim Hakkı Erzurumî, Marifetnâme, Sadeleştiren: M. Fuad Başar, Âlem Yay., İstanbul 2003, s.574-575.
16 Bakara 2/222.
17 İbn Mace, Zühd 30.
18 Muhammed Sâdık Efendi (1724-1794) onlardan bir tanesidir. Ramazan Muslu, “Muhammed Sâdık Efendi (1724-1794)  ve Nefis Mertebeleri Çerçevesinde İnsana Bakışı”, Üsküdar Sempozyumu IV, s.538.
19 Bali Efendi, Atvâr-ı Seb’a, Süleymaniye Kütüphanesi, Hacı Mahmud Efendi, Nu: 2927, vr. 7b- 8a. Geniş bilgi için bkz., Ramazan Muslu, “Halvetiyye’de ‘Atvâr-ı Seb‘a’ Yazma Geleneği ve Sofyalı Bâlî’nin Atvâr-ı Seb‘a Risalesi”, Tasavvuf: İlmî ve Akademik Araştırma Dergisi, Yıl: VIII, [2007], Sayı: XVIII, s.51-52; Halil Celep, “Sofyalı Bâlî Efendi’nin Tasavvuf Anlayışı”, Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, Sayı: XII, Sonbahar 2013, s.116-117.
20 Ahmet Ögke, Kur’ân’da Nefs Kavramı, İnsan Yay., İstanbul 1997, s.88-89.
21 Muslu, ‘Seyr u Sülûk Metotları’, Tasavvuf El Kitabı, s.349.
22 İbrahim Hakkı Erzurûmî, Marifetnâme, s.568-579.
23 Sivasî, Risâle fî usûli’l-Halvetiyye, vr.2a.
24 Sivasî, Risâle fî usûli’l-Halvetiyye, vr.2a.
25 Anonim, Nefsin Yedi Mertebesine Dair Risale, Süleymaniye Kütüphanesi, Kasidecizâde, Nu: 703/6, vr.77b-78a.

Şahsiyet Gelişimi↗

Müslümanca hassasiyetlerle yazılmış kişisel gelişim yazıları okumak için tıklayın.

Adab-ı Muaşeret↗

Sosyal hayattaki edep ve görgü kurallarına dair yazıları okumak için tıklayın.

Şunlara Gözat

Halil Atalay hoca yüreklere dokunmuştu…

1959 yılı Ramazan ayının Kadir gecesinde Eskişehir’in Mihalıççık ilçesi Çalkaya köyünde doğdu. İlkokulu Çalkaya Köyü …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.