Dünya ve içindeki her şey kendisi için yaratılan insana Yüce Allah, dünyayı olması gereken şekilde tanıtmıştır. Dünyayı tanıma noktasında, Kur’an’ın iniş sürecindeki insanların dünyaya bakışları iyi kavranmazsa; dünyayı ret, onu imar etmeme, içinde hâkimiyet mücadelesi vermeme, onun güzelliklerinden istifade etmeme ve ona sahip olmama dediğimiz ruhbanî anlayış insanın hayatına egemen olur. Dünyaya bizim sahip olmamızla, dünyanın bize sahip olması arasındaki farkı kavrayabilmemiz için, Kur’an’ın dünyayı tanıtış biçimini iyi anlamak zorundayız.
Allah Teâlâ şu ayette dünyayı bize en güzel biçimde tanımlamıştır: “(Güzelliğiyle insanoğlunu cezbeden şu gelip geçici)dünya hayatının (gerçek yüzünü ortaya koymak) için, şu çarpıcı örneği anlat onlara: Gökten yağmur yağdırırız da yeryüzünün bitki örtüsü onun sayesinde (yeşerip boy verir ve renk renk, çiçek çiçek) birbirine karışır fakat (bunca göz kamaştırıcı güzellikler, çok geçmeden sararır, solar, ufalanır ve) sonunda, rüzgârların önünde savrulup giden çöp kırıntılarına dönüşür. (İşte dünya nîmetleri de aynen böyle yok olup gidecektir. O hâlde, yok olup gitmeye mahkûm olan şu evrende sınırlı bir güce sahip olan insanoğlu, bir Yüce Kudrete muhtaç: İşte O) Allah, her şeye kadirdir.” (Kehf 18/45)
Değer üretmek
Ayet dünyanın kısa ve sonlu oluşuna işaret ederken, asıl rağbet edilmesi gereken şeyleri de şöyle sıralıyor: “Mallar ve oğullar dünya hayatının süsleridir. Kalıcı olan güzel işler ise Rabbinin katında sevapça daha hayırlıdır, umutça da daha hayırlıdır.” (Kehf, 18/46.)
Ayete göre kalıcı olan şeyler; Allah celle celaluh’a olan ibadetler, namaz, “Allah’ı eksik anlayıştan tenzih” ve “O’nun her şeye kadir” olduğunun (Bkz. İbn-i Kesir, Tefsiru’l-Kur’ani’l-Azim, c. III, s. 84.) ikrarına dayanan bir anlayışla kendimizi için, insanlar için değer üretmektir. Eğer insan bir değer üretemiyorsa, ayette buyurulduğu gibi kendisi de “çer-çöp” durumuna düşmüş olur. Siyasi, iktisadi, sosyal ve hukuki açıdan insanlığın muhtaç olduğu değerleri vahiy eksenli üretebilmek demek; “baki olan salih amelleri” çoğaltarak, çözüm sunabilen inandırıcı bir İslam’ı insanların gönüllerine arz etmek demektir.
İnsanlık için değer üretmede bir yarışa girebilmek için, dünyanın kısa olduğunun bilincini Müslüman insanın sürekli yüreğinde hissetmesi gerekir. Serlevhaya almış olduğumuz ayet buna işaret etmektedir. Çünkü “Ahiretin yanında dünya hayatı, az bir geçimden ibarettir.” (R’ad, 13/26.)
Dünyaya tapmayın
İşi acele olan bir yolcunun belirli ihtiyaçlarını karşıladığı (Zemahşeri, Keşşaf, c. II, s. 507) bir uğrak yeri mantığı ile dünyaya yaklaşmak; onu hem kısa sürede verimli hale getirme, hem de ona tapmama bilincinin doğmasına vesile olur. Aksi halde, insan “Dünya hayatına razı olur, ikinci bir hayatı reddederse” (Yunus, 10/7) ebedileştirdiği bu dünyada mutlu olmak için birçok kötülüğü yapmaktan çekinmez. Bugün bile dünyamızdaki kötülük üreten, insanlığa yaşadığı gezegeni cehennem eden anlayışın temeli bu materyalist mantık değil midir?
Peygamber Efendimiz sallellahu aleyhi ve sellem, emeline ulaşınca sükûnet bulup, ulaşamadığında yeryüzünü sömürmekten zevk alan bu kötü düşünceyi şu hadisiyle yermiştir: “Altın, gümüş, saçaklı kadife, siyah zencefli kumaşın kulu olan kişiler kahrolsun. Böyle birisine verilirse razı olur, verilmezse razı olmaz.” (Buhari, Cihad, c. VI, s. 80.)
Kur’an, dünyaya tapmama kültürünü mü’minlerine kazandırabilmek gayesiyle onun içindeki birçok şeyin bizim için süslü gösterildiğini ifade buyurmuştur. Yalnız burada şu ayrımı iyi tespit etmek zorundayız. Süslü olan şeye sahip olmakla, onu ebedileştirmek ayrı ayrı şeylerdir. Kur’an’ın yerdiği; “süs” olanın ebedileştirilmesi anlayışıdır. Bu konuyla ilgili şu ayeti örnek olarak verebiliriz:
“(Güzelliğiyle etkileyen) kadınlara, (güçlü kuvvetli) oğullara, (gönül meyvesi kız çocuklarına), yığın yığın altınlara, gümüşlere, soylu ve endamlı atlara, (etinden, sütünden vs. faydalandığınız evcil) hayvanlara ve (bağlara, bahçelere) ekin ve tarlalara karşı aşırı düşkünlük, insanoğluna çekici kılınmıştır. Bütün bunlar, dünya hayatının gelip geçici nimetleridir. (İnsan hayatının ve neslinin devamı için verilen bu nimetlerden uygun biçimde yararlanabilirsiniz, fakat onlara tutkuyla bağlanıp ahireti unutmayın, çünkü asıl ulaşılması gereken) en güzel hedef, Allah katında (sizleri bekleyen ebedî ahiret hayatı)dır.”(Âl-i İmran, 3/14)
Güçlü olmalı
Bu ayeti, sayılan varlıklara yergi getiriyor şeklinde anlarsak bizi dünyadan, nimetlerinden, üretmekten ve her türlü olumlu çalışma anlayışından uzaklaştırır. Çünkü bu ayette, sayılan şeylerin hepsi helal dairesindeki şeylerdir. O halde onlara duyulan arzu, ihtirasla dolu ve haddi aşan tipten olunca kötü ve merduttur. Bu meşru vasıtalara sahip olunmazsa yeryüzünde “kuvvet” oluşturulmaz ve neticesinde güçlü olanlar bu zayıf varlıkları dünyadan silip süpürürler.
Ayette sayılan varlıklar; neslin devamı, iktisadi ve sosyal hayatın idamesi için zorunlu şeylerdir. Bunları elde etmeye çalışmakla beraber Allah Teâlâ, kendisinden korkan, itaat edip farzları yerine getiren ve emirlerine karşı gelmekten sakınanlar için (Taberî, Camiu’l-Beyan, c. III, s. 206.) asıl heves duyulması gereken hedeflerin cennetteki ebedi hayat olduğunu da bizlere şu ayetle haber vermiştir: “De ki: Bunlardan daha iyisini size söyleyeyim mi? Muttakiler için Rableri katında içerisinden ırmaklar akan, içinde sürekli kalacakları cennetler, temiz eşler ve Allah’ın rızası vardır. Allah kulları (nı) görür.” (Âl-i İmran, 3/15.)
“Dünyanın bir oyun ve eğlence” (Ankebut, 29/64.) olduğunu söyleyen Kur’an, Müslümanları dünyadan uzaklaştırmaya çağırmamıştır. Eğer bu ayetler yanlış anlaşılırsa, Müslümanlar bundan büyük yara alırlar. Tüm insanların dünyada yaratılması, peygamberlerin dünyayı ıslah etmek için gönderilmeleri, dünyada iktidar mücadelesi vermeleri bizim için sünnettir. Dolayısıyla kimsenin, dünyayı tamamen reddeder mahiyetteki İslâm dışı düşüncesini İslâm adına veya İslâmî kurumlar adına insanlara dayatma hakkı yoktur. Mü’min insan bilmeli ki kendisini dünyaya bağlayan her şey bir imtihan aracıdır. Ayette bu gerçek şöyle dile getirilmiştir: “Mallarınız ve çocuklarınız birer imtihandır. (Allah, onlarla sizi imtihan etmektedir.) Büyük mükâfat ise Allah katındadır.” (Tegabun, 64/15)
Devamlı gayret
Allah Teâlâ’nın “Fa’âl” (İş yapan) olmasından insanlar marifetleri oranınca nasiplerini almışlardır. Marifetin en üst seviyede tezahür ettiği Hazreti Muhammed sallellahü aleyhi ve sellem, çalışkanlık ve gayrette, Rabbinin direktifiyle zamanı en güzel biçimde kullanmıştır. “Bir işi bitirince hemen diğerine koyul” (İnşirah 94/7) ilahi buyruğu Hazreti Muhammed sallellahu aleyhi ve sellem’e döngüsel zaman kullanımı yerine doğrusal ve hep yukarıya doğru vakti kullanmayı öğretmiştir.
Allah celle celaluh zatıyla ilgili, “O, her an yeni bir tasarruftadır.” (Rahman 55/29) buyurmuştur. Yüce Allah’ın bu buyruğu Resulullah’ın hayatında salih amel, cihad, gayret, topluma yön verme, kötülükleri yok edip hakkı hâkim kılma olmuştur. Resulullah sallellahu aleyhi ve sellem, bu anlayışla anını bile değerlendirmiştir. O’nun çalışkanlığını ve gayretini Kur’an-ı Kerim şöyle haber vermiştir: “Ey Muhammed! (İnsanlar) mü’min olmayacaklar diye adeta kendini helak edeceksin.” (Şuarâ 26/3)
Böyle bir azmin gereği Resulullah sallellahu aleyhi ve sellem, peygamberlik dönemi boyunca davet, tebliğ, tezkiye, talim, terbiye, emr-i bi’l-maruf, nehy-i ani’l-münker, cihad, iktisadi, sosyal ve siyasi kurumlaşma, imar vb. çalışmaları yapmıştır. Tembellikten her an Allah’a sığınmıştır. Dünyanın olduğu gibi algılanması yerine tapınılacak derecede bir tutkuyla bağlanıldığı bir topluma peygamber olarak gelen Hazreti Muhammed sallellahu aleyhi ve sellem, yeni bir medeniyet, yeni bir insanlık ve dünya kurmak için çalışmıştır.
Cihad üzere olmak
Peygamber Efendimiz, insanlığın iyiyi ve güzeli bulması için yapılan çalışmaları cihad kavramıyla açıklamıştır. Eğer cihad kötü olsaydı ve zulüm içerseydi Allah Teâlâ hiç emreder miydi? Bu çerçevede Resulullah sallellahu aleyhi ve sellem’e; “Amellerin en faziletlisi hangisidir?” diye sorduklarında; “Allah’a ve Peygamberine imandır.” buyurmuş, “Sonra hangisidir?” dediklerinde; “Allah yolunda cihaddır.” cevabını vermiş ve üçüncü kez sorduklarında ise; “Her türlü riyadan uzak olarak yapılmış kabul olunmuş hac.” demiştir. (Nesai, Cihad, 25, Had.no:17,c.VI,s.19)
Peygamber Efendimiz’in dilinden; “İslâm’ın zirvesi”(Ahmed, Müsned,c.V,s.234) diye ifade edilen bu ibadetin benzerinin olmadığı yine Resulullah sallellahu aleyhi ve sellem tarafından şöyle anlatılmıştır: “Allah yolundaki mücahidin durumu; mücahid Allah yolundaki gazasından dönene kadar hiçbir ara vermeden namaz kılan ve oruç tutan kimse gibidir. Siz, böyle bir hayatı yaşamaya asla güç yetiremezsiniz.” (Tirmizi, 23, Cihad,Had.no.1619,c.IV,s.164; Nesai, 25, Cihad, Had.no: 17. c.VI, s.19) Müslümanların Allah Resulü‘nün gayretini ve çalışkanlığını kuşanıp hayatın öznesi olmaları ondan bize kalan en büyük sünnettir.
Dünyanın olduğu gibi algılanması yerine tapınılacak derecede bir tutkuyla bağlanıldığı bir topluma peygamber olarak gelen Hazreti Muhammed sallellahu aleyhi ve sellem yeni bir medeniyet, yeni bir insanlık ve dünya kurmak için çalışmıştır.
Böyle yüce bir ideali gerçekleştirmek için insanın hareketini engelleyen şeylere karşı, ümmetine “garip veya yolcu gibi” yaşama mantığını getirmiş ve şöyle buyurmuştur: “Benimle dünyanın misali, sıcak bir yaz gününde, bir ağaç altında gölgelenip de, sonra bırakıp giden yolcu misali gibidir.” (Ahmed bin Hanbel, Kitabu’z-Zühd, c. I, s. 21)
Geleceğin yenidünyasını, dünyaya seferi bir mantıkla bakanlar inşa edecektir. Eğer seferi bir mantık yerine, “hazari” anlayış insanımızın hayatına hakim olursa sadece eşya tüketen birer aygıt konumuna inmiş olurlar.
Geleceğin yenidünyasını, dünyaya seferi bir mantıkla bakanlar inşa edebilirler. Eğer seferi bir mantık yerine, “hazari” anlayış insanımızın hayatına hakim olursa sadece eşya tüketen birer aygıt konumuna inmiş olurlar. Tüm uğraşları lüks ve konfor uğruna bina edilen insanların, yaşamış oldukları dünyanın hiçbir meselesine çözüm getirmeleri mümkün değildir. Peygamber Efendimiz sallellahu aleyhi ve sellem, kuracağı dünyanın genç mimarlarından Muaz’ı da konfora karşı uyarmıştır: “Konfora dalmaktan sakın, zira Allah’ın (has) kulları lükse göz dikmezler.” (Ahmed b. Hanbel, a.g.e, c. I, s. 18)
Lükse dalmakla, dünyayı olması gereken gibi bilme arasındaki farkı anladığımız gün, gelecekte çok daha güzel işler yapmaya ehliyet kazanmışız demektir… Müslümanların, hayatı Resulullah ve sahabe gibi anlamlandırıp modern hayat tarzından uzak durmaları gerekir. Sadece uzak kalmak yetmez, İslâm’ın hayat tarzını da ameli hale getirmek şarttır.
Günümüz dervişlerinin terakki edemeyişlerinin nedeni, modernizme entegre olup hayatın genişlik alanında Müslümanca yaşayamamaktan kaynaklanmaktadır. Alacağı eşyanın, arabanın, villanın ve tüketeceği miktarın keyfiyetini düşünmekten Allah’ı ve eserlerini düşünmeye vakti kalmamıştır. Sufi, Ebu Said İbn Arabî’nin (ö:340/951), “Tasavvuf; bütün fazlalıkları terk etmektir.” Tanımındaki sırra ermedikçe; elindekileri yoksullarla paylaşmadıkça, tüketim çılgınlığından kurtulmadıkça; kapitalizmin tekerine çomak sokmadıkça kimse terakki edemez.
Hatırlatma: Dünyada garip ve yolcu gibi yaşamayı beceren bir ümmet olmak zorundayız. Bu anlayış egemen kılınacak olursa biriktirmek yerine paylaşmak Müslümanların arasında egemen olacaktır. Sonunda yoksulluk sorunu çözüldüğü gibi kapitalizmle de bir hesaplaşma gerçekleşecektir. Bu bağlamda Kur’an ve Sünnet bizden, geçici olana ebedi olanı kazanmak için yatırım yapmamızı istemektedir. Ebedi olanın unutulduğu bir hayatın tüm kapıları şirke açıktır.
Dr. Mehmet Sürmeli/ İrfanDunyamiz.com
İstikamet Yazıları ↗
İslam’ın şuur boyutuna vurgu yapan yazıları okumak için tıklayın.
Kaynak Metinler ↗
İlim yolcuları için derlenmiş temel dini metinlere ulaşmak için tıklayın.