Konya’nın meşhur hafızlarından Hayra Hizmet Vakfı kurucusu merhum Hasan Hüseyin Varol hocamızın hatıralarını rahmete ve Fatihalara vesile olması niyeti ile yayınlamaya devam ediyoruz.
İstanbul‘un farklı yerlerinde çok farklı sohbetler olurdu. Bazen bir alimin sohbeti, bazen bir tarikat grubunun zikir meclisi gibi toplantılar olurdu. Bizim gibi hafızları çağırırlar, biz de giderdik. Bu durum bizim hem olgunlaşmamızı sağlıyor, hem de adabı muaşeret denilen konularda yetişmemizi…
Ayrıca orada bize sohbetin sonunda Kur’an okuturlardı. Ehli Kur’an dan kaç kişi varsa sıradan okuturlardı. İşte bu esnada hangi makamdan okunuyorsa o makamdan devam ettirilmesi bir usuldü. Bazen usta hafızlar olur, onlar makamı değiştirebilirlerdi.
Böyle bir yerde okuyabilmek için de biraz ehliyet gerekiyordu. Değilse teklif edilmezdi. Bu usülde yetiştiğimiz için benim de bu hususta maharetim artmıştı. Böyle meclislerde hamdolsun teklif edilenlerdendim. Kısa zamanda pek çok imam ve müezzin tarafından da tanınır olmuştum.
Mevlide gittik
Konunun burasında enteresan bir hatıramı anlatsam iyi olur sanırım… Tabi ki biz Enderunlu İsmail Efendi de okuyoruz. Okuyuşumuz dikkat çekiyordu. O günlerde ben Tophane Nusretiye Camii‘ne müezzin olmuştum. Bir sohbette Kur’an okumuştum. Çıkışta birisi yanıma yaklaştı; “Sen nerede görevlisin” diye sordu. “Nusretiye camiinde müezzinim” dedim. “Ben de Cihangir Camii’nin imamıyım” dedi.
Camilerimiz birbirine yakındı. Bizim cami deniz kenarında onunki Cihangir tepesindeydi. “Hafız kardeş. Ben evlere, hanımlara mevlid okumaya gidiyorum. Arada Kur’an okuyacak birisine ihtiyaç var. Sen de maşallah güzel okuyorsun. Bana arkadaş olur musun? Bana Cihangir Camii imamı Hafız Mustafa derler” dedi. “Olur hafız ağabey” dedim. “O zaman yarın öğle namazından sonra hemen benim camiye gel oradan gidelim” dedi.
Bu anlattığım olay 1952 senesinde cereyan etmiştir. O dönemde Cihangir semti zengin, varlıklı ve aristokrat ailelerin oturduğu bir semtti. Hafız Mustafa da güzel okuyordu. Neredeyse her gün kadınlara evlerde mevlid okuyordu. Benimse paraya ihtiyacım vardı. Yeni müezzin olmuştum. Müezzinlik imtihanını kazandım lâkin yaşım daha 18’e girmediği için resmi muameleyi bekletiyordu müftülük.
Yukarıda söylemiştim Beyoğlu müftülüğü orada oturuyordu. Ben de müezzinlik yapıyordum. Hoşlandıkları için beni oraya tayin etmek istemişler, ama yaşım tutmamış. Müftü Efendi; “Şimdilik fahri yapsın, yaşı 18’e girince hemen işlemini yapın” demiş. Üç ay sonra yaşım 18’e girince resmen müezzin oldum. Maaş almamıştım. Paraya ihtiyacım vardı.
Annem babam fakir insanlardı, bana para gönderemiyorlardı. İstanbul‘da ise her şey parayla oluyordu. Allah rahmet eylesin Gönenli Mehmet Efendi bana 1 lira verirdi. Ben de onunla idare ediyordum. Sağdan soldan küçük çaplı yardımlar olsa da ancak günü birlik idare ediyorduk. Hakikaten maddi desteğe çok ihtiyaç duyduğum bir sırada hafız ağabeyin teklifi imdadıma yetişmişti.
Bir zarf verdi
Öğle namazını kıldım ve koşa koşa Cihangir Camii‘ne geldim. Hafız ağabey beni bekliyormuş. Hemen yürüdük. Şöyle böyle 500 metre kadar gittik, ve bir eve girdik. Ev geniş, içerisi son derece modern giyinmiş hanımlarla dolu. Bizi salonun münasip yerine aldılar. Hoş-beş ten sonra başladık. Bu arada ben etrafı göz altından inceliyorum.
Maşallah Hafız Mustafa onlarla çok senli benli konuşuyor. Bense sıkılıyorum, utanıyorum. Hiç böyle toplantılara alışık değilim. Siğim siğim terliyorum. Her neyse mevlidi okuduk, Kur’an okuduk şerbetleri içtik, pastaları yedik çok güzel bir alem oldu. İş bitti müsaade aldık. Çıktık. Hafız Mustafa ağabey bana bir zarf verdi. Aldım ve gittik.
Ben ayrıldım, o sırada; “Yarın yine öğleden sonra bekliyorum bir mevlidimiz daha var” dedi. “Peki ağabey” dedim. Ondan uzaklaştım. Acaba zarfın içinde ne var diye çok merak ediyordum. Çünkü biz Konya’da iken de mevlid okurduk. Bazen hiç para vermezler, bazen de 5 ya da 2,5 lira verirlerdi. Bakalım İstanbul’lu ne vermiş? Zarfı açtım baktım içerisinde 50 lira var.
Gerçekten çok şaşırdım. Bu kadar parayı hiç görmemiştim. 50 kuruşa ihtiyacı olan benim şu anda 50 liram vardı. Çok sevinmiştim. Doğru gittim lokantaya orada bir güzel karnımı doyurdum. Müezzinlikten de ilk aldığım maaş da o kadardı.
O defteri kapattım
Ertesi gün tekrar gittim. Hafız ağabeyle buluştuk ve bir eve geldik. İçerisi yine kadın dolu. Biz yerimize geçtik ve mevlidi bitirdik. Ben yine sıkılgan ve utangaç bir tavırla başım önümde oturuyordum. Kadınlara hiç bakmıyorum. O sırada çok lüks giyinmiş bir genç kız tepside şerbet dağıtıyordu.
Kadınlar mı işaret ettiler yoksa kız kendisi mi yaptı bilmiyorum tepsiyle bana dürttü. Yakınımdaki kadınların güldüklerini duydum. Bu hareketten öyle etkilendim ki titremeye başladım. Şerbet dolu bardağı aldım ama elim titrediği için tek elle tutamadım ve öteki elimle tuttum. Heyecandan şerbeti zor içtim. Fakat o durumu anlatamam. Çok perişan oldum.
Neyse işimiz bitti, artık gidiyoruz. Hafız Mustafa bana yine bir zarf verdi. Yürüdük. Tam ayrılacağımızda bana; “Hafız unutma yarın yine mevlidimiz var seni bekliyorum” dedi. Ben; “Hafız ağabey ben gelmeyeceğim” dedim. “Aman ne yapıyorsun hafız şöyle iyi gidiyorduk. Parayı az bulduysan artırabiliriz” dedi.
Benden öyle bir cevap beklemiyordu; “Hayır, ağabey ondan değil, ama ben artık gelmek istemiyorum beni bağışla” dedim ve ayrıldım. Biraz gittikten sonra zarfı açtım yine içerisinde 50 lira vardı. Durum iyiydi. İyi gidiyordu. Ama benim gururuma dokunmuştu. O defteri böylece kapattım.
(Not Bu yazı merhum Hafız Hasan Hüseyin Varol Hocamızın “Yaşadıklarım ve Gördüklerim” adlı kitabından kısaltılarak derlenmiştir. Başlıklar sitemize aittir. Geçmişlerimiz için Fatihalara ve dualara vesile olması niyazı ile.)
Hasan Hüseyin Varol
İrfanDunyamiz.com
Hatıra Arşivi ↗
Alimler, arifler, hocalar ve önemli şahsiyetlerin hatıralarını okumak için tıklayın.
İyi Haberler ↗
İyiliklere, erdemlere, örnek davranışlara dair beyaz haberler okumak için tıklayın.
- Hayata farklı açılardan bak…
- Nöbetçi âlim Muzaffer Kartal Hocaefendi…
- Valizler dolusu sabırla gidin…
- Ekrem Doğanay hocamız serapa edep timsaliydi
- Hepimiz aynı gömleği giymiştik…