Bu derin sessizliğin hikmeti nedir?

Yüce Allah, ulemaya birçok sorumluluk ve görev vermiştir. Çünkü onlar peygamber vârisleridirler. Peygamberin olmadığı toplumlarda onların görevlerini vekâleten âlimler icra ederler. Peygamberler nasıl ki hayatın itikadi, siyasi, sosyal, iktisadi, hukuki, eğitim vb. konularıyla ilgilenmişlerse ulemanın da aynı konularla ilgilenmeleri verasetin doğal sonucudur. Şöyle de diyebiliriz; ulema peygamberlerin başladığı yerden işe başlamalı ve onların istikametleri üzerine yola devam etmelidirler. Sorunları çözmede ise ümmetin önünde durup onlara çıkış yollarını göstermeleri asli görevlerinin gereğidir.

Bu bağlamda söylenecek şey, ulemanın önce itikadı tashih etmesi ve inanç alanındaki sapmalara karşı önlemler alması zaruridir. Özellikle Batılılaşma süreci yaşayan halkı Müslüman toplumlarda dayatılan felsefi fikirlerin, ideolojik akımların ve mekteplerin inanç eksenli bir değerlendirilmesi yapılmamıştır. En azından bizde, her zaman yenilenen ve ideolojileri tevhidi süzgeçten geçiren yeni çalışmalar neredeyse yoktur. Bu yapılmadığı için halkı Müslüman ülkelerin insanları sentezci bir imana sahip olmaktan endişe etmemişlerdir.

Sentezciler çıktı

Hem seküler hem Müslüman, hem liberal hem Müslüman, hem kapitalist hem Müslüman, hem sosyalist hem Müslüman olunabileceğini sanmışlardır. Ülkemizdeki binlerce ilahiyatçı veya sivil kurumlarda çalışan din bilgini zevattan kimse bu zavallı insanlara yaşadıkları çelişkilerin itikadi sakıncalarını anlatmamıştır. Hattâ anlatanları da “radikal” bularak susturma yoluna gitmişlerdir. İtikadi alandaki sapmalar ve bu sapmalardan kurtulmanın yolu ayrı bir çalışma alanı olmakla beraber sözde ulema; dinin çözülmesi gereken siyasî, iktisadî, ahlakî, hukukî ve eğitim problemleri hakkında da hiç bir şey söylememişlerdir. Ümmet boşlukta bırakılmıştır.

Boşlukta kalan ümmetin çocukları ya kapitalist ya da sosyalist olmayı tercih etmişlerdir. Dünya sistemi oyunu böyle kurgulamış ve Müslüman halka, ulema oyunun nasıl bozulacağını ve duruş yerlerini inanç temelli öğretmemiştir. Televizyon ekranlarında şov yapan hocaefendiler (!) ümmetin çocuklarının iman sorunları veya halkın sentezci inancının dinî değerlendirmesiyle alakalı bir şey söylememektedirler.

Neslimizi kaybederken bu sessizliğin hikmetinden bahsetmek mümkün değildir. Hâlbuki Peygamber Efendimiz sallellahu aleyhi ve sellem’e gerçek anlamda vâris olanlar ümmetin çocuklarının imanlarından ve itikadi tercihlerinden en az babaları kadar sorumludurlar. Bizim kanaatimize göre ümmetin itikadi sapmalarını hesabı, şayet varsa ulemadan sorulacaktır.

Hayatın gerçekleri

İslâm ümmetinin çözüm bekleyen birçok sorunlarının olduğunu bir defa daha yineleyelim. Bu sorunlar bir defa daha çözülmeden ötelenecek olursa Müslümanlar zihinsel bir sapma yaşadıkları gibi, iman ettikleri dinin hayatın sorunlarını çözmekte yetersiz kaldığına inanacaklar ve İslâm’ı ütopik bir din olarak göreceklerdir. Unutmayalım ki Peygamber Efendimiz’in başarısındaki sebeplerden birisi de Mekke ve Medine’de topluma hayatın gerçekliğine göre çözümler sunmasıdır.

Onun sunduğu çözümler sayesinde hiç kimse boşlukta kalmadığı gibi olumsuz bir din algısı da yaşamamıştır. Hatta Ebu Hanife (ö.h: 150) gibi bazı Rabbani âlimler Müslümanlar boşlukta kalmasınlar diye farazi meselelere bile çözüm sunmuşlardır. Peygamber Efendimiz, insanların imanlarıyla da ibadetleriyle de ilgilenmiştir. Müslümanların siyasetleri, savaşları, barışları, harcamaları, tasarrufları, hukukları, eğitim ve öğretimleri, yemeleri, içmeleri, zevkleri, nefretleri onun hep gündeminde olmuştur. Bütün hayatın sorunları vahiyle; Kur’an ve Sünnet’le çözüme kavuşturulmuştur.

Hazreti Muhammed sallellahu aleyhi ve sellem Müslümanların sorunlarıyla Medine’de uğraşırken ve çözümler sunarken Yahudi din bilginlerinin şahsında duyarsız ulemayı azarlayan ve tehdit eden şu ayet nazil olmuştur: “İlmiyle amil olan bilginler ile dini konularda derinleşen âlimler/ fukaha ve ulema, insanları günah söz söylemekten/ küfrün propagandasını yapmaktan ve haram mal yemekten sakındırsalar ya! (Fakat onlar görevlerini yerine getirmediler, kötülük karşısında susarak onu desteklemiş oldular. Gerek önderlerinin, gerek kendilerinin duyarsız kalarak) yaptıkları şey ne kadar kötü bir davranıştır.”1 İbni Abbas’a göre bu ayet kadar ulemayı tehdit eden/ kınayan bir ayet yoktur.2

Gerçek alimler

Ayetin evrensel mesajına göre ulema yaşadıkları toplumun şahitleridirler. İnsanlığın fikrî gidişatından ve bu fikrin söze dönüşmüş sunumundan ve uygulamalarından onlar sorumludurlar. Ayetteki; “kötü/ günah söz”ün karşılığı İslâm karşıtı her türlü söylemdir. Bu söylemin içerisine dine karşı din olma iddiasındaki ideolojiler de girmektedirler. Allah Teâlâ, ulemaya, İslâm karşıtı söyleme karşı teyakkuz ve etkilenme durumunda ümmeti koruma görevini vermiştir. Bu görevi yapanlar gerçek âlimlerdir.

Müslümanların yavruları toplumsal sapkınlıklar yaşarken; dünya görüşü olarak batılılaşmanın küfür türlerinin sağından ve solundan ideolojik tercihler yaparken pratik değeri olmayan lüzumsuz tartışmalar yapmak ilim adamının işi değildir; ortaya koyduklarıyla kâfirlere bile rahmet okutturacak sapıklıkları topluma deklare etmek Müslüman bir araştırmacının işi hiç değildir.

Bu bağlamda Rabbanî ulema anaokulundan üniversiteye kadar okulların müfredatlarını, öğretim materyallerini, ders kitaplarını ve öğretmenlerin durumlarını bilmek mecburiyetindedirler. Ulema, ülkelerindeki materyalist ve pozitivist eğitimin en radikal eleştirmenleri ve alternatif modelin hazırlayıcıları
olmalıdır. Ümmetin çocukları arasında yaygınlaşan fikir akımlarını; rasyonalizm, amprizim, pozitivizm, ekzistansiyalizm, materyalizm, deizm, politeizm, sekülerizm, kapitalizm, sosyalizm, lionsluk, roteryanlık vd. itikadi bakımdan değerlendirip hükümlerini Müslümanlarla paylaşmaları gerekir.

Küfrün kucağı

Ümmetin geleceğini küfrün kucağına atmamak için bu görev onların esas vazifelerindendir. Bu sayılanlar bilinmeyecek olursa âlimler uyarı görevlerini yapamazlar. Maalesef “bizim âlimlerimiz” diyemiyorum ama bilgiyi yüklenen araştırmacılarımız veya hocalarımız bu görevi yapmadılar. Hatta konunun oldukça uzağında yaşamaktadırlar. Eğitim ve öğretim modelleri üzerine çalışmalar yapmamaktadırlar. Bu konulardaki yetersizlik onları çözüm üretmeyen hamasi nutuklara atmaktadır.

Ayette ikinci olarak ümmeti “suht” yemekten âlimlerin uyarmasına vurgu yapılmaktadır. “Suht” kavramının anlam alanına başta faiz ve rüşvet olmak üzere her türlü haram ve haksız kazanç girdiği gibi, insan organizmasına zararlı olan yiyecek ve içecekler de girmektedir. Eğer böyle geniş bir perspektiften olaya bakarsak ulema, gıda maddelerinin sahiplerinden, imal yerlerinden tutun da halka arz yollarına kadar ilgilenmek zorundadır.

Gıda maddelerindeki tüm katkı maddelerini çalışmak ve çıkan sonuçları insanlarla paylaşmak onların asli görevlerindendir. Sadece gıda maddeleriyle uğraşmak ve her türlü haram gıdaları, zararlı yiyecekleri tanıtmak bile başlı başına bir iştir. Bankacılık sistemi dâhil, finans kurumlarının nasıl çalıştığını ümmete öğretmek, paranın kaynağının ve akış yollarının temiz olmasının mücadelesini vermek ulemanın en öncelikli çalışma alanıdır. Dolayısıyla ulemanın görevi zordur.

Maide Sureesi 63. ayetine göre haram kazanç yollarını tanıtarak insanları koruma görevi de rabbani ulemaya verilmiştir. Âlimlerin bu konularda titiz çalışmalar yapmaları ve bu yaptıkları çalışmaları güncellemeleri asli görevleridir. Bu sayede Müslümanlar haramdan korundukları gibi çok uluslu şirketlere sömürülmekten de korunurlar. Müslümanları uyarmak, neslimizin haramla beslenmesini önlemek, onları emanetleri taşımaya hazır hâle getirebilmek, duaları kabul olur bir İslâm toplumu inşa edebilmek için Kur’an ve Sünnet’e göre haram kazanç yollarını tanımak ve tanıtmak zorundayız. Yiyeceklerin haram oluşunun birçok illet ve sebepleri vardır. Bu sebep ve illetlere binaen kadim dönem âlimlerimiz kendi zamanlarında yeterince söz söylemişlerdir. Haram gıdaları ve kazanç yollarını tanıtmışlardır.

Günümüzde ise yiyecek ve içecek maddelerinin artması ve buna bağlı karmaşık bir hâl arz etmesinden dolayı yeni çalışmalara ihtiyaç duyulmaktadır. İslâm bilginlerinden bir heyetin, beraberlerine İslâm âlimi, siyaset bilimci, doktor, kimyager, beslenme uzmanı, diyetisyen, gıda kontrolörü ve genetik uzmanlarını da alarak bir konsey oluşturmaları ve gıdaların nitelikleri hakkında Müslümanları sürekli aydınlatmaları şarttır. Hatta bu alanda kurumsallaşma yapılmalıdır. Ancak böyle bir bilinç sayesinde siyasetin de yönlendirmesiyle insanlar zararlı ve haram gıdaları yemekten kurtulabilirler.

Dr. Mehmet Sürmeli/ İrfanDunyamiz.com

DİPNOTLAR

1 Maide 5/63
2 Şevkânî, Feth’u-l kadir, s.475.

İstikamet Yazıları ↗

İslam’ın şuur boyutuna vurgu yapan yazıları okumak için tıklayın.

Kaynak Metinler ↗

İlim yolcuları için derlenmiş temel dini metinlere ulaşmak için tıklayın.

Şunlara Gözat

Selât-ü selam hassasiyeti…

Yüce Allah, Hazreti Muhammed sallellahü aleyhi ve sellem’in kendi katındaki değerinden dolayı ona salat-ü selam …

Bir yorum

  1. Muhterem Hocam, biraz geniş bakınız. Ulema tam da sizin yazdıklarınızı yapıyorlar zaten. Bahsettiğiniz konularda nice kitaplar yazılmış. Birçoğu samimane. Bir kısmı da mesala sizin bahsettiğiniz felsefi, teolojik birçok konuda mahir ama ehli sünnetten yan çizen yahut da onu batil ile bulamac haline getirip yutturan proflar da var. Örneğin Şaban Ali Düzgün gibi. Ihtiyaç duyulan artık eyleme geçmektir. Bunu yapamıyoruz. Hem yanlış yolda da değiliz. Mevcut iktidarı önümüzdeki köprüyü geçene kadar taşımak görevimizdir. Görmüyor musunuz ordudaki üst rütbeli subayların ellerini açıp fatiha okumalarına kopurenleri. Hem sizin gibi değerli hocalara çalıştığı bakanlıkta üst makamlara getiren de yine bu iktidar. Seçimlere kadar açıktan destek yazılar yazmalısınız. Önce siyaseten egemen olmadan ne itikaden ne amelen bir şey yapılamaz. Siyerden ben bunu öğrendim.
    Daha uzun yazarım ama vaktinizi almaktan hicap ederim. Saygılar.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.