Parayla sohbet olur mu?

Topraktan meniye, meniden alakaya, mudğaya, ete kemiğe ve oradan iliğe, damara kana derken 3 zara sarılı iken 6 halden hale yolculuk… 9 ay sonra bilmediğin dünyaya, çocukluğa, delikanlılığa, olgunluğa ve nihayet “satsan alan olmaz”, “kaybetsen bulunca sevinen olmayacak” olan ihtiyarlığa yolculuk… Durmak yok, “canlı iken cansızlığa”, “elbiseden kefene”, “arabadan tabuta”, “evden mezara, kabirdeki canlılara yem olmaya” yolculuk… Elbise misali, beden için ruhun nasıl olduğunu henüz bilen olmamış ki ben de bileyim.

Zaman gelir aynaya baktığınızda kendinizi bile tanıyamaz olursunuz. Dökülmüş saçlar, kırışmış deriler, titreyen eller, yürümeyen ayaklar sizi üzüntüye boğduğunda, koltuğa yaslanır ve vicdanınızdan gelen teselli ile şöyle dersiniz: “Oh be ihtiyarım ama bahtiyarım; çünkü hayatı rastgele yaşamadım, her anım için vicdanıma hesap verdim. Bir gün Yaratan’ıma da hesap vereceğim. Onun için ‘vicdanıma iman, cüzdanıma da helal’ çok güzel yakıştı.”

Vicdan ayarı

Yaratan, her insana “vicdan ve cüzdan hürriyeti” vermesine rağmen, ne vicdana ne de cüzdana müdahale etmez. Fakat bu hayatın sonunda bir hesabın olduğunu bilenler, önce vicdanlarını, ondan sonra da cüzdanlarını ayar ederler.

Vicdanın ayarı “ahiret inancı” na endekslidir… Vicdanı ayarlı olanlar, her akşam yatmadan önce günün hesabını yaparken yarının da programını yapmayı unutmazlar. Maalesef vicdanların rafa kaldırıldığı bir zamanda yaşıyoruz.

Her ne iş yaparsanız yapın, onu önce vicdan terazisine koyun; memur, işçi, amir, patron; hülâsa kim olursanız olun, hayatın sonunda ya “ah”, ya da “oh” çekeceksiniz. İmkân elden gittikten sonra ah çekmek çok zordur; fakat vicdan ayarlı yaşadıysanız kaç yaşında olursanız olun, mutluluğun tadına doyamazsınız.

Dünyanın çeşitli yerlerine sohbet ve vaaz vermek üzere defalarca yolculuk yaptım. Bu yazıyı da şua an uçakta yazıyorum. Avrupa’daki Müslüman kardeşlerimizi her gördüğümde çok duygulanıyorum ve onlardan bir şeyler öğreniyorum.

Yeter Allah aşkına

Kimisi dünyadaki yoksulları dert edinmiş gece gündüz demeden koşuyor, kimisi ”İşim çok fazla olduğundan namaz kılamıyorum” diyor. Kimisi “Bir cemiyetin hizmetinde benim de bir nebze katkım olsun” diye düşünerek; kocasına eşlik, çocuğuna annelik yaparken sabahın erken saatinde kalkıp yaptığı pasta, börek, tatlının bir tepsisini 10 Euro’ya satarak kazandığı paralara elini sürmeden onları cemiyete teslim ederken…

Kimileri de bu zavallı gurbetçilere bir saat sohbet ediyor, en azı 1000 Euro olmak üzere pazarlık ile Peygamberi, sahabeyi, güya İslam’ı anlatıyor. İnanın bunları yazarken bile utanıyor, sıkılıyorum; fakat her defasında duya duya usandım. Buradan bu kişilere seslenmek istiyorum: “Yeter Allah aşkına, İslam’ı menajerler aracılığı ile anlatmayın ki sözlerinizin kalıcılığı olsun!”

Ne garip bir dünyada yaşıyoruz! Elin oğlu uydurduğu dini yaymak için kapı kapı gezerken, hazır toplanmış insanlara Allah’ın dinini ücret karşılığı anlatanlar bu işin çıkış kapısını acaba nereden buldular? Bu konuda hangi peygamberi hangi sahabeyi örnek aldılar?

Bunca yıl salonları doldurdunuz da ne oldu? Önemli olan salon doldurmak mı, yoksa gönül doldurmak mı? Cüzdan doldurma derdi çekenler, kusura bakmasınlar ama ne kendi gönüllerini doldurabilirler ne de başkalarına bir faydaları olur!

Neler gördüm neler

Gittiğim yerlerde yaşlılar gördüm, her gün en az 5 cüz Kur’an okumadan yatağına girmeyen… Gençler gördüm; okul, cemiyet, toplantı derken gece-gündüz İslam sevdası için koşturan… Kadınlar, genç kızlar gördüm; Uhud’un değil Avrupa’nın Nesibe’leri…

Frankfurt’a yakın bir ilçede bir hafta caminin misafirhanesinde kalmıştım. Her gün sabah ezanı okunmadan önce bir genç arkadaş geliyor caminin tuvaletlerini temizliyordu. Dikkatimi çekti, cemiyet başkanına dedim ki: “Görevini iyi yapan insanların ücretlerini sakın az vermeyin. Sabahları temizlik yapan arkadaşı çok sevdim, işine vaktinden önce geliyor ve çok ciddi çalışıyor.”

Başkan bir anda duraksadı; “Kimden bahsediyorsunuz?” dedi. “Sabahları temizlik yapan işçiniz var ya” deyince; “Hocam o arkadaş işçimiz değil, yıllardır bizim camimizin bütün temizliğini yapar, ücret falan istemez. Şimdi bir şey söyleyeceğim sakın şaşırma. O arkadaşın memleketi Mısır, mesleği diş doktoru.” Buna çok şaşırdım; “Ne diyorsun yani, her sabah tuvelet temizliğini yapan doktor mu?” diye tekrar sordum. “Evet” dedi.

Değerli kardeşlerim dünyanın en güzel işi ücretini kullardan almadığımız iştir. Samimiyetimle itiraf ediyorum ki, böylelerinin gayretleri hazır topluluklara hitap eden bizim gibilerden daha çok; Allah bilir sevapları da bizden çok olur da az olmaz. İslam’ın her sahada fedailere ihtiyacı var. Bugüne kadar alanlar değil, verenler bu ağır davayı omuzlarında taşımışlar.

Selam olsun Hak davayı gaye edinerek koşanlara! Selam olsun başkasını aydınlatmak için koşarken, kendisini unutmayan yiğit oğlu yiğitlere! Selam olsun dünyaya cüzdan ile değil vicdan ile bakanlara!

Selam olsun son durak olan kabri akıldan çıkarmadan hazırlık yapanlara! Selam olsun tüm güzellikleri bize getiren gönüller sultanı Hazreti Nebi-yi Zişan’a, onun yolunu Sünnet’e uygun olarak takip eden gönül erlerine! Ücretini yalnızca Allah’tan bekleyenlere…

Geylani Akan/ İrfanDunyamiz.com

İrfan Mektebi ↗

Sevdirici, müjdeleyici üslupla yazılmış hayata dair yazılar okumak için tıklayın.

Gönül Dünyamız ↗

Gönül insanlarına dair bam telinize dokunacak yazılar okumak için tıklayın.

Şunlara Gözat

İlk Japon Müslüman kimdi?

Japonya’nın en eski ve en büyük İslamî kuruluşu olan Japonya İslam Merkezi Başkanı Dr. Salih …

Bir yorum

  1. Cemal Yılmaz

    Kıymetli Hocam,
    Aynı dertten yıllardır ben de muzdaribim. Doğrudan ve mükafatını Allah’tan bekleyerek sohbet etmeye gidince şaşırıyor insanlar. Rabbim bizleri daima rızasına uygun işlerle meşgul etsin.
    Allah’a emanet olun.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.