Cihad çok yönlü bir ibadettir

İslam’ın temel ibadetlerinden biri olan cihad konusunda batılılar tarafından birçok tezvirat yapılmaktadır. Bazı batılı yazarlar cihad kavramını, kasıtlı olarak ve yanlış biçimde ele almakta, pek çok manayı içinde toplayan cihada sadece “savaş” manasını yükleyerek onun diğer manalarını göz ardı etmektedirler. Oysaki cihad kavramı, çok kapsamlıdır ve oldukça geniş anlamlıdır.

Cihad ile ilgili muhtelif âyet ve hadislerin çerçevelediği anlamlar ve bizzat Peygamber Efendimiz sallellahu aleyhi ve sellem’in cihad ile ilgili uygulamaları dikkate alındığında cihadın sadece savaş anlamına gelmediği ortaya çıkmaktadır. Cihadın muhtelif anlamlarına örnek verecek olursak şu hadis-i şerifleri zikredebiliriz.

Muhtelif anlamlar

Hazreti Aişe radıyellahu anha’nın: “Ey Allah’ın Resulü! Görüyoruz ki cihad amellerin en faziletlisidir; öyleyse biz de cihad etmeliyiz değil mi?” diye sorması üzerine, Sevgili Peygamberimiz; “Sizin için cihadın en faziletlisi makbul hacdır” buyurmuştur.  (Buhârî, “Cihad, 1)

Bir başka hadiste: “Cihadın en faziletlisi zalim sultanın yanında hakkı söylemektir” buyurulmuştur. (Tirmizi, Fiten 13; Ebu Davud, Melahim, 17) 

İslam ordusuna katılmak isteyen birisine, Peygamber Efendimiz’in anne ve babasının hayatta olup olmadığını sorması ve hayatta olduklarını öğrenmesi üzerine ona:  “Geri dön ve anne babandan izin iste. Eğer izinleri olursa savaşa katıl, yoksa onlara iyilikte bulun” (Ebû Dâvûd, Cihâd, 31) buyurmuştur.

Peygamber Efendimiz, ümmetin içinde, yaşamadıkları şeyleri söyleyen ve emir olundukları yükümlülükleri yapmayan nesillerin ortaya çıkacağını haber vererek, onlara karşı; “Kim onlarla eliyle cihad ederse o mü’mindir, kim onlarla diliyle cihad ederse o mü’mindir, kim onlarla kalbiyle cihad ederse o mü’mindir,” (Müslim, İman, 80) buyurmuştur.

Bu hadisler değerlendirildiğinde cihadın gerek kapsam ve gerek yöntem bakımından çok geniş bir yelpazeyi yansıttığı ortaya çıkmaktadır.

Cihad nedir?

Cihad kelimesi; Arapçada “güç ve gayret sarf etmek, bir işi başarmak için elinden gelen bütün imkânları kullanmak” manasına gelen “cehd” kökünden gelmektedir. Geniş anlamıyla ise cihad; “Allah yolunda bir ömür boyu istikamet çizgisinde yaşamak, kulluk şuur ve görevini hakkıyla yapma hususunda ciddi gayret göstermek, nefis ve şeytanı ile çarpışmak, Allah Teâlâ’nın koyduğu ölçüleri nefsinde yaşamak ve yansıtmak, İslam’ın güzelliğini diğer insanlara ulaştırmak için dini tebliğ etmek, ilahi mesajı bütün insanlığa duyurmak, İslam ülkesini ve Müslümanları düşmanların her türlü tehlike ve saldırılarına karşı savunmak ve gerekirse, onlarla savaşmak” demektir.

Bu anlam çerçevesinde, cihad’ın bir “manevi cephesi” bir de “maddi cephesi” bulunmaktadır. Bu iki anlamda cihad ile ilgili gerekli teçhizat ve vasıtaların ne olacağı ve özellikle hangi yöntemlerin kullanılacağı konusu, günümüzde, fevkalade önem arz etmektedir. “Manevi cephe” tamamen dinde keskin bir iman ve teslimiyet, ihlâs ve samimiyet, fedakarlık ve hamiyet işidir. (Bkz. Bakara, 285-286) Bu manevi cephe ki müminlerin ilim ve iman ile donatılmasını, bilinçli ve basiretli olmasını, İslam’ı nefsinde ihlâsla yaşayan örnek bir Müslüman modelini gün ışığına çıkarmalarını gerektirir. (Bkz. Zümer, 2-3; Bakara, 41)

“Maddi cephe” ise maddeten terakki etmek, ekonomik anlamda güçlü olmak, ilim ve teknolojide yol kat etmek ve düşmanların taarruz ve ihanetlerine karşı kültür mücadelesinde, siyasi ve askeri sahada güç ve üstünlük sağlamak ve gerektiği zamanlarda savaş üstünlüğünü sağlayacak her türlü silah ve donatımda en ileride olmak zaruretini ortaya koymaktadır.

Görev ve sorumluluklar

Ayet ve hadislerin çerçevelediği anlamlarda cihad kavramı aşağıda sıralanan görev ve sorumlulukları içinde toplamaktadır:

1. Allah Teâlâ’nın rızasına uygun bir şekilde dini nefsinde ömür boyu yaşama çabası, Allah yolunda samimi kulluk gayret ve ciddiyet, nefse ve şeytana karşı mücadele vermek, nefs-i emmarenin tahakkümünü kırmak.

2. Hakkın hatırını üstün tutma ve hakikati hâkim kılma gayreti.

3. Dini emirleri öğrenip ona göre yaşamak ve başkalarına öğretmek.

4. İyiliği emredip kötülükten sakındırmak.

5. Güçlüklere karşı göğüs germek, kaba hareketlere karşı sabır göstermek.

6. İslam’ı tebliğ, ilahi mesajı bütün insanlığa duyurma aşk ve gayreti.

7. Düşmanlara karşı ilmi ve fikri mücadele, ilim ve teknolojide etkinlik ve üstünlük sağlama.

8. Maddeten terakki ederek ekonomi ve kültür savaşında güç ve üstünlük kurmak.

9. Devleti basiretle yönetmek, çıkarcılara, vurgunculara fırsat vermemek.

10. Başka ülkelerin siyasi, ekonomik ve askeri tahakkümleri altına girmemek için sa’y ve gayret göstermek.

11. Düşmanın her türlü ihanet ve saldırılarına karşı önceden gereken her türlü tedbirleri almak.

12. Savaş zarureti ortaya çıktığında, düşmandan korkmamak, kaçmamak, bütün güç ve gayreti ile savaşa katılmak ve Allah’a güvenmektir.

Bu geniş çerçeveyi yanlış bir biçimde değerlendirmek veya kasti bir şekilde yanlış yorumlayarak cihad kavramını sadece “savaş” anlamına tahsis etmek gerçeği yansıtmayacağı gibi, Kur’an ve Sünnet’te ifade edilen anlam ve kapsam bakımından da eksik, yanlış ve yetersiz olacaktır.

Dört kısımdır

Cihadın başlıca bölümleri şunlardır:

1- Cehalete karşı cihad: Bu cihad, insanlara hakkı, doğruyu ve güzeli öğretmektir. Kur’an-ı Kerim’de Cenab-ı Hak, Peygamber Efendimiz’e hitaben şöyle buyurur: “Rabbinin yoluna hikmetle, güzel öğütle çağır. Onlarla en güzel şekilde mücadele et.” (Nahl, 125) Bir başka ayet-i kerime de şöyle buyurulur: “Sizden hayra çağıran, iyiliği emreden ve fenalıktan men eden bir topluluk bulunsun. İşte kurtuluşa erişenler onlardır.” (Âl-i İmran, 104)

Kur’an-ı Kerim sadece bir kavmin değil, kıyamete kadar gelecek bütün insanların maddî ve manevî, ferdî ve içtimaî yaralarını tedavi etmeye kâfi İlâhî bir tiryaktır. Bu tiryakı bütün insanlığa takdim vazifesi Müslümanlara verilmiştir.

2– Nefisle cihad: Bir ayet-i kerimede nefsin desiselerine karşı müminler şöyle ikaz ediliyor: “Heva ve hevesine uyma, sonra seni Allah yolundan saptırır.” (Sad, 26) Peygamber Efendimiz sallellahu aleyhi ve sellem de; “Cihadın en büyüğü nefisle cihaddır” hadis-i şerifiyle bu cihadın önemine dikkatimizi çeker. Nitekim bir harp dönüşünde de “Küçük cihadtan büyük cihada döndük” buyurmakla nefsi yenmenin düşmanla harp etmekten daha zor ve daha önemli olduğunu çok veciz bir şekilde dile getirir.

3- Şeytana karşı cihad: Kur’an-ı Kerim’de: “Şüphesiz ki şeytan sizin için bir düşmandır. Siz de onu düşman tutun.” (Fâtır, 6) âyet-i kerimesiyle insanlara en büyük düşman olarak şeytan gösterilmiş, dolayısıyla da en büyük cihadın, bu en büyük düşmanla yapılan cihad olacağına dikkat çekilmiştir.

4- Silahla harp etmek: Bu cihad devamlı olmadığı gibi herkese de farz değildir. Devletin yeterli gücü bulunması halinde cihad farz-ı kifâyedir; yani bir gurup insanın cihad etmesiyle diğer insanlardan bu vazife düşer. Diğer ibadetlerde olduğu gibi cihad ibadetinin de yapılabilmesi için birtakım şartlar gerekmektedir.

Gerekli şartlar

İlk önce cihadın en önemli farz olduğuna inanmalıyız. İslam’da inanmak, hareket ve amelin kabulü için şarttır. Sonra ihlas gelir. Yalnız Allah celle celaluh’un rızası için çalışmalıyız. Riyadan uzak yapılan ibadet ve işlerde hiçbir karşılık ve menfaati hakiki ve esas gaye etmeyerek yalnız Allah Teâlâ’nın rızası için çalışmalıyız.

Sonra ilim de gerekir. Âlimlere göre bilgi (ilim) bir şeyin zihinde şekillenmesidir. İlmin karşıtı cehalettir. İlmi bize öğreten de Allah’tır. Şu ayetlerde buna işaret edilmektedir: ”O insana bilmediğini öğretti.” (Alak, 5) “De ki: Ya Rab! İlmimi artır.” (Taha, 114)

Ve “ümmet” kavramı ki olmazsa olmazdır. Ümmet, öne düşen, çeşitli insan gruplarını toplayan, kendilerine uyulan bir topluluk demektir. Ümmet olmadan cihad olmaz. Ümmetin en önemli vazifelerinden biri emr-i maruf ve neh-yi anil münkerdir. “Siz insanlar için çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz. İyiliği emreder, kötülükten vazgeçirmeye çalışırsınız. (Çünkü) Allah’a inanırsınız.” (Al-i İmran, 110) ayetini bu bağlamda zikredebiliriz.

Bir başka kaide ittifak ve kardeşlik hukukuna riayettir. Birlikte hizmet ettiğimiz topluluk içinde ihtilaf ve çekişmeye girmemeli ve uyumlu olmalıyız. Cenab-ı Allah bu konuda şöyle buyurmaktadır: “Allah’a ve Resulü’ne itaat edin. Birbirinizle çekişmeyin. Sonra içinize korku düşer ve kuvvetiniz gider. Bir de sabredin çünkü Allah sabredenlerle beraberdir.” (Enfal 46)

Ayrıca birlikte çalıştığımız kardeşlerimiz ve davet ettiklerimizin hukukunu çiğnemeden çalışmalıyız. Bunun için “ittika” yani “Allah korkusu ve takvalı olma” şarttır. Şu ayetler de buna işaret etmektedir: “Ey İman edenler! Allah’’tan nasıl korkmak lazımsa öyle korkun.” (Âl-i İmran, 102) “Ey İman edenler! Eğer Allah’tan korkarsanız, O size iyi ile kötüyü ayırt edecek bir marifet ve nur verir, suçlarınızı örter, sizi bağışlar. Allah, büyük lütfu ve inayet sahibidir.” (Enfal, 29)

Diğer prensipler

Bir diğer prensip ihsan prensibidir. İyilik, lütuf, bağışlamak, Allah’ı görür gibi ibadet etmek yani bize verilen görevleri en güzel şekilde titizlikle yapmaktır ihsan. Ahlak-ı hamide yani beğenilen güzel ahlak sahibi olmalıyız. Kırmadan, dökmeden, usulüne uygun davet çalışması yapmalıyız.

Bir diğer prensip güven telkin etmektir. Birlikte çalıştığımız arkadaşlarımız her ne sebeple olursa olsun bizim siperimizi terk etmeyeceğimize, kendilerine ihanet etmeyeceğimize inanıp güvenmeliler. Emin insan olmak hayra davet edenlerin bariz vasıflarındandır.

En çok ihmal edilen bir prensip de istişare prensibidir. İstişare farzdır ve her çalışmanın temelidir. Ancak günümüz insanı istişâreyi ehil insanlarla değil de sevdiği insanlarla yapıyorlar, bu yanlıştan kaçmalıyız. İtaat hususunda da dikkat etmeliyiz. Müslümanların kendilerinden olan ve Allah ve Resulünün yolunda olan idareciye itaati Allah celle celaluh’un emridir.

Ayet-i kerimede şöyle buyurulmaktadır: “Ey İman edenler! Allah’a itaat edin, Resul’e itaat edin ve sizden olan emir sahiplerine de. Eğer herhangi bir şey hakkında çekişir, ihtilafa düşerseniz ve eğer gerçekten Allah’a ve Ahiret gününe inanıyorsanız, onu Allah’a ve Resul’üne arz edin. Bu sizin için daha hayırlı, sonuç bakımından daha güzeldir.” (Nisa, 59)

Cihad hususunda bir diğer anahtar kavramımız “sadakat”tir. Allah celle celaluh’a karşı kulluğumuz sıdk ve sadakat manası taşır. Sadaka vermek demek olan tasadduk da hakiki sıdk manasına gelir, sadıkların vasfıdır. Davetçi Allah Teâlâ’nın davası için çalışırken hem Allah celle celaluh’a ve Resul’üne ve hem de dava arkadaşlarına karşı sadakat içinde olmalıdır. “Onlar ki Allah Teâlâ’nın ahdini yerine getirirler ve antlaşmayı bozmazlar.” (Rad, 20) Bu çalışmalar sayesinde insanın düşmanı olan toplumsal ve kurumsal saldırılardan korunması kolay olur. Yaradılış gayemiz olan Halik’a tazim Mahlûka şefkat yolunda yürümek de ancak bu sayede gerçekleşir.

Değerli kardeşlerimiz çok önemli bir hatırlatmayla yazımıza son verelim. Davamızın hedefe ulaşabilmesi için imkânlarımız ölçüsünde canımızla ve malımızla cihad etmeli, mallarımızdan harcama yapmalı, gerekirse hicreti bile düşünmeliyiz. Unutmayalım ki Allah katındaki rütbemiz ve derecemiz buna göre belirlenecektir. Bir ayet-i kerimede Cenab-ı Allah şöyle buyurmaktadır: “İman edip de hicret edenler ve Allah yolunda mallarıyla, canlarıyla cihad edenlerin rütbe bakımından Allah katında dereceleri pek büyüktür. Ve işte kurtuluşa erenler de onlardır.” (Tevbe, 20)

Geylani Akan/ İrfanDunyamiz.com

İstikamet Yazıları ↗

İslam’ın şuur boyutuna vurgu yapan yazıları okumak için tıklayın.

Kaynak Metinler ↗

İlim yolcuları için derlenmiş temel dini metinlere ulaşmak için tıklayın.

Şunlara Gözat

Mehmet Feyzi Efendi farklı bir zattı…

İmam hatipte okurken yaz tatillerinde İstanbul gibi manevi üstadların bol olduğu bir şehirde birçok güzel …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.