Peygamberimizi ne kadar tanıyoruz?

Kur’an, Peygamber Efendimizi bizlere temelde iki yönüyle tanıtmıştır. Birinci yön onun şahsiyet ve ahlaki yönü, ikinci yön ise risalet görevinin muhtevasıdır. Müslüman bir kimsenin evvela Peygamber Efendimiz’in ahlaki yönüyle ahlaklanması gerekir. Zira onun bu yönü, Kur’an-ı Kerim’deki ahlaki içerikli ayetlerin yaşanmış biçimidir. Resulullah’ın şahsiyeti ve ahlaki yönündeki kemâl, İslâm’ın çok hızlı bir şekilde yayılmasını sağlamıştır.

Bir peygamber ve davet önderi olarak onun hayatında insanları irite edecek tek bir davranış söz konusu olmamıştır. Ahlaki kemâl ve üstünlük toplumsal liyakati doğuran en önemli etkenlerden biridir. Unutmayalım ki iman konusundan sonra Kur’an-ı Kerim’in öncelikli konusu ahlaktır. Bazı tefsir âlimleri iman konusuyla ilgili ayetlerle ahlaki içerikli ayetlerin eş zamanlı geldiğini söylemişlerdir. Sure ve ayetler üzerinden yapacağımız ilmî bir araştırmayla bu durumu rahat olarak görebiliriz.

Salih bir toplum

Hazreti Muhammed sallellahu aleyhi ve sellem, imanda ve ahlakta salih ve takva temelli bir toplum yetiştirmeyi hedeflemiştir. Çünkü dinin mahkûmiyetten hâkimiyete, edilgenlikten etkenliğe geçmesi emanete layık olmaya; takva ve vera sahibi nitelikli insanların varlığına bağlıdır. Nitekim bu hakikati Kur’an-ı Kerim şöyle ifade etmiştir: “Andolsun Biz, (diğer bir adı da) Zikir (olan hikmetli öğüt ve uyarılarla dolu Tevrat’ı gönderdik)ten sonra, Zebur’da da yazdık ki; “Yeryüzüne, (ancak ayetlerime iman eden) dürüst ve erdemli kullarım vâris olacak (ve sonunda cennet yurdu, onların ebedî vatanı olacaktır.)”[1] Salih insanların olmadığı ve insanlık görevini yapmadığı bir toplum, önderlik konumunda olamayacağı gibi, insanlık, gideceği yeri şaşırdığında onlara kurtuluşun adresini de gösteremez.

Hazreti Muhammed sallellahu aleyhi ve sellem dâhil tüm peygamberler ahlaklı ve salih bir toplum yetiştirmek için çalışmışlardır. Çünkü ahlak olmadan din “egemen” konuma geçemez, geçse bile hukukun ve iktidarının devamını sağlayacak bir dayanağı olmaz.[2] Dinin egemen konumda olması, hayatı yönlendirmede ilahî buyruklarının ciddiye alınmasıdır. Daha açık söylemle, hukukun kaynağın vahiy olması ve hayatın genişlik alanında dinin referans alınması, dinin hayata egemen olması demektir.

Eğer bir din insanın ne aklına ne de kalbine hitap ediyor, ayrıca; insan için yüce bir ahlaki değerler sistemi veremiyorsa, böyle bir din gerçekten “yok”tan da kötüdür. Bu anlamda ateist olmakla Allah’a inanıp onun emirlerini ciddiye almamak arasında bir mahiyet farkı yoktur.[3] Allah Teâlâ, ahlaki emirleri itikadi emirlerle eş zamanlı göndermek suretiyle gelecekte kuracağı “Medine”nin devamını da garantiye almıştır. Burada yapılması gereken; Müslümanların tevhidi anlayış ve ahlak-ı hamide de derinleşmeleridir. Her an Allah Teâlâ ile olma bilinçlerini hayatlarının genişlik alanına yayarak bu anlayış çerçevesinde davranışlarına yön vermeleridir.

Tebliğ ve temsil

Yüce Allah, Peygamberini Kur’an-ı Kerim’inde fonksiyonel olarak da tanıtmıştır. Onun bu yönü risalet göreviyle alakalıdır. Davet, tebliğ, tebyin, temsil, teşri, velayet, siyaset, cihad, hâkimlik, kadılık, imamet vb. Peygamber Efendimiz’in risaletiyle ilgili vazifeleridir. Bunlara, küfür ehlini yerine göre uyarıp korkutması; inzar ve iman ehline de yaptıkları salih amellere göre Yüce Allah’ın cenneti lütfetmesi; tebşir de girmektedir.

Şu ayet Resulullah’ın bu görevlerine işaret etmektedir: “Muhakkak ki Biz seni, (İslâm’ın gerçekliği, diğer inanç sistemlerinin bâtıllığı ve insanların senin davetin karşısındaki tavırları hakkında her iki dünyada) bir şahit, (iman ve salih amelin karşılığında af, rahmet ve mükâfatımızla) müjdeleyici ve (her türlü dalâlet yollarıyla, bu yolların sonuçlarına karşı) uyarıcı olarak gönderdik;”[4] Aslında risalete iman edenlerden istenen görev bir sonraki ayette açıkça ifade edilmiştir. “Böylece (ey insanlar ve cinler), Allah’a ve O’nun Rasûlü’ne iman edesiniz, Allah davasına destek olup, Allah’a gereken saygıyı gösteresiniz. Ve sabah akşam O’na tesbihte bulunasınız (O’na ibadetle, O’nun bütün kusurlardan ve ortakları bulunmaktan mutlak berî olduğunu ikrar ve ilan edesiniz).”[5]

Peygamber Efendimizle ilgili ayetlerden yola çıkarak varmamız gereken netice; onun ahlakıyla ahlaklanmak, her türlü mezmum huyu bırakmak ve ilahi lütufları çekebilecek bir karakteri kazanmaktır. Risalet göreviyle ilgili kısımla ise yapmamız gereken; Peygamberimize niyabeten Müslümanların önüne düşüp onların iman, ibadet, ahlak, muamelat, helal haram, zulme tavır, dağıtımda adalet sağlamak gibi temel konularda ümmeti vahiyle buluşturup onlara şahitlik etmektir. Ümmetin önderlik makamında bulunan zevat bu temel konularda vahyi içselleştirip İslâmî harekete yön vermedikçe ayetlerden ders alınmış olmaz. Sünnet’e uygun davranışlar hayatın tüm boyutlarını kuşatacak biçimde ortaya konulmadıkça da Peygamber Efendimiz anlaşılmış olmaz.

Cibril hadisi

Peygamber Efendimiz, Cibril hadisinde İslâm’ı evvela şehadetle; Allah’ın birliğini ve kendisinin risaletini kabul edip ikrar etmekle tanımlamaya açmıştır. Bunun öncelikli anlamı; iman alt yapısı sağlam ve kâmil olmadan hiçbir ibadetin makbul olması söz konusu değildir. Namaz, zekât, hac, oruç, cihad ve diğer ibadetlerin makbul olması imanın kemaliyle mukayyettir. Bu anlamda kâfirler için ahirette amelleri için mizan konulmayacağı gibi, hiçbir kâfirin iyi amelleri ahirette kendilerine fayda da vermeyecektir.

“Deve iğne deliğinden geçmedikçe hiçbir kâfir de cennete giremeyecektir.”[6] Zira Allah Teâlâ cenneti kâfirlere haram kılmıştır.[7] Velev ki Peygamber’e hami de olunsa,[8] peygamberin soyundan da gelinse akıbet küfür olduktan sonra kimse kâfirlere şefaat/ yardım edemez. Çünkü Allah’ın izniyle ancak Müslümanlar şefaat edebilir; ancak Müslümanlara şefaat edilebilir.[9] Şehadetteki bir diğer önemli husus ise Peygamber Efendimiz’in, tevhidi her iki rüknü ile birlikte anmasıdır. Bu rükünler; Allah Teâlâ’nın birliği ve Hazreti Muhammed sallellahu aleyhi ve sellem’in elçiliğidir.

Peygamber Efendimiz, hem son elçi hem de daveti evrensel olan tek elçidir. Şehadette ve kelime-i tevhidde Peygamberimizin elçiliğine atıfta bulunulup şehadetin ikinci rüknü olarak verilmesi Hazreti Muhammed sallellahu aleyhi ve sellem’in peygamberliğine iman etmeden ahirette kurtuluşa ermenin imkânsızlığını bildirmektir. Bu bağlamda “Hazreti Muhammed’e iman etmeden de ahirette kurtuluşa ermek mümkündür” diyenlerin sapıklığı teşhir edilmektedir. Hazreti Muhammed’e iman etmeden uhrevi ve dünyevi kurtuluşun olamayacağına ve imanı parçalamanın dalalet oluşuna dair onlarca ayetin olduğunu da bu meyanda hatırlatmak isteriz.[10]

Ona uymayan dalalettedir

Cibril hadisinde Peygamber Efendimiz’in tebliğ, tebyin, temsil ve teşri yetkilerine de zımnen atıflar vardır. Allah Teâlâ’nın talimatlarını insanlığa duyuran elçi, onun verdiği beyan ve temsil hakkını kullanarak şeriattaki kapalılıkları giderebilir. Şehadetin her iki rüknünde tanıtılan, Allah celle celaluh’un ulûhiyet ve rububiyeti ve Peygamber Efendimiz’in risaletidir. Şehadetteki yakin ile marifet arasında doğru orantı olması münasebetiyle iman ehlinin önce marifetullah konusunda derinleşmesi şarttır. Bunun için de Yüce Allah, Kur’an-ı Kerim’den ve Allah celle celaluh’u en iyi bilen Peygamber Efendimizden öğrenilecektir.

Allah’a imanda derin marifeti olmayanın takvası, verası, huşusu, haşyeti ve gayreti olmaz. Tüm bu alanlarda zirveyi temsil eden Resulullah Efendimiz, marifetin de en büyük ve yegâne temsilcisidir. Allah Teâalâ hakkında kâmil anlamda malumat sahibi olunduktan sonra, Resulünün de hakkıyla bilinmesi elzemdir. Peygamber Efendimiz sallellahu aleyhi ve sellem en iyi şekilde Kur’an’dan, hadis ve İslâm tarihi kaynaklarından öğrenilebilir. Öyleki her Müslüman “Öz oğlundan bile Peygamber Efendimizi daha iyi tanımalıdır.”[11]

İnsan, kendi hayatını onun hayatıyla özdeşleştirdiği veya aynileştirme çabasına giriştiği oranda hidayettedir. Ona uymayan bir hayat dalalet içerisindedir. O, furkandır. Sünni ve bid’î olanlar onun hayatına uyumla veya uyumsuzlukla tefrik edilirler. Şu hususu da burada vurgulamak isteriz; oryantalistleri “Kur’an veya hadis mühendisi” gibi takdir edip sonra da İslâm’ı onlardan öğrenmeyi tavsiye eden aydınlar, Müslümanların zihinlerini kâfirlere çeldirtmek isteyen İslâm bilmez cahillerdir. İslam ancak kendi sahih kaynaklarından doğru öğrenilebilir.

Şahid ümmet

Şehadet kelimesini tanıklık ve model olma biçiminde anlarsak, iman ve ibadetlerle ruhi değişime ulaşan Müslümanların dünya liderliğine atıf vardır. Şehadet ve “şahid (vasat) ümmet” kavramlarından yola çıkarak Müslümanların dünyanın lideri olmaları gerekir. Şehadeti bilinçle okuyan her Müslümanın bu durumu bilmesi, okuduğu şehadetin anlamına ermesiyle doğru orantılıdır. Cibril hadisine göre Müslümanlık sözde kalan bir eylem değil; amelle ve sosyal değişimle dünyaya pratik olarak gösterilmesi gereken bir hayat tarzıdır.

İnancımıza göre Müslümanlık; Allah’a yaratma ve emir alanlarında mutlak teslim olup hiçbir şahsı veya kurumu ilah makamına çıkarmamak, vahiyden başka hayat tarzı kabul etmemek olduğuna göre biz İslâm’ı şehadet kelimesinde de bulabilirdik. Şehadet kelimesinin içerisinde Yüce Allah’ın ulûhiyetine ve Peygamber Efendimiz’in risaletine atıf yapılması şeriatın emir ve yasaklarının; ibadetlerin akılla bilinemeyeceğine de bir atıftır.

Bu anlamda risalet kurumunun tebliğ vazifesiyle beraber teşri, tebyin ve temsil görevi de vardır. İnsan şehadet kelimesine bu fonksiyonlarıyla beraber iman ettiğinde ve hayatını şehadetin muhtevasına göre samimi bir şekilde anlamlandırdığında gerçek Müslüman ismini alabilir.  Bu anlamda şehadet, hayatın tüm zerrelerinde Allah celle celaluh’tan yana yapılan bilinçli be bilgili bir tercihtir. Bu tercih sayesinde “ötekilere” hayatın sevk ve idaresini bırakmama kararıdır. Kâfirden velî ve idareci seçmeme kararıdır.

İmanın bedeli

“Allah’a iman ettim.” demenin bedeli, kişinin dinî yükümlülüklerini O’nun rızasını kazanmak için yerine getirmesidir. Kur’an’da birçok ayet, imanın bedeline sabırla katlanmak gerektiğine işaret etmektedir.[12] Aslında yapılan tüm ibadetler, ahlaken kemâli bulma çabaları ve hayatın tüm ayrıntılarında iradenin Yüce Allah’ın isteklerine göre şekillenmesi imanın bedellerinden sayılırlar.

İmanın bir bedeli olduğu gibi, Allah Teâlâ’yı seviyorum demenin de bir bedeli vardır. “Allah’ı seviyorum” demenin bedeli ise Hazreti Muhammed’e iman ve itaat edip ona bağlanmaktır. Allah Teâlâ’nın emirlerini onun temsilini örnek alarak yaşamaktır. Konuyla ilgili şu ayet gayet açıktır: “(Ey Muhammed! Allah’ı sevdiğini iddia eden ve O’nun sevgisini kazanmak isteyen kimselere) de ki:
“Eğer siz gerçekten de Allah’ı seviyorsanız, (Allah’ın emirlerini size ileten bir elçi olarak) bana (ve bana indirilen Kur’an’a) uyun ki, Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Çünkü Allah, (pişmanlıkla tövbe edildiği takdirde, en büyük günahları bile)bağışlayandır, merhamet edendir.”[13]

“Hazreti Muhammed’i seviyorum.” demenin bedeli de onun sünnetini öğrenip Sünnet’e göre; Peygamber Efendimiz’in dünya görüşü çerçevesinde hayata anlam vermektir. “Peygamber Efendimizi seviyorum” deyip de onun gibi inanmayan, ibadetlerini ona benzetmeyen, ahlaken onu örnek almayan, güzelliklerin yerleşmesi için Sünnet odaklı çalışmayan, onun ahlaki niteliklerini davranış hâline dönüştürmeyen, küfre karşı onun gibi bir duruş belirlemeyen ve yalnız başına da olsa ümmet olmanın yolunu aramayan insanın Peygamber sevgisi samimi değildir. Gerçek anlamda Peygamber Efendimiz’i sevmek demek, hayatımızı onunla aynileştirme çabasına girmek demektir. Peygamber Efendimiz sallellahu aleyhi ve sellem’e duyulan bir hayranlık ve sevgi, insan hayatında davranışa dönüşmedikçe samimi bir sevgiden bahsetmek beyhûdedir. Bu sevgi evvela ona gönülden imanla başlar.[14]

Ahlaki sorumluluk

Her Müslümanın, Hazreti Muhammed sallellahu aleyhi ve sellem’e karşı ahlaki sorumlulukları vardır. Bunlar eksiksiz yerine getirilmeli ve onunla bir gönül bağı kurulmalıdır. Peygamberimizle gönül bağı kurulmazsa, İslâm doğru öğrenilemez ve doğru yaşanamaz.

Bir Müslümanın Peygamber Efendimiz sallellahu aleyhi ve sellem’e karşı duyması gereken edep kurallarını Kur’an ve Sünnet’ten tespit etmek mümkündür.  Bunları şöyle sıralayabiliriz: Peygamber Efendimiz sallellahu aleyhi ve sellem’in Yüce Allah’tan getirdiği şeylere teslim olup, hayatın tanziminde Kur’an’dan sonra Sünnet’e/ Peygamberin uygulamasına bağlanmak; peygambere karşı edeptir.[15]

Bu edep, Resule teslim olmak şeklinde Kur’an’da şöyle ifade ediliyor: “Hayır! (İnanan bir insan, Allah’ın kanunlarına nasıl karşı gelebilir? Ey Muhammed!) Rabb’ine yemin olsun ki, onlar, aralarında anlaşmazlığa düştükleri konularda seni hakem tayin edip de, verdiğin hükme karşı içlerinde en ufak bir burukluk bile duymadan tam anlamıyla teslim olmadıkları sürece, iman etmiş olamazlar!”[16] Çünkü Sünnet’e muhalefet peygamberin önüne geçmektir.[17] Hiçbir kimse ve düşünce Resûlullah’ın ve sünnetinin önüne geçirilemez.[18]

Peygamberin ahlâkıyla ahlâklanmak,[19] Peygamber’i örnek alarak ifrattan ve tefritten uzak yaşamak,[20] Resûlullah’a sevgide ölçülü olup onu risalet sınırları içerisinde sevmek,[21] hayatını kendi hayatımızdan daha iyi öğrenmek,[22] onun bize Allah Teâlâ’nın bir lütfu olduğunu bilip ondan istifade etmek,[23] Sünnetle sabit hükümleri duyunca anında icabet etmek,[24] İsmi anıldığında salat-ü selam okumak,[25] ona unvanıyla hitap etmek,[26] ehli beytine karşı saygı ve muhabbet duymak,[27] insanlara onun gibi ilkeli davranmak ve nazik olmak,[28] şartları oluşturarak yalnızca Allah’a güvenmek,[29] bir kişiyi hidayete getirebilmek için canımızı feda edercesine mücadele etmek,[30] insanlar için rahmet olabilmek,[31] onu örnek alarak hayatımızın hiçbir anında vahiy çizgisinden sapmamak,[32] çalışma fıkhında yalnızca Peygamber sallellahu aleyhi ve sellem’i örnek almak,[33] tüm zamanımızı ve gecelerimizi Allah Teâlâ’ya muhabbetle değerlendirip[34] bütün bunların dayanaklarını Kur’an’ı kendi hayatında ameli hale getiren peygamberimizin pratiğinden almak, ona karşı edep cümlesindendir.

Ona karşı asıl edep; her türlü bireysel ve kurumsal zulme karşı O’nun gibi; ezilenlerin eli, yüreği, tepkisi ve direnci olabilmektir. Allah’ın tek bir emri çiğnenecek olsa, zalimlere ve kâfirlere karşı O’nun gibi tavır koyabilmek nebevî edebin başıdır.

Dr. Mehmet Sürmeli/ İrfanDunyamiz.com

DİPNOTLAR

[1] Enbiya 21/105.
[2] Hans Küng, Evrensel Bir Ahlaka Doğru (trc: Cemal Tosun – Nevzat Aşıkoğlu) Gün Yay, 1995, s. 16.
[3] Son yıllarda “ülkemizde deizm yaygınlaşıyor” şeklinde söylemler arttı. Milletimizin diniyle kaim bir millet oluşundan yola çıkarak söylenmiş bir söz ve içerisinde gelecek ile ilgili endişeler taşıyorsa bu ifadeleri ciddiye almak gerekir. Biz de inanıyoruz ki ülkemizdeki din düşmanlığı vatana ihanet çapında büyük bir suç kabul edilmeli. Din düşmanları vatana ihanet suçundan yargılanmalıdırlar. Zira dinimiz kaim olmadıkça ne vatanımız kalır ne de milletimiz. Tarih bunun şahididir. Burada şu hakikati ifade etmek istiyoruz. Bilinmeli ki ülkemizde İslâm, hayatın belirleyicisi olmaktan çıkarılıp “Din bir vicdan meselesidir” denildikten sonra toplum zaten deizme kaydırıldı; politeizm/şirk de kurumsallaştı. Hatırlatmak kabilinden söylüyoruz: pratikte politeizm de deizmin sonucudur. Bu anlamda köktencilik çok güzel bir şey; tüm ideolojiler küfürdür. Mutlak hakikat sadece İslâm’dır.  (M.S.)
[4] Fetih 48/8
[5] Fetih 48/9
[6] A’raf 7/40
[7] Bak: Enfal 8/72
[8] Bak: Kasas 28/56
[9] Bak: zuhruf 43/86
[10] Daha geniş bilgi için bak.; Dinlerarası Diyaloga Reddiye, Mehmet Sürmeli, Atlas yay. Ankara 2021.
[11] Bak: Bakara 2/146; Enam 6/20
[12] Bak: Bakara 2/214; Âl-i imran /142; Tevbe 9/16
[13] Âl-i İmran 3 / 31.
[14] Bak: Maide 5/41
[15] Bak: Nisa 4/59
[16] Nisa 4/65,  
[17] Alusi, Ruhu’l-Meanî, c. XIII, s. 285.
[18] Bak: Hucurât 49/1
[19] Bak: Ahzab 33/21.
[20] Bak: Hud 11/112
[21] Bak: Tevbe 9/30
[22] Bak: Bakara 2/146
[23] Bak: Âl-i  imran 3/164
[24] Bak: Enfal 8/24
[25] Bak: Ahzab 33/56
[26] Bak: Fetih 48/29
[27] Bak: Ahzab 33/6
[28] Bak: Âl-i İmran 3/159.
[29] Bak: Tevbe 9/40.
[30] Bak: Kehf 18/6.
[31] Bak: Tevbe 9/128.  
[32] Bak: Necm 53/ 2-3.
[33] Bak: Ahzab 33/21
[34] Bak: Mûzzemmil 73/20.

İstikamet Yazıları ↗

İslam’ın şuur boyutuna vurgu yapan yazıları okumak için tıklayın.

Kaynak Metinler ↗

İlim yolcuları için temel dini metinlere ulaşmak için tıklayın.

Şunlara Gözat

Selât-ü selam hassasiyeti…

Yüce Allah, Hazreti Muhammed sallellahu aleyhi ve sellem’in kendi katındaki değerinden dolayı ona salat-ü selam …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.