Cizre’ye düştü yolum…

İlahiyat fakültesini uzatmalı olarak bitirmiş ve bir yıl kadar da boşta beklemiştim. O dönemde Sivas’ta çok sevdiğim Ulu Camii’nin yakınlarında dini kitap, hac malzemeleri ve ıtriyat satan bir kırtasiye açmak için dükkân bakıyordum. “Bakıyordum” dediysem yani kendi kendime bakıyordum… Okuldan mezun olmuşum, işim gücüm yok ve bizimkilerin de; “Sana bir dükkân açalım” falan dedikleri de yok… Genç ve parasız birisi olarak arıyordum dükkânı…

Hayalim şuydu; dinî malzemeler satarım, orada sürekli kitap okurum, Ulu Cami’ye yakın olurum ve ezan okunduğunda da dükkânı kilitler namazlarımı camide kılarım. Sanki sabah namazına kalkıyormuşum gibi dükkânı bir de sabah namazı vaktinde açmayı planlıyorum. Neyse lafı uzatmayayım, tam istediğim gibi bir dükkân buldum. Sahibi ile şartlarını, kirasını vs. görüştüm. Gel gelelim bunu valide hanıma anlatmaya.

“Anne valla ben bir dükkân buldum” dedim. “Aman oğlum ne dükkânı” dedi. “Kırtasiye dükkânı anne” dedim. Bundan sonrasını bilirsiniz; dükkânın nerede olduğunu ya da kirasını sormadı bile. Daha önce olduğu gibi, devlet memuru olmam yönündeki kanaatini tekrarladı. Bizim aile biraz garantici idi. Kiminle konuşsam gülümsüyor ve memurluğu tavsiye ediyordu. Ben ise öğretmenlik için puanımın yeteceğini ummuyordum.

Bir gün Ulu Cami’nin avlusunda bir meczup annemin yanına gelip; “Oğlun öğretmen olacak” deyip yanından ayrılmış. Annem eve gelince bunu bana anlattı. Bundan birkaç ay sonra 2005 yılının aralık ayında eve bir telefon geldi. Şırnak Uludere’den geliyordu telefon. Sözleşmeli öğretmen olarak yerleştirildiğimi, gelip gelmeyeceğimi sordular. Hiç düşünmeden “geleceğim inşallah” dedim. O yıllarda bu bölgenin ismi terörle anıldığı için annem bunu duyunca pek sevinemedi. Fakat bir şekilde hayata atılmam gerekiyordu.

Bir hayalim de üniversitede kalmak idi. Bunun için beni kabul edecek hocalarım vardı, ima yollu teşvik de ediyorlardı. Fakat belli bir yaştan sonra aileden harçlık almak gerçekten bana çok zor geldiği için bu tercihi eleyip, biran önce kendi paramı kazanmak istiyordum. Üniversitede kalmayı düşünmüş olsam yüksek lisanstı, doktoraydı derken epeyce bir vakit geçecekti. Bir de üniversite ortamındaki rekabet duygusu beni ürkütmüştü.

Şehr-i Nuh

Uludere’ye nasıl gideceğim konusunda ufak bir araştırma yaptım. Cizre’ye kadar otobüsle ondan sonrasını da minibüsle gidebileceğimi öğrendim. Bir iki gün sonra bavulumu ve sırtıma yorganımı alıp otobüsle Cizre’ye gittim. Daha önce hiç doğuya gitmemiştim. Çarşı pazarda Kürtçe konuşulan bir yere gitmek merak uyandırıyordu. Aslında Kürtlere karşı bir sevgim de vardı, ara sıra annemi neşelendirmek için doğu şivesi kullanırdım. Urfa sıra gecesi türkülerine de bayılırdım. Oraya hiçbir önyargım olmadan gidiyordum çok şükür…

Beyaz bir otobüsle Nuh aleyhis selam’ın şehri olarak bilinen Cizre’ye doğru yaklaşırken iklim de değişmişti. Aralık ayının son günleri olmasına rağmen sıcak bir hava vardı. İlk olarak evlerin mimari yapısı yani otantik halleri dikkatimi çekti. Yollarda rastladığım kömür ocakları da ilgimi çekti. Sonra dillere destan Dicle’nin üstünden geçmek; bu da çok güzel bir duyguydu. Kim bilir buradan hangi medeniyetler yahut kimler geçmişti? Mesela tarihi kayıtlara göre meşhur Büyük İskender’in buradan geçtiği anlatılıyor.

Bir parantez açıp mutlaka görmenizi tavsiye ettiğim Cizre ile ilgili birkaç tarihî bilgi vermek istiyorum. Cizre 638 yılında Hazreti Ömer radıyellahü anh zamanında İyâz Bin Ganm tarafından fethedilmiş. Bir sene sonra fethin sembolü olarak bir kilise camiye çevrilerek Ulu Cami inşa edilmiş. Bu arada size bir şey hatırlatayım da siz de benim düştüğüm hataya düşmeyin. Ben bu bilgiyi birkaç zamandır bilmeme rağmen, bu beldeyi İslam beldesi haline getiren Hazreti Ömer’e ve İyâz Bin Ganm’e bir rahmet okumak aklıma gelmedi. Sonradan bir dostumuz hatırlatınca birer Fatiha okuyarak rahmet diledim.

Metin Tuncel ve Abdülkerim Özaydın’ın yazdığı İslam Ansiklopedisi “Cizre” maddesinden aldığım bilgilere göre fetihten sonra Cizre önce Emevilerin sonra Abbasilerin yönetimine geçmiş. Abbasiler döneminde çok sayıda Harici isyanına sahne olmuş. İslam tarihinin en ilgi çekici konularından biridir Hariciler… Onların da bu topraklardan geçmiş olması hayli ilginç geldi bana.

Tuğrul Bey ve Melikşah da bu topraklardan geçen isimlerden. 1057’de Cizre’yi Tuğrul Bey kuşatmış ve Selçuklulara bağlamış. 1085’te Melikşah tekrar kuşatarak bölgedeki Mervani hâkimiyetine son vermiş. Daha sonra Cizre, Zengi Hanedanlığının eline geçmiş. 1261’de Eyyübilerin elindeyken Moğol istilasına uğramış ve bu dönemde Moğolların atadığı Hıristiyan bir vali tarafından yönetilmiş. Ardından Memluklerin eline geçmiş. 1394’de bu sefer Timur istila etmiş şehri… 1469 yılında Karakoyunlular ve daha sonra Akkoyunlular bölgeye hâkim olmuşlar. Bu anlattıklarım sadece ana hatlar, Cizre’nin tarihinde daha neler var neler.

1508’de sürgündeki Cizre emirlerinden II. Şeref, Cizre’yi Akkoyunlardan geri almış. Özellikle bugün Cizre’ye gidenlerin mutlaka görmek istediği Kırmızı Medrese bu dönemde yaptırılmış. Tarih’ten ismini duyduğumuz o kadar çok devlet ve hükümdar Cizre’den geçmiş ki Cizre’nin bu özelliği orayı adeta bir medeniyetler beşiği haline getirmiş. Bize de bu medeniyetler beşiğini nesillere hatırlatmak düşüyor.

Yine ilginçtir ki II. Şeref’in yerine geçen Mir Ali zamanında şehir kısa bir müddet Şah İsmail’in eline geçmiş. Peki, sonunda ne olmuş Cizre’ye? İdris-i Bitlisi’nin de desteği ile büyük Osmanlı Padişahımız Yavuz Sultan Selim Han, 1514 Çaldıran savaşı ile birlikte Doğu ve Güneydoğu Anadolu’nun büyük bir kısmını alırken Cizre’yi de ele geçirmiş. Çaldıran’da Osmanlıların yanında yer alan dönemin Cizre beyi Mir Ali de Yavuz Sultan Selim’e bağlılığını bildirmiş. Onun ismi halen Cizre’deki Mir Ali mahallesinde yaşatılıyor.

Cizre Osmanlı yönetimine dâhil olduktan sonra dikkat çeken tarihi bir isim de 1800’lü yıllarda yaşamış olan Mir Bedirhan’dır. “Kürt Tarihi ve Siyasetinden Portreler” adlı kitaptan öğrendiğimize göre Osmanlılar 1847 yılında Osman Paşa yönetimindeki bir ordu ile Cizre’yi kuşatır ve merkezi yönetime karşı itaatsiz davranan Mir Bedirhan’ı yakalayıp azlederler. Daha sonra Osmanlı yönetimi tarafından Girit’e sürgüne gönderilir. 1869’da Şam’da vefat eden ve Selahaddin Eyyübi türbesinde toprağa verilen Mir Bedirhan bölge insanı için önemli bir figürdür. Bu nedenden dolayı olsa gerektir ki gördüğüm kadarı ile bölgede Bedirhan ismi oldukça yaygın olarak kullanılmaktadır.

Cizre’de ilk saatler

Terminalde inince oradaki görevliye dedim ki; “Bavulum ve yorganım burada durabilir mi, bir iki saat sonra gelip alacağım inşallah.” Bana; “Dışarıya bırak, burada hiçbir şey olmaz” dedi. Tabi terminalin orta yerine bırakmak biraz garip geldi bana, çünkü çalınmasından endişe ediyordum. Birkaç kişiye sordum hepsi de; “Burada bir şey olmaz, hırsızlık olmuyor” dediler. Aynen dedikleri yere bıraktım ve öğle sıcağında merkeze doğru yürümeye başladım.

İlk olarak terminale çok yakın bir yerde bir mezarlık ve bir camiye rastladım. Hiç kimsenin olmadığı avluya girdim ve ferahlamak amacıyla camiinin şadırvanını kullandım. Şadırvanın yakınında esrarengiz bir harabe vardı. Taşların şekli ve renginden çok eski bir yapı olduğu belliydi. Bu yapıya bakınca garip bir yer olduğu için değişik duygular hissetmiştim. Yakınına doğru gidince kapısı kapalı olduğu için içerisini göremedim. Fakat oralarda bir yerde silik ve eski bir yazı ile “Mem û Zin” yazdığını hatırlıyorum.

Sonradan öğrendim ki bu harabenin içinde bir mezar var ve o mezarın içinde de Mem ile Zin adında iki âşık yatıyor. Onların yanında üçüncü bir mezar daha var ki o da bu iki aşığın kavuşmasına engel olan Beko adındaki fitneci bir karaktere ait. Tabi bunun çok ilginç ve insana tesir eden bir hikâyesi var. Yıllar sonra nesilden nesle nakledilen bu halk hikâyesini okuduğumda birkaç gün kendime gelememiştim. İnanın böylesine tesirli çok az kitaba rastlamışımdır.

Aydın Başar, Genç Dergisi, Ağustos, 2020

İrfan Mektebi ↗

Sevdirici, müjdeleyici üslupla yazılmış hayata dair yazılar okumak için tıklayın.

Gönül Dünyamız ↗

Gönül insanlarına dair bam telinize dokunacak yazılar okumak için tıklayın.

Şunlara Gözat

Mehmet Feyzi Efendi farklı bir zattı…

İmam hatipte okurken yaz tatillerinde İstanbul gibi manevi üstadların bol olduğu bir şehirde birçok güzel …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.