Harun Reşid’i ağlatan sözler…

Mehran oğlu Abdullah’ın rivayetine göre Harun Reşid hacca giderken Kufe’ye uğradı. Orada birkaç gün durdu. Sonra tekrar yola devam edeceğini ilan etti. Bu münasebetle halk, yolların kenarlarına, halifenin kafilesini seyretmek için döküldüler.

Dökülenlerin arasında Behlül Dânâ da vardı. Behlül yolun tam kenarında oturdu. Çocuklar ona çeşitli eziyetler edip, kendisiyle eğleniyorlardı. O esnada Harun Reşid’in hevdeci çıkageldi. Çocuklar da Behlül ile eğlenmeyi bıraktılar. Hep birlikte halifenin kervanını seyretmeye başladılar. Harun, Behlül’ün hizasına geldiğinde Behlül gür bir sesle:

– Ey müminlerin emiri! diye bağırdı. Behlül’ün gür sesini işiten Harun, kendi eliyle hevdecin üzerindeki örtüyü kaldırdı ve:

– Buyur ya Behlül! diye cevap verdi. Behlül devamla:

– Ey müminlerin emiri! Nail’in oğlu Eymen, Amr kabilesinden Abdullah’ın oğlu Kuddame’den bize şu hadisi nakletti. Ravi der ki: Rasülüllahı Arafat dönüşü kızıl devenin sırtında gördüm. Önünde ne kimse dövülür ne de kovulur ve ne de ‘yol açınız, yol açınız’ diye bağırılırdı. Ey müminlerin emiri! Bu seferinde tevazu göstermen, kibir ve azamet göstermenden daha hayırlıdır.

Bunun üzerine Harun Reşid göz yaşları yere dökülecek derecede ağladı. Sonra dedi ki:

– Ya Behlül! Allah senden razı olsun. Bize daha fazla nasihat eder misin? Behlül:

– Ey müminlerin emiri! Evet daha fazla nasihat yapayım. ‘Bir kişi ki Cenab-ı Hak ona servet ve güzellik vermiştir. O da verilen servetten infak ediyor ve güzelliğinde de afif davranıyorsa, o kimse Allah’ın divanında iyilikle beraber kaydedilir. Harun:

– Güzel söyledin ya Behlül! dedi ve ona büyük bir hediye takdim etti. Buna karşılık Behlül şu cevabı verdi:

– Ey müminlerin emiri! Şu hediyeyi nereden almışsan götür, asıl sahibine ver. Benim ona ihtiyacım yoktur! Harun Reşid:

– Ey Behlül, eğer borcun varsa söyle de ödeyelim. Behlül:

– Ey müminlerin emiri! Kufe’de çokça bulunan şu ilim ehli ittifakla der ki: Borcu, borç ile eda etmek caiz değildir! Harun Reşid:

– Ya Behlül, sana yetecek ve seni çalışmaktan müstağni kılacak bir maaş bağlayalım sana! Ravi der ki, bu sözler karşısında Behlül Dânâ başını kaldırıp göklere baktı ve şunları söyledi:

– Ey müminlerin emiri! Ben de sen de Cenab-ı Hakk’ın efrad-ı ailesinden birer ferdiz. Seni hatırlayıp sana vermesi ve O’nun beni unutması muhaldir/imkansızdır! Ravi diyor ki, bu manzara karşısında mat olan Harun Reşid perdeyi hevdecin üzerine sarkıttı ve yoluna devam etti.

Kaynak: İhyâu ulûmiddîn, çeviren Mehmed A. Müftüoğlu, İstanbul 1993, Tuğra neşr., c. II, sf. 792-793

İrfanDunyamiz.com

Yayın Yönetmeni Notu: Hikmeti bir şahsiyet olan Behlül Dânâ’nın bildiklerini çekinmeden dönemin halifesine anlatması, onun ilmin izzetine sahip olduğunu gösteriyor. Halifenin onu dinlemesi ise halifenin  tevazu sahibi olduğunu gösteriyor. Bu menkıbeyi yukarıdaki bildirilen kaynaktan nakleden Doç. Dr. Ahmet Çapku Hoca bu menkıbe ile ilgili olarak şöyle diyor: “Dikkat edilirse yukarıdaki hikayede büyük bir âmir/yönetici ile halkın deli gözüyle baktığı ve fakat gerçekte veli olan Behlül’ün arasında geçen mühim konuşmalar vardır. Hakkı, hakikati olduğu gibi yalın haliyle en zirvedeki yöneticiye anlatan/aktaran bir âlim ile onun kadr u kıymetini takdir edebilen büyük bir âmir manzarası vardır karşımızda. Âlimden akıl-nasihat isteyen ve bunu bir erdem olarak telakki eden bir âmir zihniyeti taşır Harun Reşid. Âlim, bedendeki beyin gibidir. Beden/âmir ise beyinin talimatlarını uygulama, icra mekanizmasıdır. Ne zaman ki, beden, beynin görevini de kendinde görür, üstlenirse kaçınılmaz olarak işler birbirine karışır ve sarpa sarar. Daha da vahimi, beyin, bedene yanlış talimatlar verdiğinde (dünya âlimi) o bünyenin zaafa uğraması ve fesada/bozuluma uğraması da izahtan varestedir. Onun içindir ki büyük İmam Gazzâlî, meseleyi şöyle düğümlüyor âlim ve âmir (bilge insanlar ve yöneticiler) arası münasebet konusunda: “Âlimler niyetlerini Allah için halis kıldıklarında, konuşmaları taştan daha katı bulunan kalblere tesir edip o kalpleri yumuşatır… Şayet onlar (âlimler) doğruyu söyleseler ve ilmin hakkını verseler muhakkak felaha kavuşurlar. Şu halde halkın fesada gitmesi (ahlak ve insanlık haysiyeti noktasında bozulması), onların idarecilerinin (âmirler) bozulmasına bağlıdır. Âlimlerin bozulması ise dünya ve dost kazanma sevgisinin onların kalplerini istila etmesine bağlıdır. O kimse ki, dünya (ve dünyalık) sevgisi nefsine galip gelmiştir, o, en rezil ve düşük insanlara karşı bile uyarıcılık (nasihat) vazifesini yapmaktan aciz kalır. Nerede kaldı ki böylesi bir âlimin devlet yöneticileri (mülûk) ve dünya büyükleri (ekâbir) karşısında etkili olabilsin!” (İmam-ı Gazzali, İhya, II, 796)

Şunlara Gözat

Mehmet Feyzi Efendi farklı bir zattı…

İmam hatipte okurken yaz tatillerinde İstanbul gibi manevi üstadların bol olduğu bir şehirde birçok güzel …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.