Peygamber Efendimiz’in sahâbesi/ arkadaşları onun getirmiş olduğu dini kabul edip bu dinin isteklerini tereddütsüz olarak yaşamak suretiyle model olan şahsiyetler olarak tanımlanabilir. Bu insanlar arasından kahramanlar, hukukçular, eğitimciler ve devlet adamları çıktı. Bu insanların bedevîlikten, algı düzeyinin yükseldiği seçkin bir şahsiyet düzeyine çıkmalarının temelinde Allah’a yönelişleri, Peygambere gönülden bağlılıkları ve Kur’an’ın maksadını kavramaları bulunmaktadır.
Hazreti Muhammed sallellahu aleyhi ve sellem’e bizzat muhatap olan, onun sohbet ve irşadıyla eğitilen bu ilk Müslümanlar, ayetlerin anlamlarını, nüktelerini ve mezâyâsını, nâsih ve mensûhunu, esbab-ı nüzulü öğrendiler. Bilmedikleri bir mesele olursa, onu da Peygamber Efendimiz’e sordular ve elde ettikleri malumatı diğer Müslümanlara naklettiler.1
Bunda amaç, diğer insanlarla bilgiyi ve tüm iyi olan şeyleri paylaşmaktı. Çünkü ilahî vahiy sayesinde Peygamberimiz, insanları batıl inançlardan, kötü huylardan uzaklaştırmış, aralarında sevgi ve muhabbeti, birlik ve beraberliği temin etmişti. Peygamberimiz vahiy yoluyla kendisine bildirilen bütün ilahî emirleri, dinin temel ve yardımcı fikirlerini, iman ve amele ait hükümlerini, fert ve cemiyeti refah ve saadete ulaştıran düsturları açıklar, sahâbe de bu hükümleri tatbik ederdi.2
İslam’ı iyi öğrenip anlamak için yapacağımız ilk işlerden biri de, onun insanlığa, tarihe ve topluma armağan ettiği örnek insanları incelemektir. Din, insan anlayışıyla, model insanlar yetiştirme gücünde olmalıdır. Din ve dinî düşünce, insanı getirdiği yüce değerlerle donatmalı, zaaflarını giderip, yerini takvayla doldurmalıdır.3 İnsan, donanmış olduğu değerleri ne kadar içten ve Allah’a adama bilinci içinde yaşarsa, onları hayalî şeyler olmaktan da kurtarmış olur.
Yukarıdaki meziyetlerle donanmış olan bu insanların tarih içerisindeki yerleri, Hazreti Muhammed sallellahu aleyhi ve sellem’in vefatı ile başlayan ve en son hukukçu sahâbenin vefatı ile son bulan dönem olarak belirtilmektedir.4 Bu süreç içerisinde yaşayan insanların yapmış olduğu eylemler ve Kur’an’ı anlayışları önemsenmiştir. Örneğin Ebu Hanife (ö: 150/767), sahâbenin görüşüyle amel etmeyi vacip görmektedir.5 Onların görüşlerine bu kadar değer verilip önemsenmelerinin sebepleri olarak şunlar ifade edilmiştir:
– “Sahâbe, Peygamberimize diğer insanlardan daha yakındı. Onlar, hakkında vahiy gelen konulara şahit olmuşlar, nassın indiği şart ve durumları bizzat görmüşlerdi.
– Sahâbeye ait görüşlerin Sünnet olma ihtimali vardır.
– Paylaşmış oldukları görüşleri Peygamberden işiten birinden işitme ihtimali vardır.
– Arapçayı ve kelimelerin delalet ettiği manayı bizden daha iyi biliyor yahut Allah’ın emri ile ilgili durum ve karinelerden daha iyi faydalanabiliyor veya Peygamberle uzun zaman arkadaşlık etmiş bulunuyorlardı.”6
Etimolojisi
Etimolojik açıdan incelediğimizde görürüz ki, “Sahâbî, Arapçada dostluk, arkadaşlık, birlikte olma manalarına gelen ‘Sahibe’ fiilinden türemiştir. Arkadaş ve dost olan kişi anlamında tekil isim olarak ‘Sahâbî’ sözcüğü kullanılır. İsmi fail olan ‘Sâhib’ kelimesinin çoğulu ise; ‘Ashâb, sahâbe ve sahb’ dır.7
Aynı kökten türemiş olan sözcüklerin aynı manaya gelecek şekilde Kur’an-ı Kerim’de de kullanıldığını görüyoruz. Kur’an’da ‘Sâhib’ ifadesinin yalın olarak geçtiği ayetler8 olduğu gibi ‘Sâhibukum’ şeklinde kullanılan ayetler de vardır.9 “İyi geçin, hoş sohbet et!” anlamında emir kipi olarak ‘Sâhibhuma’ ikili kalıbıyla kullanılan tek ayet vardır.10 Bazı ayetlerde ‘Sâhibuhu’ biçiminde zamire bitişik olarak kullanılır.11 Hazreti Yusuf aleyhis selam zindan arkadaşlarına hitabederken ‘Sâhibî’ diye konuşmaya başlamış12 ve aynı mekândaki yakın beraberlik için aynı sözcüğü seçmiştir. Yine Kur’an’da ‘Sâhibihum’13 tarzında kullanılan kelimenin sonuna dişilik ”ta”sı getirilerek “Sâhibetün”14 formuyla da eş/ zevce anlamında kullanılmıştır. Sahâbî kelimesinin çoğulu olan ‘Ashâb’ sözcüğü ise ‘Ashâbu’l-cenneh’ ve ‘Ashâbu’n-nâr’ veya sadece ‘Ashâb’ olarak Kur’an’da çok kullanılır.”15
Ashâb kelimesi Hazreti Musa aleyhis selam’a izafe edilerek ‘Ashâbu Musa’,16 Cumartesiyle beraber ‘Ashâbu’s-Sebt’,17 ayrıca ‘Ashâbu’r-Ress’,18 ‘Ashâbu’l-Eyke’,19 ‘Ashâbu’s-Sefine’,20 ‘Ashâbu’l-Karye’,21 ‘Ashâbu Uhdud’,22, ‘Ashâbu’l-Yemin’,23 ‘Ashâbu’l-Meymene’,24 ‘Ashâbu’ş-Şimal’,25 ‘Ashâbu’l-Meş’eme’26 ve ‘Ashâbu’l-Fîl’ 27 formları da Kur’an-ı Kerim’de geçmektedir.
Kur’an’daki tüm kullanış biçimlerinden çıkan sonuca göre, “Sâhib” ve “Ashâb” sözcükleri; sözde, arkadaşlıkta, mekânda ve bir şeye aidiyette çok yakınlığı ve beraberliği ifade etmektedir. Bu anlamları içermesi sahâbî sözcüğünün terimsel anlamına da ışık tutacaktır.
Hadisçilerin görüşü
Sahâbî tanımının terimsel anlamına geçmeden önce üzerinde durmamız gereken bir husus vardır: “Bir kimseye sahâbî denebilmesi için Peygamber Efendimiz ile asgari bir arada bulunma müddeti ne kadardır?” “Peygamberimizi sadece bir iki kez gören veya dinleme fırsatı bulan, fakat onunla birlikte yaşamayan kimselere de sahâbî denilebilir mi?” Bu hususta gerek Peygamber Efendimiz’den, gerekse sahâbeden gelen rivayetlere baktığımızda, sohbet ile daha çok dostluğu, arkadaşlığı, uzun süre beraberce yaşamayı kastettikleri anlaşılmaktadır.”28
Sahâbî tanımında litaratürde hadisçilerin tanımı ön planda olmuştur. Hadisçiler, sahâbî tanımının her ne kadar “Sohbet”ten türediğini söyleseler de, bu sohbetin keyfiyeti üzerinde durmazlar. Onlara göre Peygamberle sohbeti az olsun çok olsun, ister uzun yıllar sürsün, ister bir sene veya bir ay, bir gün veya bir saat olsun; eğer bu sohbet gerçekleşmişse bu kişiye sahâbî denir. Hatta günün içerisinde çok kısa bir süre bile Peygamberle Müslüman olarak sohbet eden bir insan da sahâbî sayılır.29 Halk arasında meşhur olan ve kabul gören tanım budur.
Hadisçiler sahâbî tanımını geniş tutmaktadırlar. Onlar, Peygamber Efendimiz’den bir şey rivayet etmese bile bir kez gören bir insanı sahâbîden kabul etmektedirler.30 Hadisçiler tanımlarına şöyle bir kayıt koymayı da ihmal etmemişlerdir: “Görmeye engel bir durum olmaksızın, âmâ olmak gibi…” Bu kayıtla âmâ olan Abdullah bin Ümmü Mektum benzeri sahâbîler tanımın kapsamı içerisine alınmış olmaktadır. Sadece Rasulullah’ı görmekle sahâbî olunacağına Ahmed bin Hanbel de (ö: 241/855) kail olmuştur.31 Büyük muhaddis Buharî de sahâbî olmayı Peygamberi görmeye odaklamıştır.32 Bu tanımı önceleyenlerin elbette gözettikleri hikmetler vardır. Belki de Resulullah’ı bir kere bile görmenin manevi feyzini tanımın odağına almışlardır.
Usulcülerin görüşü
Usulcülere göre ise Peygamberimizi bir defa görmekle sahâbî olunamaz. Onlara göre uzun bir sohbet dönemini kişi Peygamberimizle Müslüman olarak geçirirse sahâbî olabilir.33 Usulcü âlimler sahâbî olabilmek için bir kimsenin Peygamber Efendimiz’le bir veya iki sene beraber kalmasını, onunla beraber bir veya iki savaşa katılması gerektiğini öne sürmektedirler. Abdullah bin Ömer (ö: 73/692), şöyle bir nakilde bulunuyor: “Ben ilim ehlinin şöyle söylediğini gördüm: ‘Rasulullaha büluğ halinde iken yetişip, dinî konularda aklı eren ve bu konulara razı olan kişi Resulullah’la velev ki gündüzün bir saatinde kısa bir sohbette de bulunsa sahâbîdir.”34
Bu tanım bir taraftan Hadisçilerin tarifine benzese de içerisinde, Rasulullahla sohbet etmenin gerektiğini de ifade etmektedir.35 Tabiîn âlimlerinden olan Said bin Müseyyeb (ö: 93/712): “Resulullah’la bir veya iki sene beraberliği olmayan, Onunla bir veya iki savaşa katılmayan sahâbeden sayılmaz.”36 demiştir. Bu tanım usulcü âlimlerin tanımına uygun düşmektedir. Peygamberle sohbeti çok olan37 gerçek anlamda sahâbî olabilir. Raşid halifeler, Abdullah bin Mes’ud, Abdullah bin Abbas ve bunlara benzer diğerleri gibi. Çünkü bu insanlar, Hazreti Muhammed sallellahu aleyhi ve sellem’e iman ettiler, ona yardım edip ondan bir şeyler duydular ve onun getirdiği hidayetle doğruyu buldular.38 Bir kimseyle beraberliği çok olmayan kimseye örfen de sahâbî denmez.39 Hatta hiçbir şey rivayet etmese bile Rasulullahla sohbeti uzun süre olmuşsa o kişi sahâbîdir.40
Bu ifadelerden yola çıkarak şunu söyleyebiliriz. Bir kimsenin sahâbî olabilmesi için; Hazreti Muhammed sallellahu aleyhi ve sellem ile uzun süre arkadaşlık etmesi ve onu uzun süre dinleyip, ondan bilgi alıp, ona ittiba etmesi gerekmektedir. Bu durum da ancak, o kişinin Rasulullahla uzun süre beraber olduğunun şöhret kazanmasıyla veya tevatüren/ büyük bir topluluğun haber vermesiyle veya sahâbenin söylemesiyle bilinebilir.41 Elbette bu beraberliğin ve sohbetin sahibinin Müslüman olarak ölmesi de şarttır. Başlangıçta Peygamberimizin sohbetine mülaki olup sonradan dinden dönen ve küfür üzerine ölen kimseler sahabi olamazlar.
Hadis rivayeti
Sahâbenin Peygamberimizle beraberliğine bakarak Hadis bilginleri sahâbeyle ilgili bir derecelendirme yapmıştır. Bu derecelendirmeye girmeden önce sahâbeyle ilgili şu değerlendirmeyi ön bilgi olarak zihinde tutmakta fayda vardır: “Kitaplarda, Tebuk’te olduğu gibi, savaşa iştirak eden on binlerce meçhul askerden, heyetler halinde gelip Müslüman olduktan sonra dönüp giden, Medine dışında yaşayan binlerce insandan, bedevîden, son olarak Peygamber Efendimizle birlikte veda haccına katılmış on binlerce kadın, çocuk ve değişik bölge halklarının kahir ekseriyeti yer almamaktadır. Dolayısıyla Peygambermizi ve sünnetlerini onlardan öğrenmek şöyle dursun, çoğunun kimliği hakkında dahi bilgimiz yoktur. Kendilerini bir parça tanıdığımız ortalama on bin kişiden yalnızca 1008 veya 1060 ya da en fazla 1300 sahâbî hadis rivayetinde bulunmuştur. Bu 1000 sahâbîden 800 kişinin bir ile dokuz arası hadis rivayet ettiği göz önünde bulundurulursa kalan 200 sahâbînin on veya daha fazla hadis rivayet ederek bu iş ile meşgul oldukları söylenebilir. Bunlardan 7 kişi binin, 4 kişi beş yüzün, 27 kişi yüzün ve 194 kişi de onun üzerinde hadis rivayet etmişlerdir.”42
Sahâbî tanımını sadece hadis rivayetine indirgemek doğru olmamakla beraber, çok rivayette bulunan sahâbe ile Rasulullah’ın beraberliğinin daha uzun süreli olduğu arasında bir ilginin olduğu açıktır. Ancak rivayet çokluğundan ziyade, Peygamber Efendimizle beraberliğin keyfiyeti göz önünde bulundurularak derecelendirme yapılması daha mâkul görülmektedir. Ahmed bin Hanbel (ö: 241/855) sahâbenin en faziletlileri olarak Bedir Savaşı’na katılanları kabul etmiştir.43
Nişaburi’ye göre
Hafız Nisâbûrî (ö: 405/1014) ise sahâbeyi on tabaka halinde derecelendirmiştir:
I. Tabaka: Mekke’de ilk Müslüman olan sahâbîler. Hazreti Ebû Bekir, Hazreti Ali, Hazreti Osman ve Hazreti Ömer gibi diğer ilk Müslümanlar.
II. Tabaka: Hazreti Ömer’in Müslüman olup Müslümanlığını açıklamasıyla beraber Peygamber Efendimiz’e Müslüman oluşlarını açıklayıp ona beyat eden sahâbîler.”
III. Tabaka: Habeşistan’a hicret eden sahâbîler.
IV. Tabaka: Peygamberimize Akabe’de ilk defa beyat edenler.
V. Tabaka: Çoğu Ensardan olan ve Peygamberimize ikinci Akabe’de beyat eden sahâbîler.
VI. Tabaka: Peygamberimiz Kuba’da iken ona yetişen ilk Muhacirler.
VII. Tabaka: Bedir Savaşı’na katılanlar.
VIII. Tabaka: Bedir Savaşı ile Hudeybiye Anlaşması arasında hicret eden sahâbîler.
IX. Tabaka: Hudeybiye’de Peygamberimize beyat edenler.
X. Tabaka: Hudeybiye Anlaşması ile Mekke’nin fethi arasında hicret eden Müslümanlar.44
Bu derecelendirme, sahâbenin Kur’an’ı Hazreti Muhammed’den öğrenme ve onun Kur’an’a bakış ve hayata katış sürecini müşahede etmelerini sistemli bir şekilde ifade etmesi bakımından anlamlıdır. Peygamberimize yakınlık ve yakınlıklarının süresine göre, sahâbenin Kur’an anlayışları ve Kur’an’ın anlamlarına vukûfiyetleri ve yorumlamaları farklı olmuştur. Bu farklılığın sebeplerinden biri de, hepsinin aklî yetenek ve ilmî derecelerinin aynı olmamasıydı. Çünkü tümünün dile vukûfiyetleri, Rasulullahla beraberlikleri, nüzul ortamını müşahedeleri ve dilin inceliklerini bilmeleri aynı seviyede değildi.45 Hatta bazılarının okuma yazması yoktu. “Bazıları hayatlarını kazanma ile meşgul, diğer bazıları da her gün inip gelen yeni vahiylerden haberdar olacak kadar Rasulullah’ın oturduğu yere yakın yerlerde ikamet etmiyorlardı.”46
Sonuç
Sahâbenin Kur’an anlayışlarının derece farkında aklî yeteneklerle beraber, bilgi ve görgülerinin, hayat tecrübelerinin değişik olması onları birbirinden farklı yapıyordu. Hazreti Ömer, Hazreti Ali, Hazreti Abdullah bin Abbas ve Hazreti Aişe gibi Kureyş’in ileri gelen ailelerine mensup, Arap dilinin üslup ve inceliklerini, eyyam-ı Arab’ı, şiiri, Arap âdet ve geleneklerini çok iyi bilenler olduğu gibi, kültür seviyesi bunlardan zayıf olanlar, köle ve cariyeler; Hazreti Selman (ö: 36/656) ve Hazreti Bilal (ö: 20/641) gibi Arap olmayanlar vardı.47 Diğer yandan Hazreti Abdullah bin Mes’ud gibi (ö: 34/654) onun sohbetlerini sürekli ve disiplinli bir şekilde takip edenler olduğu gibi daha az takip edenler de vardı.48
Sahâbî kelimesinin Kur’an-ı Kerim’deki şekillerini bir defa daha hatırlarsak; “Sâhib/ arkadaş, dost”,49 “Sâhibe/ eş”,50 “Ashâbu Musa/ Musa’nın arkadaşları, kavmi”51 vb. formlarla kullanıldığını görürüz. Hepsinden çıkan ortak anlam; “Sâhib” olabilmek için, dostluk, yakınlık, beraberlik, sohbette bulunmak ve aynı zamanı, mekânı paylaşmak gibi vasıflar esastır. Rasulullah’ın sahâbîsinin de temel özellikleri bunlar olmuştur. Hatta ona en yakın olup, en çok sohbet eden Hazreti Ebû Bekir (ö: 13/634) için Kur’an “sâhib/ arkadaş, dost” sözcüğünü kullanmıştır.52
Dr. Mehmet Sürmeli/ İrfanDunyamiz.com
1 Bilmen, Ömer Nasuhi, Muvazzaf İlmi Kelâm, Bilmen Yay., İstanbul trsz., s. 32.
2 Aydın, Ali Arslan, İslâm İnançları Tevhid ve İlmi Kelâm, Gonca Yay. Ankara 1984, s. 55.
3 Bak: Hucurât 49/13
4 Suyûtî, Abdurrahman b. Ebî Bekr, Tedrîbu’r-Ravi fî Şerhi Takrîbu’n-Nevevî, Mektebetü’l-İlmiyye, Medine trsz., II, 228; İbnu’s-Salah, Osman b. Abdurrahman, Ulûmu’l-Hadis, Tah: Nurettin Itır, Daru’l-Fikr, Dimeşk 1986, ss. 300-301; Yardım, Ali, Hadis, Dokuz Eylül Ü.İ.F. Yay., İzmir 1992 II, 26; Şafak, Ali, İslâm Hukukunun Tedvini, Ata.Ü. Yay., Erzurum 1978, s. 18.
5 Atar, Fahrettin, Fıkıh Usulü, M.Ü.İ.F. Yay., Nu:24, İstanbul trsz., s. 93.
6 Ebu Zehra, Muhammed, İslâm Hukuk Metodolojisi, (trc.: Abdulkadir Şener), Fecr Yay., Ankara 1990, s. 186-7.
7 İbni Manzur, Muhammed b. Mükerrem, Lisanu’l-Arab, Kahire, h: 1119, Daru’l-Meârif, S-H-B. maddesi.
8 Bak: 68/Kalem, 48; 4/Nisa, 36
9 Bak: 34/Sebe’ 46; 53/Necm, 2; 81/Tekvir, 22
10 31/Lokman 15
11 9/Tevbe, 40; 18/Kehf, 34,37
12 12/Yusuf, 39,41
13 7/A’raf, 184; 54/Kamer, 29
14 6/En’am, 101; 72/Cin, 3; 70/Meâric, 13; 80/Abese, 36
15 2/Bakara, 39, 81, 82, 119, 217, 257, 275; 3/Âl-i İmran, 116; 5/Maide, 10, 29, 86.
16 26/ Şuara, 61
17 4/Nisa, 4
18 25/Furkan, 38
19 26/Şuara, 176
20 29/Ankebut, 15
21 36/Yasin, 13
22 85/Buruc, 6
23 56/Vakıa, 90-91
24 56/Vakıa, 8
25 56/Vakıa, 41
26 56/Vakıa, 9
27 105/ Fîl Suresi, 1
28 Erul, Bünyamin, Sahâbenin Sünnet Anlayışı, T.D.V. Yay., Ankara 2000, s. 2.
29 el-Bağdadî, Ebubekir Ahmed b. Ali, Kitabu’r-Rivaye fî İlmi’r-Rivaye, Beyrut 1998, s. 51; Cürcanî, Ebu Hasan, el-Muhtasar fî Usûli’l-Hadîs, Dâru’d-Dağve, İskenderiyye trsz, s.71.
30 İbnu’s-Salah, Osman b. Abdurrahman, Usûlü’l-Hadîs, Dâru’l-Fikr, Şam 1986, s. 293; İbn Kesîr, İsmail b. Ömer,İhtisaru Şerhi’l-Hadîs, Dâru’t-Turâs, Kahire 1979, s. 151; el-Hatib, Muhammed Accac, el-Muhtasar fî Ulumi’l-Hadîs, Beyrut 1991, s.196; el-Ensarî, Zekeriyya b. Muhammed, Fethu’l-Bakî alâ Elfiyeti’l-İrâkî, Beyrut trsz, III, 2-3
31 Zeynuddin Abdurrahim b. Husayn, Şerhu Elfiyeti’l-İrâkî, el-Müsemmâ bi’t-Tebsıra ve’t-Tezkira, Beyrut trsz, III, 3.
32 el-Bağdadî, el-Kifaye, s. 51.
33 Cürcanî, Ebu’l-Hasan, el-Muhtasar fî Usûli’l-Hadîs, s. 71.
34 el-Bağdadî, el-Kifaye, s. 50.
35 İbn Arabî, Ahkâmu’l-Kur’an, I, 36.
36 İbnu’s-Salâh, Ulûmu’l-Hadîs, s. 293.
37 Tahhan, Mahmut, Teysîr Mustalah el-Hadîs, Der Saadet Yay. İstanbul trsz., s. 198.
38 Zeydan, Abdulkerim, el-Veciz, s. 219; Ebu Zehra, Metodoloji, s.185.
39 el-İsfehânî, Hüseyin b. Muhammed, Müfredât, Beyrut 1992, s. 475.
40 Cürcanî, Târifât, s. 192.
41 Zeyneddin Abdurrahim b. Hüseyin, Elfiyetu’l-Hadîs, Beyrut 1988, s. 45; Tahhan, Teysîr, s. 199.
42 Erul, Bünyamin, Sahâbenin Sünnet Anlayışı, s. 8
43 Bağdadî, el-Kifâye, s. 51
44 Nisâbûrî, Muhammed b. Abdullah, Kitabu Marifeti Ulûmi’l-Hadîs, Kahire trsz., s. 23-4
* Peygamberimizden yaşadığı çevrenin insanlarına vahyin ulaştırılması onun tebliğ ve uyarısıdır. Bu uyarıdan, aynı coğrafyayı paylaşan insanlar daha çok istifade etmişken farklı şehirlerdeki insanlar daha az faydalanmıştır. Dolayısıyla, bu insanların Peygamberi dinlemeye bağlı olarak Kur'an bilgileri aynı seviyede değildir. Bu durumda hepsinin müçtehid olmadığını söylemek onlara karşı saygısızlık değildir.
45 ez-Zehebî, Muhammed Huseyin, et-Tefsîr ve’l-Müfessirûn, Beyrut trsz, I, 36
46 Hamidullah, Muhammed, Kur’an-ı Kerim Tarihi (trc.: Salih Tuğ), M.Ü.İ.F. Yay., s. 43
47 Demirci, Muhsin, Tefsir Usulü ve Tarihi, M.Ü.İ.F. Yay., İstanbul 1998, s. 227.
48 Gümüş, Sadreddin, Kur’an Tefsirinin Kaynakları, Kayıhan Yay., İstanbul 1990, s. 60.
49 53/Necm 2; 81/Tekvir 22.
50 6/En’am 101
51 26/ Şuara 61
52 Bak: 9/Tevbe 40
İstikamet Yazıları ↗
İslam’ın şuur boyutuna vurgu yapan yazıları okumak için tıklayın.
Kaynak Metinler ↗
İlim yolcuları için derlenmiş temel dini metinlere ulaşmak için tıklayın.