
İstanbul’da beş İmam Hatip orta okulundan 137 kişilik öğrenci korosu Abdurrahim Karakoç’un bir marşını söylemişler. Yavrularımızı hocaları ne kadar güzel yönlendirmiş. Allah hepsinden razı olsun. Bizlerin umutlarını yeniden canlandırdılar. “Bir sabah gelecek kardan aydınlık” Ne kadar güzel, müjdeli, anlamlı sözler. Bizim gençlerimizin de bir davası var elhamdülillah. Gençlerimizin gözlerinden öpüyorum.
İmam Hatipli olmak demek zaten dava sahibi olmak demektir. Bizler de dava sahibi olmanın ne demek olduğunu çocukluktan gençliğe adım attığımız o dönemlerde öğrendik. Dava adamlarını İmam Hatip’te okuduğumuz yıllarda tanıdık. Heyecan ve cihad aşkını onlarda gördük. Dünyayı hiçe saymak ve Allah’ın davasını en önde tutarak mücadele etmek onların şiarıydı.
Bambaşka bir heyecan
Yazan, konuşan, meydanları ve salonları inleten onlardı. Sloganlar atarak coşkuyla haykıran, takdimler yapan, Kızıl Pençe’leri oynayan, ya da konferanslar dinleyen ve okuyan da bizlerdik. Örnek almıştık onları. Artık 15 /16 yaşlarında biz de anlatıyor ve yazıyorduk. Bitmek bilmeyen bir enerji ile. Âh o İmam Hatip nesli. O bambaşka heyecan. Münazaralar… Hakk’a davetler. Kürsülerde haykırışlar… Ne kadar anlamlı idi onlar.
Necip Fazıl’ı dinlerken “üstad, üstad,” diye heyecanına heyecan katardık. Kadir Mısıroğlu “lâdîni”liği anlatırken, masayı yumruklardı. Abdürrahim Karakoç’un “Hak yol İslâm yazacağız” şiirini meydanlarda haykırırdık. “Diriliş” dergilerinin abonesi olarak, büyük bir merakla yeni sayının çıkacağı günü beklerdik. “Sebil” ve Büyük Doğu”nun da yollarını gözlerdik. Belli gazeteler ise her gün takip edilirdi.
Bir de maneviyat erleri vardı gönül alemimizde. Konyamızda Mahmud Sami Ramazanoğlu Hazretlerini sevenler çoktu. Onları görünce sanki bu zatın kokusunu alırdık. Erbakan Hoca’nın hocası Mehmed Zahid Kotku Hazretleri diye büyük bir zat varmış, duyardık. Tahir Büyükkörükçü hocalar ve Timurtaş hocalar kürsüleri inletirdi. İki kanatlı kuşlar gibiydik. Her iki yöne de uçardık. Daha nice alimler vardı gündemimizde.
Ah o yıllar
İmam Hatip Lisesi hocalarımızdan istifade ederken, dışarıdaki alimleri de ihmal etmezdik. Hafta sonları onları dinlerdik. Bir yandan da en iyi “kari”lerin Kur’an okuyuşunu ya bizzat ya da kasetlerden dinler ve onları taklit etmeye çalışırdık. İmkan olursa ders alırdık. Meşhur vaiz ve hatipleri de dinlerken onların ses tonu, jest ve mimiklerine dikkat ederdik.
Diğer yandan siyaset sahnesinde de yerimiz vardı. Toplantılar, mitingler heyecanımıza heyecan katardı. Yarım asır sonra bunlar hatıralarımızda canlanırken, ne büyük bir hazine içerisinde olduğumuzu şükrederek yaşıyoruz yeniden. O yılları özlüyor ve doğrusu bazen de bu yıllara ağlıyoruz. Yaşlandıkça hatıralar canlanıyor gözümüzde.
En güzel hikâyeleri dinlerdik loş lamba ışığında çocukken büyüklerden. Sonra biz okur olduk yüzlerce hikâye ve romanı. İyilik, hayır ve şefkat ile cihadı öğrenmişiz onlardan. Fetih marşlarını, fetih romanları okurken almışız. Bunun farkında bile değildik. Meğer insan okuduklarından ve dinlediklerinden ne kadar çok etkilenirmiş.
Dava adamlığını ortaokul yıllarında kabullenmiştik ve davamızı savunmaya geçerdik. Bazen sol görüşlü öğretmenlerle tartışırdık. Ama bunun da bir edebi vardı. Ne onlar, ne biz haddi aşmazdık. Yine de okul hizmetlerinde bizi tercih ederlerdi. Tebrik bile ederlerdi. Tabi bir de bize çıkan güzel yürekli babacan hocalarımız olurdu. Onların yönlendirmelerini dikkate alırdık.
Şiirler coşardık
Coşkulu salon programlarımız olurdu. Önce Kur’an okunur sonra takdimler yapardık. Öncesinde bir şiir okunur, salon coşardı. “Sakarya saf çocuğu masum Anadolu’nun” ya da “Konsun yine pervazlara güvercinler” mısraları adeta içimizde bir ameliyat yapardı. Doruk noktaya çıkardı heyecan İstiklal Marşıyla. Program bitip evlere dağıldığımızda hepimiz iman tazelemiş olurduk. Davamız için yeni çalışmaların hayalini kurardık.
Yerel radyo ve tv’ler yayına başlayınca oralara giderdik. Medya çalışmaları asla ihmal edilmemeliydi, bilirdik. Gece ve gündüz koşar, Ramazanda sahurlarda canlı yayınlarda olurduk. Kendi imkânımızla gider gelirdik. Ücretimiz âlemlerin Rabbi Allah’a aid idi. Ona hiç bir dünyalık karışmamalıydı. Çünkü bu, ihlâsı mahvederdi.
Yazı ve şiirlerimiz çıkardı gazete ve dergilerde. Daha lisede iken kitap çıkartmıştım. Faydamız olsun diye, sohbet ederdik teneffüste bizden küçüklere. Her teneffüste beş on genç olurdu yanımızda. Zil çalıp da sınıflara girinceye dek davamızı anlatmaya çalışırdık. Onları sohbetlere çağırırdık. Vakıflarımız, derneklerimizde hayat vardı, aşk vardı, iman vardı.
İlahiler söylerdik
Dalardık bazen “İlahi Armağan, İhya-i Ulumuddin ya da Tenbihü’l Gafilin Bustanü’l Arifin” sayfaları arasına. O manevî zevk asla anlatılamazdı. Bir yandan da koşardık Risale-i Nur sohbetlerine. Yazıcılara da varırdı yolumuz diğer abilere de. Her cuma bir camide ya vaaz ya da hutbemiz vardı bizim. Asla boş geçmezdi. Bazen kürsüleri kırarcasına heyecanlanırdık.
Unutamadığımız musiki hocamız vardı. Heybetli ama merhametli. Ne güzel ilahiler öğretirdi bizlere. Ezanlar okuturdu ki, biz de her mekânda müsaade edildikçe söyler ve okurduk. Bizim neslimiz, Resulullah sallellahu aleyhi ve sellem Efendimiz’e âşıktı. Mübarek ismi geçince eller göğüslere gider, gözler yaşarırdı. Büyüklerimizden öyle görmüştük. Hele O’nun diyarından gelenlerin anlattıklarına, hayran kalırdık. Asla doyamazdık.
Yaşlandıkça hatıralar canlanıyor önümüzde. O günlerdeki aşkı, şevki, feyzi arar oluyor insan işte böyle. Bilmiyorum o günlere hasret kalan bir tek bu fakir mi? Evet umutsuz değiliz fakat, bugünlerde pek susuz kaldı gençlik. Azıksız ve gıdasız kaldı. Dünyaya dalındı, hedef saptırıldı. Gençliğin yeniden iman ve dava şuuruyla yeşereceği günleri özlüyoruz. Bazen umutlarımız zayıflasa da bu hedefe ulaşmak için çalışmak zorundayız.
Muzaffer Dereli/ İrfanDunyamiz.com
İrfan Mektebi ↗
Sevdirici, müjdeleyici üslupla yazılmış hayata dair yazılar okumak için tıklayın.
Gönül Dünyamız ↗
Gönül insanlarına dair bam telinize dokunacak yazılar okumak için tıklayın.