Ötekine yaklaşım nasıl olmalıdır?

Habil ve Kabil’den bu yana ötekisiz bir toplum hiçbir zaman söz konusu olmamıştır. Öteki beni ben yapan gerçeği bana hissettirendir. Üstad Necip Fazıl; “Oluklar çift; birinden nur akar; birinden kir” der. Ötekisiz bir toplum tahayyül etmek hem gerçeğe uygun düşmez hem de “nur” ile “kir”i eşitlemek anlamına gelir. Öteki olmadan benim bir anlamım kalmaz. Necip Fazıl; “Ey düşmanım, sen benim ifadem ve hızımsın;/ Gündüz geceye muhtaç, bana da sen lazımsın!” diyerek bu gerçeğe işaret eder.

Öteki bizim inanç dünyamızı kabul etmeyen, bizi iman merkezli insanlar olarak görmek istemeyendir. Bize düşmanlık besleyendir. Toplumda böyle insanlar ideolojik kirlenmeye maruz kalmış, militan tiplerdir. Fakat bunun dışında aynı mahalleyi paylaştığımız, aynı işyerini paylaştığımız bizim gibi düşünmeyen, belki çok dindar da olmayan insanlar vardır. Onlara “öteki” gözü ile değil, dini yaşamaya susuz kalmış insanlar olarak bakmak gerekir.

Ümmet-i davet

Bütün Müslümanlar kardeştir. Din düşmanlığı yapmayan insanları farklı düşüncelerinden dolayı ötekileştirmek doğru değildir. Öteki dediğimiz kişileri ise tanıma, anlama ve kavramaya çalışma yerine, onu tanımlamaya çalışmak son derece yanlıştır. Bizler, dışımızdaki insanları kendi kafamıza göre tanımlayamayız. Bu tavır, üstenci ve kibir kokan bir bakış açısı olup, aramıza duvarlar örer, konuşmamızı, tanışmamızı, hemhal ve hemdert olmamızı engeller.

Hazreti Ali radıyallahu anh; “Bütün insanlar ya yaratılışta eşimiz ya da dinde kardeşimizdir” diyerek en geniş manada medeniyet tasavvurumuzun evrensel bakış açısını ortaya koymuştur. Bu bakış açısında din düşmanları hariç hiçbir bireyin ya da toplumsal kesimin dışlanması, ötekileştirilmesi söz konusu değildir. Onun için bizim alimlerimiz kafirleri dahi “ümmet-i davet” olarak tanımlamışlardır. Bu bakış açısı bütün bir insanlığı kucaklayan, yardımlaşmayı ve sosyal dayanışmayı kapsayan en geniş manada sevgi merkezli bir yaklaşımdır.

Bu kucaklayıcı bakış açısı, bütün insanlığın özlemle ihtiyaç duyduğu ve herkesin yararına olan bir bakış açısıdır. Müşriklerin onca baskı ve zulmüne rağmen, onları cahiliye bataklıklarından kurtarmaya çalışan nebevi duruşu ilham alan bir bakıştır. Doksanlı yıllarda; “Seni öldürmeye gelen sende dirilsin” anlayışı üzerinde çok durulurdu. Halbuki o yıllar inançlıların çok zulme maruz kaldığı yıllar olmasına rağmen, bu rahmani düşünce yayılma zemini bulmuştu.

Farklı görüşteki insanlar birbirlerini ötekileştirme yoluna giderlerse bu aradaki bağları koparan hoyratça bir yaklaşım olur. Kemal Sayar şöyle der: “Özellikle güven endeksi düşük toplumlarda insanlar buhran zamanlarında şüphe adacıkları oluşturur. Her düşünce gettosu, ötekine şüpheyle yaklaşmaya başlar. O zaman da paranoya, başat ruh iklimi olur çıkar. Güveni önce biz tamir edeceğiz, kayıp arkadaşımızı bularak. Yasımızı tutacağız, kaybettiklerimizi hatırlayacağız. Etkin bir umuda ihtiyacımız var, cesaretle sarmalanmış bir umuda!”

Geçmişten ders alalım

Ötekisizleştirme ne kadar yanlış bir düşünceyse ötekileştirme de bir o kadar yanlıştır. Ülkemiz geçmişte ideolojik ayrılıkları kaosa döndürmek isteyen kimseler tarafından bir uçuruma itilmek istendi. Ötekileştirme kutuplaşmayı doğurur. Kutuplaşmanın kimseye bir menfaati yoktur. Kutuplaşma siyasetin bir kavramıdır. Bizim hedefimiz daha çok kardeşleşmektir. Kardeşleşmeye zarar veren yanlış şeylerin üzerine-üzerine gitmemiz gerektiğini, olumsuzlukları olumluya dönüştürmek için, içten gelen bir çabayla hareket etmemiz gerektiğini düşünüyorum.

Kardeşleşmeye ket vuran tavırlara karşı, bir konuşma ve tavır alma ahlakına ihtiyacımız var. Söylemle eylemin örtüştüğü bir ahlaka ihtiyacımız var. Bütün farklılıklara rağmen acı çeken, mustarip olan her kim varsa ona iyilikte bulunmak insan olmanın gereğidir. Acı duyuyorsan canlısın, başkasının acısını duyuyorsan insansın. Bunu tersten okuduğumuzda, başkasının acısını duymayanın, düştüğü konum aşikardır.

Bu evrenin bir alt kümesi olan dünyadaki her bir insan farklı bir sese, farklı bir yüze ve farklı yankıya sahiptir. Bu farklılıkların tanışması, birikimlerini paylaşması, hemhal ve hemdert olması ayrı bir zenginliktir. Her insan bir muhatap bulma arayışı içindedir. Bebeğin zihni yeterince aynalanır ve kendine muhatap bulursa daha iyi gelişir. Bugün insan beyninin ancak sosyallik içinde gelişen bir organ olduğu ilmi olarak ispatlanıştır.

Medeniyet tasavvurumuz; sosyalleşme, yardımlaşma, sosyal dayanışma, empatik yaklaşım, diğerkâmlık gibi temel unsurlar üzerine inşa olmuştur. Dışımızdaki insanlarla iletişim kurmak, sohbet etmek, birçok sorunun, problemin çözümüne yardımcı olacaktır. Sahabe ve sohbet kavramlarının etimolojik kök anlamları aynıdır. Sahabe-i Kiram, Peygamber Efendimiz sallellahu aleyhi ve sellem’in sohbet halkasında olan güzide insanlardır. Dolayısıyla Ashab, sohbetin insanıdır. Sohbet, insanı oluşturur, olgunlaştırır.

Medeniyet tasavvurumuzda; din kardeşini dışlama, ötekileştirme, öteleme, görmezden gelme gibi olumsuzluklar yoktur. Aksine; kucaklama, yardımlaşma, ekmeğini ve acısını paylaşma gibi erdemler tavsiye edilir. İnsan, aidiyet duygusunu taşıyan bir varlıktır. Bu duyguyu sosyal bir empatiye dönüştürürsek, dışımızdaki diğer sosyal katmanlarla aramıza duvarlar örmek yerine köprüler kurarsak o zaman yaratılış fonksiyonlarına daha uygun tarzda davranmış oluruz. Böylece din kardeşlerimizi ötekileştirmenin önüne geçerek iç huzuru ve kucaklamayı gerçekleştirmiş oluruz.

Prof. Dr. Şemsettin Dursun/ İrfanDunyamiz.com

Şahsiyet Gelişimi↗

Müslümanca hassasiyetlerle yazılmış kişisel gelişim yazıları okumak için tıklayın.

Adab-ı Muaşeret

Sosyal hayattaki edep ve görgü kurallarına dair yazıları okumak için tıklayın.

Şunlara Gözat

Peygamberimizin cenaze namazı neden cemaatle kılınmadı?

İlkadım dergimizin Temmuz 2025 tarihli sayısında yayınlanan “Peygamber Efendimiz’in Cenaze Namazı” başlıklı yazımdan dolayı sorulan …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.