Verdiği kırkın üzerindeki eserleriyle düşünce dünyamızda büyük izler bırakan değerli ilim ve fikir adamı Ümit Şimşek Hocamızı evinde ziyaret ettik ve kendisiyle sade hayatın önündeki en önemli engel olan rahatlık, lüks ve gösteriş tutkusunu konuştuk.
Lüks ve gösteriş imrenilecek bir şey midir? Bu konuda dinimizin öğütleri nelerdir?
Lüks ve gösteriş hiçbir zaman bir Müslüman açısından teşvik edilecek, övünülecek, özenilecek şeyler değildir. Müslümana yaraşan vakar ve tevazudur. Tevazu derken bu kendini alçaltmak anlamında değil; vakar içerisinde, ağır başlılık içerisinde bir tevazudur. Dinimiz hiçbir zaman kendi hemcinslerine karşı üstünlük manasına gelecek şeylere, gerek giyimde kuşamda olsun, gerek yaşam tarzında olsun, gerek davranışlarda olsun hoş gözle bakmaz. Dolayısıyla lüks ve gösterişe din içerisinde bir dayanak bulmak mümkün değildir. Taha Sûresi 131. ayette: “Onlardan bir kısmına kendilerini sınamak için nasip ettiğimiz dünya hayatının gösterişine gözünü dikme. Rabbinin rızkı daha hayırlı ve daha süreklidir” buyrulmuştur. Dünya ehline gösteriş yapmaya müsait bir takım şeyler verilmişse bunlar onları sınamak için verilmiştir. Dünyanın gösterişinin kesinlikle övünülecek ya da imrenilecek şeyler olmadığı çeşitli hadis-i şeriflerde açıkça bildirilmiştir. Sahabiler bir gün kendi aralarında dünya hayatına dair bir takım şeyleri konuşurken Peygamberimiz: “Haberiniz olsun sade hayat imandandır, sade hayat imandandır, sade hayat imandandır” şeklinde bir ikazda bulunmuştur. Orada “sade” diye çevirdiğimiz “el bezaze“ kelimesi âlimlerce, dünyanın gösterişinden, süsünden, lüksünden kaçınmak olarak tarif edilmiştir. Lüksten, gösterişten uzak yaşamak bu hadiste imanla ilişkilendirilmiştir.
Kitabınıza da isim olan “sade hayat” kavramını biraz daha açabilir misiniz?
Nahl Sûresi’nde Kur’an’ın tarif ettiği bir “hayat-ı tayyibe” kavramı vardır. Cenab-ı Hak iman edip salih amel işleyenlere huzurlu bir hayat yaşatırız diye vaat etmektedir. Ama buradaki huzurlu hayat demek maddi anlamda rahat bir hayat demek değildir. Temiz hayattır, huzurlu hayattır… İnsan çalışır çabalar, çok çileler de çekebilir ama iç âlemi temiz ve huzurlu kalır. Allah iman edip imanına yakışır bir hayat sürenlere dünyada böyle bir hayat modelini vaat etmiştir. Bu hayat modeli maddi anlamda insanlara bir şey vaat etmez. Sade hayatın peşinden koşanlar insanın iç âlemine kattığı güzellik sebebiyle bu hayatın peşinde koşarlar. Sade hayatın getireceği maddi bir şey olduğundan dolayı değil… Çünkü onun içinde taşıdığı zenginlik dış yüzdeki süse, gösterişe ihtiyaç bırakmamaktadır. Bizim sade hayattan kastettiğimiz şey dış yüzün sadeliğidir. Bunun karşılığında iç âlemin alabildiğine zengin olmasıdır. Manevi zenginliklerle iç içe yaşayan bir inşan artık maddi zenginliklere pek fazla itibar etmeyecektir. İçimizi güzellikle doldurdukça maddi sahadaki güzellikler cazibesini kaybetmeye başlayacaktır. Gerek ilim, gerek fen, gerek maneviyat sahasında olsun örnek şahsiyetlere baktığımızda daima sade hayatı benimseyen kimseler olduklarını görürüz. Lüks hayat içinde yaşayan bir büyük adam, dava adamı, derdi olan adam yoktur.
İnsanların ideallerine baktığımızda genelde sade hayat yerine “rahat hayat”ı tercih ettiklerini görüyoruz. Bunun sebepleri üzerinde durabilir misiniz?
Bugün medya insana devamlı gezeceği, eğleneceği, gününü gün edeceği, nefsinin hevesleri peşinde koşacağı bir hayatı yaşamasını telkin ediyor. Bu çok önemli bir noktadır. Rahat hayattan kastedilen nefsinin emri altında devam ettirilen bir hayattır. Böyle bir ideal yani maddi anlamda rahat yaşama diye bir ideal olamaz. İslam’ın gösterdiği ideal de böyle bir ideal değildir. Rahat yeri olarak gösterilmemiştir dünya. Asıl huzur ve rahat yeri cennettir. Bir de şöyle bir gerçek vardır ki rahat peşinde koşan kimselerden rahata daha uzak bir kimse de yoktur. İnsan ne kadar rahat peşinde koşarsa o kadar rahatsız hale gelir.
İnsanın gösterişe ve dış güzelliğe yönelmesinin psikolojik sebepleri nelerdir?
İç ve dıştaki eksiklikler birbiriyle telafi edilmeye çalışılır. Yani insanın iç âleminde yeteri kadar bir zenginlik varsa dış yüzünde çok fazla bir süse merak sarmaz. Ama içeride bu konuda bir yoksunluk varsa onu başka bir şeyle telafi etmeye çalışacaktır. Dışarısını süslemek sureti ile ya da gösterişe yönelik tercihler yaparak içerideki bu açığı kapatmaya çalışacaktır. Oysa motor bozuksa kaportayı tamir etmenin anlamı yoktur.
İnsan asıl güzelliği nerede aramalıdır?
“Esma-ü hüsna” adından da anlaşılacağı üzere kâinattaki bütün güzellikler Cenab-ı Allah’ın isimlerinden gelir. Güzellik çeşit çeşittir. Gözün gördüğü güzellik vardır, kulağın işittiği güzellik vardır, dilin tattığı güzellik vardır, kalbin hissettiği güzellik vardır, ruhun hissettiği güzellik vardır. İnsanın bütün duyuları kâinattaki bütün güzellik çeşitlerini algılayacak şekilde yaratılmıştır. Bu güzelliklerin sadece dış yüze bakanını ele almak, iç güzelliği ihmal etmek insanı yanlış bir yöne götürür ve insan artık gerçek güzelliği de unutur hale gelir. Oysa gerçek güzellik sadeliktedir. Gerçek güzelliğin en güzel örneğini insan yüzünde müşahede edebiliriz. Cenab-ı Allah kâinattaki bütün güzellik orantılarını insan yüzünde özetlemiştir. Dünyada bütün maddi güzellikler insan yüzünde bütün sadeliğiyle seyredilebilir. Hatta manevi güzellikler de dâhildir buna… Dindar insanların yaşlandıkça içlerindeki manevi güzelliğin yüzlerine yansıdığını görürüz. Yaşlı bir nine veya yaşlı bir dedenin yüzlerinde bir güzellik vardır. Dünyanın bütün renklerini, bütün desenlerini, bütün malzemelerini alın, ondan akseden bu güzelliği taklit edemezsiniz. Demek ki asıl güzellik taklit edilemeyen güzelliktir.
Cenab-ı Hak iman edip salih amel işleyenlere huzurlu bir hayat yaşatırız diye vaat etmektedir. Ama buradaki huzurlu hayat demek maddi anlamda rahat bir hayat demek değildir. Temiz hayattır, huzurlu hayattır…
Marka düşkünlüğü de gösteriş duygusundan mı kaynaklanıyor?
Bize ne satılıyor marka diye… Diyelim ki bir şey alacağım işimi görecek, sağlam ve uygun bir şey arıyorsam alternatiflere bakarım ona göre birisine karar veririm. Ama marka peşindeysem benim satın aldığım şey ihtiyacım olan bir şey değil prestijdir. Bu sefer insanların tatmin duygularını nerede tatmin etmek istedikleri meselesi çıkıyor karşımıza… O da nereden çıkıyor; iç dünyadaki boşluktan… İçte bir çoraklık varsa çözümler tamamen dışarıda aranıyor… Bütün mesele iç âlemde düğümleniyor. Kendi hayatının gayesini tespit etmemiş, kendi kalbini kendi değerleri ile doldurmamış, kendi iç âleminde tatmin bulmamış kimse bu tatmini markanın kendisine sağladığını düşündüğü prestijde arıyor.
Bu sistemde reklamlar bir çeşit sömürme aracı olarak mı kullanılıyor?
Reklam şirketleri devamlı araştırma yaptırarak bizim zaafl arımızı arıyorlar, nerede nasıl avlanacağımızı tespit ediyorlar. Bu konuda bir strateji geliştiriyorlar ve bunlar için çok yüksek bir ücret ödüyorlar. Sonra o ücreti de sattıkları malla birlikte bizden alıyorlar. Bizi kazıklamak için, yolmak için ne masraf yaptılarsa fazlasıyla bizden bunu çıkartıyorlar. Biz kendi cellatlarımızın parasını da kendimiz ödemiş oluyoruz. Bir külhanbeyi sözü var: “Kerizi parasından ayırmak sevaptır” derler. Yani bizi bu tüketim kültürüne alıştıran insanları kendimiz besliyoruz, marka düşkünlüğü ve savurganlık yaparak…
Doymak bilmeyen birilerinin daha çok kazanması için mi bu kültür yaygınlaştırılıyor?
Tüketim kültürü Batı’dan gelen bir kültürdür… Bu kültürü besleyen geliştiren kapitalist zihniyettir. Dediğiniz gibi bir kısım doymak bilmeyen insanların diğer insanları kendilerine köle yapmak için geliştirdikleri bir kültürdür. Alacaksınız, harcayacaksınız, tüketeceksiniz ve sonra yine tüketeceksiniz… Bize sürekli bu telkinler yapılıyor ve biz de sonunda kendimize “tüketici” rolünü benimsiyoruz. Doktor bile bir şeyi tavsiye ederken ne diyor? “Günde bir elma tüketeceksin” diyor. Bu tabirin neleri götürdüğünün farkında mıyız? Yani Allah’ın nimetlerini nimet olarak görmekten vazgeçtik ve bunları tüketilecek bir şey olarak görmeye başladık. Rızıklanmamız için bize verilenleri tüketmeye çalışıyoruz. Her şeyi tüket, ömrünü de tüket ve sonunda müfl is olarak ahirete git; Bize verilen talimat bu şekilde… İnsanın bu bozuk tüketim anlayışına kapılmaması için en başta ne için yaşıyoruz problemini çözmüş olması lazım. Bunu çözmediği zaman her şey yüzeyde kalır. Ben niçin yaşıyorum, bu dünyada niçin varım, neyi gerçekleştirmeye çalışıyorum; bunların cevabını bulması lazım… O zaman bu dünyaya tüketmek için gelmediğinin de farkına varır.
Aydın Başar/ Genç Dergi