18. yüzyılda Konya’nın Hadim ilçesinde yaşamış olan merhum Muhammed Hâdimî Hazretleri zaman zaman “Aah! Aah! Çoban kazandı çoban!” dermiş.
Talebeleri, çobanın kim olduğunu, neyi kazandığını merak ederler. Bunun üzerine Hadimi Hazretleri, biri tacir, diğeri çoban olan yol arkadaşlarıyla başından geçen bir hadiseyi anlatır:
Yol arkadaşlarıma; “Yolcunun duası kabul olur, gelin dua edelim” dedim. Yol arkadaşlarım bu teklifimi memnuniyetle kabul ettiler ve ilk duayı benim yapmamı arzu ettiler. Ben de ellerimi açarak Rabbime yalvardım
– “Allah’ım! Halimi gören ve en iyi bilen sensin! Bunca zaman ilim tahsil ettim. İstedim ki ilim öğreneyim ve bilgimi insanlara aktarayım. Şimdi Senden dileğim şudur ki bana şöyle havadar, yüksek mevkili bir yerde bir medrese nasip eyle, ben de orada talebeler yetiştireyim.”
Hep beraber bu duama âmin dedik.
Ardından tüccar olan arkadaşımız şöyle dua etti:
– “Allah’ım! Sen de biliyorsun ki, ben şehirlerin arasında uzun yolculuklar yapmaktayım. Doğrusu, gidip geldiğim bu seyahatlerden elime doğru dürüst bir kâr geçmiyor. Senden niyazım o ki gelip gitmelerime ve çektiğim zahmetlere değecek kadar bana kâr kazandıracak ticaret imkanları lütfetmen ve bana mal ve servet nasip etmendir. Senden dileğim budur Ya Rabbi!..”
Yine hep beraber onun duasına âmin dedik. Dua sırası çoban olan arkadaşa geldi. Çoban ellerini açtı semaya doğru, boynunu büktü… Ne isteyeceğini merakla bekliyorduk… Yutkundu, sustu bir müddet… Sonra kısık bir sesle:
– “Allah’ım!.. Ben, Senin bana verdiklerine razıyım. Sen de benden razı ol, başka da bir şey istemiyorum Rabbim!..”
Onun bu manidar ve samimi duasına da hep birlikte âmin dedik.
Evlatlarım!.. Görüyorsunuz ya? Havadar ve yüksek mevkide bir medresem, sizin gibi değerli ve sevdiğim talebelerim var. Allah benim bu arzumu ve dileğimi bana nasip etti.
Duydum ki, o tüccar arkadaşımızın da epeyce malı mülkü serveti olmuş. Anlaşılan Rabbimiz bizim o gün yaptığımız dualarımızı geri çevirmemiş, kabul buyurmuş. Ama doğrusu, içimizde asıl kazanan çoban oldu. Çoban kazandı çoban!.. Hem de ne kazanmak!.. Çünkü o, Rabbi’nin verdiğine de razıydı. O’nun rızasından başka bir şeye de talip olmadı.
Bir kimse Rabbinden razı ise Rabbi de ondan razıysa bundan daha büyük bir kazanç dünyada olur mu? İşte bunun için o çobanı unutamıyor ve onun kazancına gıpta ediyorum…
Prof. Dr. Mehmet Emin Ay/ İrfanDunyamiz.com
Yayın Yönetmeni Notu: İnsanlar çeşitli vesilelerle Mevla’ya yakınlaşmaya ve O’nun rızasını kazanmaya çalışırlar. Kimisi ibadetler ile kimisi iyiliklerle kimisi daha farklı amellerle yakınlaşmayı arzu ederler. Fakat hangi güzel amelle Allah’ı en çok razı edebileceğimizi tam olarak bilemeyiz. Mesela zengin bir insan acaba namaz ile mi yoksa zekat ile mi Allah’a daha çok yaklaşır? Her ikisi de farzdır ve her ikisine dair de ayet ve hadisler vardır. Yani Allah’ı en çok razı edeceğimiz ameli en güzel Allah bilir. Kişiye ve zamana göre bu ameller değişiklik arz edebilir. Menkıbedeki çoban dünyaya dair isteklerini “Allah’ım benden razı olsun yeter” diyerek özetlemiştir ki zaten Allah razı oldu mu onu rızasına erdirecek amellere sevk edecektir. Bu ister ibadet, ister ilim, ister zenginliğin paylaşımı olsun. Menkıbedeki çoban çok güzel bir dua yapmıştır. Bir medreseniz olur, ilminiz de olur ama onlar Mevla’yı razı etmeye yetmeyebilir. Çok zengin olursunuz ama o zenginliğin hakkını veremeyebilirsiniz. Onun için en önemli mesele Allah’ın razı olmasıdır ki kul için en büyük mükafat budur. Allah bir kere razı oldu mu o kimseyi cehennem narından kurtarıp sonsuz cennetlerinde istihdam eder. Orada cemali ile müşerref olunur. Daha bundan büyük bir ödül var mıdır?
İrfanDunyamiz.com
MENKIBE DERYASI↗
Özenle seçilmiş geleneksel eğitici menkıbeler okumak için tıklayın.
KISSA HAVUZU↗
En güzel kıssa ve hikayelerin derlendiği özel arşivimize ulaşmak için tıklayın.